- İzmir
- 23.04.2025 13:45
23 Nisan, Türkiye’nin çocuklara armağan ettiği tek bayram olmasına rağmen, yoksulluk ve eğitim eksiklikleri nedeniyle çocuklar bayramı kutlamak yerine, zor koşullarda çalışmak zorunda kalarak bayram coşkusunu yaşayamadan büyüyor
KEMAL ÖZKURT – ÖZEL HABER - Türkiye, dünyada çocuklara bayram armağan eden ilk ve tek ülke. Ancak 104. yılında kutlanan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, artık birçok çocuk için neşeyle değil, iş yüküyle anılıyor. Yoksulluk, eğitim çağındaki çocukları okuldan koparıyor, merdiven altı atölyelere, tarlalara, sokaklara sürüklüyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) “İstatistiklerle Çocuk” raporuna göre 2024’te 15-17 yaş grubundaki çocuk nüfusu 3 milyon 894 bine yükseldi. Ancak bu grubun 740 bini ya bir işte çalışıyor ya da iş arıyor. Son dört yılda çocuk işgücü yüzde 77 oranında arttı. 2021’de yüzde 14 olan çocuk istihdam oranı, 2024’te yüzde 24,9’a çıktı. Bu da her dört çocuktan birinin çalıştığını ortaya koyuyor. Çalışmak isteyen çocukların yüzde 10,4’ü ise işsiz. Çocuklar en çok sosyal güvenceden yoksun, sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda kalıyor. Kimi ayakkabı atölyesinde, kimi tekstilde, kimi inşaat alanında ter döküyor. Onlara bayram armağan edildiği söyleniyor ama hayatın gerçekleri, çocukları bayramdan çok geçim derdine mahkûm ediyor. 23 Nisan, artık birçok çocuğun heyecanla beklediği bir bayram değil mesai anlamına geliyor.
Derin Yoksulluk Ağı Kurucusu Hacer Foggo, Türkiye’de derinleşen yoksulluğun en çok çocukları etkilediğini belirtti. Artık çalıştığı halde temel ihtiyaçlarını karşılayamayan milyonlarca insan bulunduğuna dikkat çeken Foggo, çocuk işçiliğinin hızla arttığını, TÜİK verilerine göre bu oranın yüzde 24,9’a ulaştığını söyledi. Üstelik bu orana kayıt dışı çalışan çocuklar ile Mesleki Eğitim Merkezi’ne (MESEM) devam eden yaklaşık 2 milyon çocuğun dahil olmadığını vurguladı. Sanayi, inşaat, market ve tarım gibi sektörlerde çalışan milyonlarca çocuğun bulunduğunu söyleyen Foggo, “Bir çocuk işçi ordusu yaratıldı. Yoksulluk ve sosyal dışlanmışlık içinde yaşayan çocuk sayısı 7 milyonu aştı. Sosyal ve Ekonomik Destek (SED) başvurusunda bulunan çocuk sayısı ise 200 bine ulaştı” dedi.
Yeterli ve dengeli beslenemeyen çocukların sayısının her geçen gün arttığını belirten Foggo, yalnızca son iki yılda gıda fiyatlarının dört kat arttığını hatırlattı. TÜİK’in 2024 yılı verilerine göre, 15 yaş altı çocukların bulunduğu hanelerde, günde en az bir kez taze meyve ve sebze tüketemeyenlerin oranı yüzde 10. Foggo, bu durumun çocukların yalnızca sağlığını değil, eğitim hayatını da doğrudan etkilediğini ifade ederek “Yeterli beslenemeyen çocuklarda boy kısalığı, öğrenme güçlüğü, konsantrasyon eksikliği, zihinsel gelişim geriliği gibi sorunlar ortaya çıkıyor. Bu nedenle okul beslenme programları hayati önemde” dedi. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin de çocukların beslenme ve eğitim hakkını güvence altına aldığını hatırlatan Foggo, “Açlık ve bakımsızlık nedeniyle büyüyemeyen, beslenme çantası olmadan okula giden, hatta okulu bırakıp çalışmak zorunda kalan çocukların ‘kimsesiz’ olmadığını göstermek için laik, bilimsel ve parasız eğitim birincil önceliğimiz olmalı” diye belirtti.
Çocukların her geçen gün küçük sermaye gruplarına dönüştürülerek, asgari ücretin dörtte biri gibi maaşlarla işçi olarak çalıştırıldığını belirten Veli-Der İzmir Şube Başkanı Necati Kalafat, “Türkiye’de kamusal eğitimi 12 yıla çıkarıp zorunlu eğitim olarak tanımladığınızda, ister istemez çocuklarınızı lise hayatı içinde MESEM uygulamalarıyla iş hayatına itiyorsunuz. 14-15 yaşındaki çocukların iş kazalarında öldüğü haberlerini alıyoruz. 14 yaşındaki çocuklar iş kazasında ölebiliyor ama demokratik talepleri ya da öğretmen tayinleriyle ilgili söz söylemeleri mümkün olmuyor; gözaltına alınıyorlar. Okul çağındaki çocuklar, öğretmenlerin denetiminden uzak, sanayide 5-6 bin TL ile günde 8-9 saat çalıştırılıyor. Şu anda Türkiye’de MESEM uygulamalarıyla 2 milyon 200 bin çocuk, ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyor. Sonra da 23 Nisan gibi bayramlarda çocukların kutsallığından, geleceğimizi kuracaklarından bahsediyoruz. Ama gerçeklik şu: Çocuklarımız, küçük sermaye gruplarına dönüştürülerek asgari ücretin dörtte biriyle çalıştırılıyor. Eğitim sistemi çocuklara gelecek sunmuyor. Sunmadığı için çocuklar, ‘bari hızlıca iş hayatına gireyim’ diyerek bu sisteme dahil oluyor. Eğitim sistemi açısından karanlık günlerden geçiyoruz” dedi.
Çocukların okullara bir öğün yemek götüremediği, ailelerin ise temel barına ve gıda ihtiyaçlarını düşündüğü bir ortamın bayram atmosferini yaşamanın mümkün olmadığını söyleyen Kalafat, “Çocuklarımız okula beslenme götüremiyorlar. Çocuklar bir ayakkabıyla bir sene boyunca okula gitmek zorunda kalıyor. Hatta kıyafeti ya da beslenme çantası olmadığı için çocuklarını okula göndermeyen velilerin haberlerini alıyoruz. O kadar karanlık bir tablo var ki… Hani bayramlarda coşkuyla, neşeyle o günü yaşamak bir yana; aç gelen çocuklar var okullara. Servis ücretleri inanılmaz artmış durumda. Kaynak kitap, yardımcı kitap, bir sinema etkinliği… Bunların her biri artık paraya dönüşmüş durumda. Asgari ücretin 22 bin TL olduğu bir yerde insanlar temel barınma ve gıda ihtiyaçlarını düşünmek zorundayken, çocukların bir mutluluk peşinde koşabileceği bir atmosfer kalmamış durumda. Çok derin bir yoksulluk var ve bu yoksulluktan en çok çocuklar etkileniyor” dedi.
İktidarının her türlü politikasının ucuz emek sömürüsü, yoğun üretim ve yüksek kâr üzerine kurulu olduğunu belirten Emek Partisi (EMEP) Genel Başkan Yardımcısı Sevda Karaca, “Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Şimşek’in Orta Vadeli Program ve 12. Kalkınma Planı ile açıkça ortaya koyduğu ekonomi programı, halkın daha fazla ezileceğini, sermayedarların çıkarları için halkın daha da sömürüleceğini ilan etti. Bu düzende iktidar için çocukların işçileşmesi dışında bir seçenek yok. MESEM sisteminde çocuklar devlet eliyle işçileştirilerek sermayeye sunuldular. MESEM programı ile çocuklara hem lise diploması hem de ustalık belgesi verilip istihdama katılacakları söylendi. Ancak MEB verilerine göre, MESEM’e katılan çocukların yüzde 40’ı devamsızlık nedeniyle sınıfta kalıyor. Yani eğitim ve diploma gibi bir amaç yoktu. Bu program çocukların küçücük yaşta sermayeye köle edilmesi ve iş cinayetlerinde öldürülmeleri dışında bir sonuç vermedi. Ancak devlet, bu yanlıştan dönmek yerine, programı ortaokul seviyesine çekti. Artık daha küçük yaşlardaki çocuklar hedef alındı. Bugün çocuklar, 10-12 yaşından itibaren geçim derdine düşüyor, derste, evde ve yatakta olmaları gereken saatlerde atölyelerde çalışıyorlar. Okumanın anlamı olmadığına ikna edilip sanayiye gönderiliyorlar. Evin kirasını ödeyen çocuklar var. Tüm bunlar sadece sermayedarların kârını artırmak için. Böyle bir ortamda sosyal devletten ya da çocuk haklarından bahsetmek olanaksız” ifadelerini kullandı.