Soyer'den cezaevi günlüğü:Barış sadece bir siyasal anlaşma değil, aynı zamanda biyolojik iyileşme sürecidir

Tunç Soyer'in sosyal medya hesabından cezaevi günlüğü yayınlandı.

  • Oluşturulma Tarihi : 17.07.2025 19:32
  • Güncelleme Tarihi : 17.07.2025 19:32
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Soyer'den cezaevi günlüğü:Barış sadece bir siyasal anlaşma değil, aynı zamanda biyolojik iyileşme sürecidir haberinin görseli

Tunç Soyer'in sosyal medya hesabından cezaevi günlüğü yayınlandı.

Tunç Soyer'in paylaşımında şu ifadeler yer aldı.

"Türkiye yine çok can yakıcı ve çok hızlı değişen gündemlerle savruluyor.
- kadın cinayetleri
- ⁠bitmeyen yangınlar
- ⁠doğal yaşam alanlarının madencilik faaliyetine açılması
- emeklilerin, asgari ücretlilerin adeta ölüme terkedilmesi
- ⁠aynı cezaevinde olduğum, aynı dönem belediye başkanlığı yaptığımız değerli başkan Murat Çalık’ın ağır sağlık sorunlarına rağmen tutuklu yargılanması....

Barış yalnızca imzalarla gelmez

Bütün bunların dışında Türkiye’nin geleceğinde önemli yer tutacak, sürdürülebilir ve kalıcı barışa evrilebilecek bir sürecin içindeyiz.
Bu süreçle ilgili sözü Sayın Zeki Gül’e bırakıyorum.
Barışla ilgili yazdığı yazının tamamını mutlaka bulup okumanızı öneririm. Kendisi bir saygısızlık kabul etmesin lütfen, ben en sevdiğim bölümlerini sizinle paylaşmak istiyorum.

“Bir toplum barışa hazırlanırken, sadece topraklar değil, bedenler de iyileşmeyi bekler. Barış yalnızca imzalarla gelmez…
Gerçek bir barış süreci, beynin hafızasını tanımalı ama aynı zamanda bedenin sakladığı sessiz tanıklığı da duymalıdır.”

Çünkü beynin hafızası ile bedenin hafızası farklıdır.
“ Bedenin hafızası sessizdir, bilinçsizdir, biyolojiktir. Yani bilinç taşımaz ama sonuç üretir.
Beyin hatırlarken anlatır, beden ise yaşayarak hatırlar.
Beyin hafızasıyla şiir yazarsın. Bedenin hafızasıyla kader yaşarsın.
Beynin hafızası anılarla, kelimelerle işler, bedenin hafızası daha derin bir yerden seslenir.

Barışın yokluğunda biriken yük, sadece arşivlerde değil çocukların bağışıklık sisteminde, kadınların kemik yoğunluğunda, yaşlıların titreyen ellerinde birikir. Savaşın metabolizmaya yazdığı bu hikayeyi ancak uzun vadeli iyileşme politikaları silebilir.

Barış sadece bir siyasal anlaşma değil, aynı zamanda biyolojik iyileşme sürecidir. Tıpkı bir yaranın kabuk bağlaması gibi; ama kabuğun kuruması için içeride kanamanın durması gerekir.

Barış yalnızca silahların susması değil, bedenin, duyguların ve tarihin birlikte nefes almasıdır.

Bir barış süreci, sadece ateşkesle değil, her bir yurttaşta sinir sisteminin yeniden güven hissine kavuşmasıyla başlar.

Barışın sosyoekonomik, kültürel boyutu çokça anlatılır ama barışın bir biyolojisi, fizyolojisi olduğu ıskalanır.

Toplumun da yalnızca arşivlerinde değil, sokaklarında dillerinde, kemiklerinde yaşayan çok katmanlı bir hafızası vardır.

Yönetenler için barış; tutan bir protokol, kapanmış bir dosya, belki de diplomatik bir başarı olabilir. Ama halklar, yani mağdur olanlara, göç edenler, işkence görenler, mezarsız ölülerini arayanlar, halkların bireyleri bedensel olarak hala psikolojik ve biyolojik olarak dingin olmayabilir.

İşte bu yüzden barış sürecinde yalnızca siyasi aktörler değil, psikologlar, sanatçılar, hekimler de devreye girmelidir. Beynin ve bedenin barışı tanıyabilmesi için önce travmatik yükün çözülmesi gerekir.

Bu nedenle barış sadece bir anlaşma değil, psikolojik olduğu kadar biyolojik bir iyileşme süreci olmalıdır. Aksi halde barış ‘Yazılı ama yaşanmamış’ kalır.

Barış, hücreye güven duygusunu, toprağa yas hakkını, bedene dinlenme iznini geri vermektir.

Öyle ise şimdi pozitif barış için çaba, mücadele ve dayanışma zamanı diyelim…” diyor, Sayın Zeki Gül. Umarım onun bu mükemmel yazısının anlam bütünlüğünü bozacak bir hata yapmamışımdır.

50 yıllık hayal

Türkiye, Devletin “Terörsüz Türkiye” adını verdiği, yaklaşık 50 yılın hayali olan silah bırakma sürecini yaşamaya başladı. Bu sembolik ilk adımın, barış ve demokrasiyle buluşması için daha gidilecek çok yol olduğunun, bu yolun her türlü provokasyona açık olduğunun herkes farkında hiç kuşkusuz. Elbette sürecin başarısının en önemli anahtarlarından biri, şeffaflık. Ancak maalesef henüz bu konuda tatmin edici bir noktada olmadığımızı görüyoruz. Bu süreçle ilgili belki daha çok sayıda eleştiri konusu sıralanabilir. Buna rağmen, ilk adımın atılmış olmasının atılmamış olmasına göre çok büyük bir hamle olduğu unutulmamalıdır. O nedenle şimdi bu memleketin her bir ferdine, hepimize, bu 50 yıllık sorunun çözümüne katkı vermek, onu ileriye taşımak gibi bir sorumluluk düşmektedir.

Sayın Zeki Gül, bu geniş perspektif içinde belki de herkesin çok farkında olmadığı bir açıdan bizlere düşen sorumluluklara dair bir hatırlatma yapmış.

Sonuç olarak süreç önündeki sorunların büyüklüğü, çözümsüzlük için gerekçe olmamalı, atılan ilk adımın ufkunu öngörerek o aydınlık geleceğe, barış ve demokrasiye açılacak yolda ben ne yapabilirim sorusunu kendimize sormalıyız; çünkü ancak birbirimize iyi gelerek iyileşebileceğiz."