İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik soruşturma kapsamında tutuklanan Tunç Soyer, cezaevinden bir mektup yazdı.
Soyer'in X hesabından avukatları aracılığıyla yapılan paylaşımda "Hayat bir puzzle ise, bugünden sonrasını dolduracak irili ufaklı az parça kaldı. Kırıklar F tipi Cezaevinde geçirmekte olduğum zamanın ne kadar büyük bir parçaya tekabül ettiğini ise henüz bilmiyorum." ifadelerini kullandı.
Soyer'in cezaevi günlüğü adı altında yazdığı mektup şöyle:
"66 yaşındayım. Hayatımın geri kalan kısmının yaşadığımdan çok daha az olduğunu biliyorum. Hayat bir puzzle ise, bugünden sonrasını dolduracak irili ufaklı az parça kaldı. Kırıklar F tipi Cezaevinde geçirmekte olduğum zamanın ne kadar büyük bir parçaya tekabül ettiğini ise henüz bilmiyorum.
Bugünkü günlüğümde hayata dair bildiklerimi, öğrendiklerimi, inandıklarımı paylaşmak istedim.
Polonya asıllı felsefeci Schopenhauer diyor ki: Hayat bir insanın ilk yarısında önyüzünü, ikinci yarısında arka yüzünü gördüğü bir nakış parçasına benzer. Arkası önü kadar güzel değildir ama daha öğreticidir. İpliklerin nasıl atıldığını gösterir.
Yine 19. Yüzyılın en önemli filozoflarından Kierkegaard ise, hayatın yalnızca geriye doğru anlaşılabileceğini, ama ileriye doğru yaşanması gerektiğini söylüyor.
Geriye doğru bakıyor ve iplikleri nasıl atıldığını hatırlamaya çalışıyorum.
Devrimciliğin vicdanı ve aklı “sol”da olanların kaderi olduğunu anladım
İnsanlığın bu kainattaki varlığının başından beri iyilikle kötülüğün mücadelesi devam ediyor. Muhtemelen insanlık macerasının en büyük meselesi bu. Kötülük, zaaflardan beslenerek insanın iradesini şekillendiriyor. O nedenle önce o zaaflardan uzak durmaya gayret etmek gerekiyor. Bunlar; açgözlülük, cimrilik, intikam, aklın önüne geçen hırs, ahlak ve vicdanı yok eden bencillik ve bunun gibi birçok zafiyet. Zaaflarımı törpüleme gayretim; “Ben bu hayattan ne alırımdan ziyade ben bu hayata ne katabilirim?” sorusunu getirdi hayatıma.
Böyle olduğu için hayattan beklentim azaldı hayata tutku ve bağlılığım arttı.
Hayatı anlamanın en önemli iki anahtarının “Merak” ve “Empati” olduğunu öğrendim. Merak ve empatinin daha çok bilgi ihtiyacı doğurduğunu, daha çok bilginin cesareti arttırdığını, cesaretin ise özgürlüğün kapısını araladığını öğrendim.
Felsefenin merakı terbiye edip, düşünceye evirdiğini anladım.
Düşüncenin deniz fenerinin ise “Hakikat” olduğunu öğrendim.
Hakikati savunmanın, takdir edilmese bile vicdanıma karşı beni hesap vermekten kurtardığını fark ettim.
Aynı şekilde, karşımdaki layık olmasa bile iyilikten vazgeçmemeyi, çünkü iyilik yapmaya layık olduğumu, iyiliğin iyilik yapanla ilgili olduğunu öğrendim.
Feragat, cömertlik, gözü tokluk, nezaket, merhamet, fedakarlık gibi erdemlerle donanmanın, kötülükle mücadelede yeterli olmadığını; bu erdemleri adalet, kardeşlik, demokrasi, dayanışma, özgürlük gibi toplumsal değerlerle buluşturmanın kaçınılmaz olduğunu öğrendim.
Bu erdem ve değerlerle buluşanların onları birbirinden ayıran gerekçeleri, farklılıkları değil, bir araya getiren benzerlikleri ve ortaklıkları öne çıkarmaları gerektiğine inandım. Aksinin mapusta çoğalmaya sebep olduğunu idrak ettim.
Bu mücadelenin hayatın doğal seyri içinde, Cumhuriyet devrimleri gibi sıçramalar yaratarak, büyük dönüşümler gerçekleştirebileceğine, büyük kazanımlar yaratabileceğine inandığım için “devrimci” olmaya karar verdim. Devrimciliğin vicdanı ve aklı “sol”da olanların kaderi olduğunu anladım.
Kendimize, ortak hikayemize, gücümüze, düşüncelerimize inanmazsak kaybedeceğimize, mücadele etmekten vazgeçtiğimiz anda kazanma ihtimalimizin de ortadan kalkacağına inandım.
Bedel ödemek gerekse de mücadeleyi sürdürmenin hayatı anlamlandıran en güçlü motivasyon kaynağı, en güçlü duygu olduğunu anladım.
Thomas More, 500 yıl önce, 57 yıllık yaşamını sonlandıran idamına giderken şöyle diyor: “Bu dünya için inandıklarından vazgeçenler, ruhlarını öldürürler. Oysa çürüyen bir bedene kıyasla, ebedi olan ruhtan vazgeçmek ancak onursuzların ve ahmakların işidir.”
Nihayet insanlığın bu kainattaki macerasında zaman zaman kötüler kazansa da, evrim, iyilerin kazanmasını teşvik ettiği için ve tarih boyunca iyiler nedeniyle daha konforlu, daha iyi, daha güzel bir hayat kurmanın mümkün olduğunu gördüğüm için iyilerin kazanacağını biliyorum.
Neş’e kavganın musikisidir
Üstelik toplumdaki çürümeye rağmen, iyi aile terbiyesi almış, mütevazi, fedakâr, vefakâr, ahlaklı, vicdanlı, iyi insanların sessiz olsalar da çoğunluk olduğunu görüyorum.
Nazım’ın aşağıdaki dörtlüğü ise bütün bu hikayenin önemli bir boşluğunu dolduruyor galiba:
Neş’e kavganın musikisidir.
Kavgada kuvvetini kaybetmiş gibidir biraz
neş’enin çelik ahengini duymayan adam.
Neş’e iyidir vesselam
- baş döndürmezse eğer-
Bu derin mevzuda söylenecek daha çok şey var hiç kuşkusuz ancak başınızı döndürmeyecek, neş’eli bir gün dileyerek bu günlüğü bitireyim.
Sağlıcakla kalın..!"