- İzmir
- 23.08.2025 13:04
Gündüz sıcaklık ortalamasının 35 derecede seyrettiği; temmuzda ise sıcaklığın 43 dereceyi aştığı İzmir’de yaklaşık 2 bin çocuk minik bedenleri ile kırmızı ışıkta su satıp evine ekmek götürüyor. Uzmanlar ise çocukların artık kalıcı hale gelen yoksulluğu ailelerinden miras aldığını söylüyor
YUSUF ÇAĞIRTEKİN-ÖZEL HABER - İzmir’de her yaz mevsiminde trafikte kırmızı ışıkta su satan insanları görmek artık bir klasik oldu. Tabi arada çocukların da su sattığı görülürdü. Fakat bu yaz mevsiminde tablo tamamen değişti. Artık her kırmızı ışıkta; derinleşen ekonomik yoksulluk ve sürekli artan hayat pahalılığının da etkisiyle sadece iş hayatına atılan çocuklar bekliyor. Çoğu mecburiyetten… Sıcaklık ortalamasının 35 derece olduğu temmuzda ise 43 derece sıcaklıkları gördüğümüz çöl sıcaklıklarında kent genelinde yaklaşık 2 bin çocuk kırmızı ışıkta su satıp evine ekmek götürme derdinde. Su satan çocukların en çok gözlemlendiği ilçelerden biri ise Buca. Bu sahne, yalnızca birkaç ailenin çaresizliği değil; İzmir’in ve Türkiye’nin derinleşen yoksulluğunun en çıplak hali. Çocukların gülmesi gereken yaşta alın teriyle ekmek araması, bize yoksulluğun artık bireysel değil, toplumsal bir miras haline geldiğini fısıldıyor.
İzmir’de 40 dereceleri aşan sıcaklıklarda çocukların kırmızı ışıklarda su satması, bize sadece bireysel bir dramı değil, toplumun içinde bulunduğu derin yoksulluğu da gösteriyor. Derin Yoksulluk Ağı Kurucusu Hacer Foggo, bu manzarayı şu şekilde yorumladı: “Geçtiğimiz hafta Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Sosyoekonomik Seviye (SES) verilerini yayımladı ve bu verilere göre İzmir’deki hanelerin gelir, eğitim ve meslek durumlarına göre toplumsal dağılımını ortaya koydu. İzmir’de yaşayanların yalnızca yüzde 1,2’si en üst seviyede yer alırken yüzde 17,1’i alt seviyede, yüzde 15,0’ı ise en alt seviyede yer alıyor. Yani İzmir’de yaşayanların toplam yüzde 32,1’i, diğer bir ifadeyle yaklaşık her üç kişiden biri, alt sosyoekonomik seviyelerde bulunuyor ve yoksulluk riski altında yaşıyor. Öte yandan, yüzde 17,8’i ise alt orta seviyede yer alıyor. Bu kesimler, kentin kırılgan orta sınıf yaşayacakları ilk ekonomik krizde alta inebilirler. TÜİK’in verileri, İzmir’in görece gelişmiş bir kent olmasına rağmen, en üst sosyoekonomik grubun son derece küçük bir azınlıkla sınırlı kaldığını, buna karşılık önemli bir kesimin alt ve en alt seviyelerde yoğunlaştığını ortaya koyarak kentteki derinleşen eşitsizliği gözler önüne seriyor. İşte bu çocuklar 40 dereceleri aşan sıcaklıklarda kırmızı ışıklarda su satanlar. TÜİK 2024 yılına ilişkin ‘Çocuk Sağlığı ve Yoksunluğu’ verilerinde 15 yaş ve altındaki çocuklar; Her 4 çocuktan 1’i et veya balık tüketemiyor. Her 5 çocuktan 1’i okul gezilerine katılamıyor. Her 10 çocuktan 1’inin evde ders çalışacak uygun alanı yok. Her 10 çocuktan 1’ine yeni giysi satın alınamıyor. Bu çocuklar fiziksel, sosyal, bilişsel açıdan derin yoksunluk içinde yaşıyorlar. İşte bu çocuklar o trafikte ölüm riskine rağmen su satıyorlar. Oysaki çocuklar okula gitmeli, çocuklar tatil yapabilmeli ve çocuklar sağlıklı beslenmeli. Dolayısıyla sürekli yoksulluk altında büyüyen çocuklar bilişsel, duygusal ve sosyal açıdan riskli bir konumda hayata başlıyor ve bu döngüden çıkaracak bir gerçek bir politikaya erişemiyorlar. Bu nedenle uzun vadeli, çocuk hakları temelli sosyal politikalara ihtiyacımız var.”
Türkiye’deki sosyoekonomik yapının çocuk yoksulluğu üzerindeki belirleyici etkilerini değerlendiren Foggo, “Asgari ücretle yani açlık sınırının altında çalışanlar, yoksulluk sınırının altında yaşayan milyonlarca insan var. Artık çalıştığı halde temel beslenme, bakım, barınma, sağlık, ulaşım giderlerini karşılayamıyorlar. Bu durumdan da en çok çocuklar etkileniyor. Bu nedenle çocuk işçiliği arttı. TÜİK’in verileri, bu eşitsizlik tablosunu güçlü bir biçimde görünür kılıyor. Ülkemizde toplumun yalnızca küçük bir kısmı yüksek refah seviyesindeyken, yaklaşık üçte biri yoksulluk riski altında. Derin yoksulluğun barınma, beslenme, sağlık ve sosyal dışlanma gibi boyutlarından en çok çocuklar etkileniyor. Nüfusun yüzde 25.5’ini 0-17 yaş grubundaki çocuklar oluşturuyor. 2024 yılı TÜİK verilerine göre 15-17 yaş grubundaki çocukların iş gücüne katılma oranı yüzde 24.9, yani 4 çocuktan 1’i işçi olarak çalışıyor ve sizin bahsettiğiniz o trafikte su satan çocuklar bu oranın içinde bile değiller. Çocuklar derin yoksulluk nedeniyle çalışmaya başladılar, çünkü evde kira, fatura ödenemiyor ve okula giderken beslenme koyamıyorlar. Çocuk işçiliğinin artması aynı zamanda okul dışında kalan çocuk sayısının da arttığının bir göstergesi. Sadece bir başka rakam vereyim; ailelerin çocuklarına bakamadığı için Sosyal ve Ekonomik Destek (SED) alan çocuk sayısı 170 bini aştı. Eğitimden, kültürel hayattan uzakta sadece temel ihtiyaçlara odaklanmış bir hayat yaşıyor çocuklar, maalesef oynayamadan büyüyorlar. Çocuk işçiliğine son verilmeli, çocuklar hemen yeniden okula kazandırılmalı. Yeterli ve sağlıklı gıdaya erişmeyen çocukların sayısı her geçen gün artıyor niye çünkü sadece son iki yıl içinde gıda fiyatlarında dört katı aralığında bir artış gerçekleşti” şeklinde konuştu.
Sokakta çalışan çocukların eğitimden kopma riski çok yüksek. Bu noktada yoksulluğun kuşaklar arası aktarımı nasıl gerçekleştiğini anlatan Foggo, “Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) verilerine göre sadece bir öğretim yılında 612 binin üzerinde çocuk ekonomik nedenlerle okul dışında kaldı. Eğitim alt basamağa indi, ailelerin önceliği artık kira ve gıda. Kirayı ödemekte zorluk çekiyorlar, bakın İzmir de tanıdığım bir yalnız anne kirayı ödemekte zorluk çektiği için okula giden çocuğunun pantolonu kısalmış olmasına rağmen almakta güçlük çekiyor, çünkü birinciliği kira ödemesi aldı. Gıdaya erişimde zorluk çekiyorlar, öğün atlıyorlar, tek tip besleniyorlar, çocuklar ve aileler artık eğitimi bir gelecek, bir umut olarak görmüyor. Fakat bir çocuk eğitimden koptuğu anda, çalışmaya başladığı anda geri dönülmez bir yokluğun içine giriyor, bu da sürekli yoksulluğu getiriyor. Yoksulluk kalıcı hale geliyor ve işte o trafikte su satan çocuklar bu yoksulluğu miras alıyor” ifadelerini kullandı.
Devlet ve yerel yönetimler genellikle bu çocukları “sokaktan toplama” politikasıyla gündeme alıyor. Bu yaklaşımı değerlendiren Foggo, “Sokaktan elma toplamıyorlar, çocuk topluyorlar sonra ne yapıyorlar kabahat cezası kesiyorlar. Yoksulluğu mu önlüyor bu ceza, TÜİK rakamlarını önlerine koyup nasıl bir yolla bu yoksulluğu önleriz mi diyorlar. Bütün bu derin yoksulluk hallerinin ortadan kaldırılması ve çocuklara yaraşır bir yaşamın sağlanması ve hak temelli bir bakışla çocuk yoksulluğu ile mücadele edilmelidir. Açlık ve bakımsızlık nedeniyle büyümeyen, okula giderken beslenme koyamayan, okulu bırakıp çalışan çocukların, ‘kimsesiz’ olmadığını göstermek için laik ve bilimsel ve parasız eğitim birincil önceliğimiz olmalı” dedi.
İzmir Barosu Çocuk Hakları Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi Avukat Yekta Yavuz Ekici, esasen kırmızı ışıkta su satan veya başka işlerde çalışan çocukları ‘çocuk işçiliği’ kavramı yerine ‘emeği sömürülen çocuk’ olarak değerlendirmenin daha doğru olduğuna vurgu yaptı. Av. Ekici, “Çocukların çalışabileceği durumlar kanunla belirli koşullara bağlanmıştır. Ancak hiçbir koşul çocukların güvenliğini tehdit edecek ortamlarda üstelik olağanüstü sıcak dönemleri yaşadığımız günlerde çalışmak zorunda bırakılmasını açıklayamaz. Bu durum bir çocuğun açıkça ekonomik olarak istismar edildiğinin bir göstergesidir” değerlendirmelerinde bulundu.
Her ne sebeple olursa olsun; çocukların devlet tarafından desteklenmesi ve ailelerin yetemediği her alanda temel ihtiyaçları karşılanması gerektiğine dikkat çeken Av. Ekici, ailelerin ise çocuğunu her türlü istismardan korumakla ve ihtiyaçlarını karşılayarak çocuğun içinde bulunduğu toplumda sağlıklı gelişimini sürdürmesine destek olmak zorunda olduğuna vurgu yaptı. Av. Ekici, “Elbette ki bazen aileler yaşam koşullarına bağlı olarak çocuğun belirli ihtiyaçlarını yerine getiremeyebilir. Bu durumda Devletin ilgili Kurumlarından gerekli tedbirlerin uygulanmasını istemekten çekinmemeleri gerekiyor. Bu konudaki başvurulara ilişkin olarak bulundukları illerdeki baroların Çocuk Hakları Merkezi’nden ve İzmir özelinde 0 232 400 00 04 numaralı telefon aracılığıyla İzmir Barosu Çocuk Hakları Merkezi’nden ücretsiz olarak destek alabilirler” dedi.
Çalışmak zorunda kalan ya da çalıştırılan çocukların korunması için mevcut yasaların yeterli olup olmadığını değerlendiren Av. Ekici, “Yeni yasaları düzenlemektense; yasaları belirli prosedürlere dönüşmüş formaliteler olarak görmekten vazgeçmemiz daha sağlıklı olacaktır. Çocuk Koruma Kanunu kapsamında uygulamaya geçirilmiş kurumların, birbirleri ile koordineli çalışmaları ve koruyucu ve destekleyici tedbirlere ihtiyaç duyan çocukların tespiti ile gerekli tedbirlerin uygulamaya alınması noktasında hassas davranması çok önemli. Yalnızca uygulamak değil, uyguladığımız tedbirlerin sonuçlarını takip etmek, yeni ihtiyaçların doğup doğmadığını veya uygulanan tedbirin fayda sağlayıp sağlamadığını tespit etmek oldukça önem arz ediyor. Ancak ne yazık ki; kanunun getirdiği yükümlülükleri yalnızca doldurulması ve tamamlanması gereken yeni formlar olarak gördükçe istediğimiz kadar kanun değişikliği veya iyileştirmeler yapalım elde edebileceğimiz pek bir şey olamayacaktır. Tabii ki elimizdeki yasaları daha da iyileştirmek ve tedbirlerin kapsamını genişletmek için gerekli çalışmaları yapalım ancak bizim temel sorunumuz yasa koyucunun koymuş olduğu yasalar değil, bu yasaların konulma amaçları doğrultusunda uygulanmaması. Bu anlayışı değiştirirsek; ihmal ve istismar ile mücadelede ciddi bir yol kat edebileceğimiz kanaatindeyim” diye konuştu.
Kaynak : HABER MERKEZİ