Aksisanat ses getirecek

Bu haftaki röportajımızı Yazar, Aksisanat Dergisi Kurucusu İsmail Cem Doğru ile gerçekleştirdik. 25 yıldır edebiyatın içerisinde yer alan isim yılların deneyimiyle Aksisanat’ı çıkardı ve 2004’te elektronik edebiyatın ilk örneklerinden Antoloji Şairleri Seçkisini yayımladı


  • Oluşturulma Tarihi : 08.01.2018 08:31
  • Güncelleme Tarihi : 08.01.2018 08:31
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Aksisanat ses getirecek

ONURHAN ALPAGUT-ÖZEL RÖPORTAJ

Antakya doğumlu Yazar İsmail Cem Doğru ile yazıya başlangıç hikayesini konuştuk. 25 yıldır aktif olarak edebiyatın içerisinde yer alan yazar, 2016 yılında ilk şiir kitabı ‘Ara’yı Mühür Yayınları’ndan çıkardı, 2017 senesinde Orhan Veli- ‘Unutabilmek Maviler İçinde’ adlı biyografik romana imzasını koydu. Edebiyat ile olan ilgisinden kaynaklı birçok derginin kurucu ekibinde yer alan isim deneyimleriyle Aksisanat adlı dergiyi çıkardı. Aksisanat hakkında konuşan yazar Doğru, “Aksisanat çalışması hem edebiyat dergisi projesiyle hem de sanat portalı hamlesiyle emin adımlarla yoluna devam ediyor. Kısa zamanda olumsuzlukları atlatıp daha yüksek ses vereceğimizi ümit ediyorum” dedi.

Bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Antakya Samandağ doğumluyum. 1994 yılında yükseköğrenim için geldiğim İstanbul’da yaşamımı sürdürüyorum. Mühendislik eğitimi aldım. Özel bir firmada çalışma hayatım sürüyor. Birçok edebiyat dergisinde çeşitli görevler yaptım. Yaklaşık 25 yıldır edebiyat çalışmalarımı sürdürüyorum.

YETENEĞİNİ KAĞIDA DÖKTÜ

Yazmaya nasıl başladınız, edebiyata olan bu merakınız nereden gelmekte?

Doğal bir konuşma yeteneğim var. Bu yüzden kendimi bildim bileli çok konuşmaya engel olamıyorum. Çok konuşan insanlar her zaman doğru, düzgün ve gerekli şeyleri konuşamıyor. Bunu fark ettiğimde yaşım küçüktü. Bunu düzeltebilmenin tek yolu yazmak gibi geldi nedense. 25 yıldır yazıyorum. ‘Konuşmamı azalttı’ diyemem. Ama konuşma disiplini getirdiğine şüphe yok. Artık konuşmalarımı yönetebiliyorum. Bu da mühim...

Kitaplarınızdan bize söz eder misiniz?

2004 yılında internet üzerinden şiirlerini yayımlayan bir grup arkadaşla birlikte örgütlediğim Antoloji Şairleri Seçkisi isimli antoloji Varlık Yayınları/CEP Kitapları tarafından yayımlandı. Kitap elektronik edebiyatın kendini ifade eden ilk örneği olabilir. O zamanlar internet üzerinden şiir yayımlamak çok yani bir ve tartışmalı bir durumdu. Bugün baktığımda tartışmanın tarafları yorgun ve suskun görünüyor. 2016 yılında ARA adlı ilk şiir kitabım Mühür Yayıncılık’tan çıktı. Kasım 2017 tarihinde de Orhan Veli-Unutabilmek Maviler İçinde isimli biyografik roman çalışmamı yayımladım. İndie yayınları tarafından yayımlanan kitap biyografik roman serisinin kitaplarından biri. Adından da anlaşılacağı üzere Orhan Veli’nin hayatını merkeze alan bir çalışma.

DENEYİMLERİYLE AKSİSANAT’I ÇIKARDI

Yazar kimliğinizin yanında bir de edebiyat dergisi çıkarıyorsunuz. Bu derginin oluşum süreci ve hikayesi nedir? Sizden dinlemek isteriz.

Dergi serüvenim 2003 yılında ‘İM SANAT’ dergisiyle başladı. Hakan Ayyıldız’ın yayın yönetmenliğini yaptığı dergi İm Sanat Kültür ve Edebiyat Derneği’nin bir çalışmasıydı. Sonra sırasıyla Kuşak Edebiyat ve Amanos Edebiyat dergilerinde çeşitli görevler yaptım. Tüm dergilerin kurucu ekibi içinde bulundum. Dergilerin kuruluş gerekçesi genellikle birbirine benzer. Özgün, yeni etkili bir kanal yaratmak ister dergiler. İstenen sonuçları vermediğinde ya da işlevini yerine getirdiği ve misyonunu bitirdiği düşünüldüğünde kapanma süreci kaçınılmaz oluyor. 2017 Nisan ayında ilk sayısını çıkardığımız Aksisanat dergisi biraz daha deneyimli bir dergi bu anlamda. Bu defa daha doğru bir ilerleyişle daha derin izler bırakmayı ümit ediyorum. Bunun için daha güçlü bir ekonomik güzergah oluşturmaya çalıştık. Şu an bazı kötü sürprizlerle mücadele etmek zorunda olsak da Aksisanat çalışması hem edebiyat dergisi projesiyle hem de sanat portalı hamlesiyle emin adımlarla yoluna devam ediyor. Kısa zamanda olumsuzlukları atlatıp daha yüksek ses vereceğimizi ümit ediyorum.

Dergi ağırlıklı olarak hangi kesime hitap ediyor?

Doğrusunu isterseniz derginin odak noktası işlediği konular. Belirli bir zümrenin ya da politik/poetik görüşün dergisi olmayı amaçlamıyor. Türkiye Edebiyatı’nda kültürel bir travma ve deformasyon var. Türkiye Edebiyatı dediğimin farkındayım. Kastettiğim şey Türk Edebiyatı ya da Türkçe Edebiyat değil. Her biri farklı kavramlar. Türkiye Edebiyatı deyince daha kapsayıcı bir şey kastetmiyorum. Daha genetik kodlara ait bir deformasyonun altını çizmek için bu ifadeleri kullanıyorum. Çünkü bu ülkede üretmeden varlığını sürdürebilen garip bir kitle var. Kimi edebiyatın en önemli isimleri arasına çoktan adını yazdırmış. Ünvanına bakıldığında şair, yazar, çevirmen, eleştirmen, ovuşturman, kırıştırman gibi şeyler yazılıyor. Kişinin yaptığı tüm işleri kısa vadede ölçmek mümkün değil. Orta ve uzun vadede her şey gün gibi ortaya çıksa da kimse çıkıp onlar hakkında tek kelime edemiyor. Biraz daha açalım. Önemli bir şair olarak kabul ediliyor. Şiirine baktığınız zaman oldukça zayıf metinlere rastlıyorsunuz. Çeviri yaptığı söyleniyor. Çevirisini dil bilmeden ölçme şansı olmayan kişiler “iyi çevirmen” falan diyor. Burnundan kıl aldırmıyor. Bunların bir kısmı gazetede köşe falan yazıyor.

Bir başka kesim sürekli aynı şeyden şikayet ediyor. Kanonlardan, klanlardan. Kimse de ona dönüp “yahu sen doğru düzgün bir metin yazdın da yayımlamadılar mı?” demiyor. Dolayısıyla Aksisanat Dergisi söyleyecek sözü olanla olmayanın daha net fark edilebileceği bir ortam yaratmak istiyor. Bunun kolay bir şey olmadığının farkındayım. Herkesin bir yere çekmeye çalıştığı, yapılması gerekenler hakkında fikrini dayattığı bir ortamda bir algıya direnmek iyi niyetli bir girişimden öteye geçmek zorunda. Bunun için derginin yayın politikasında ısrar etmesi gerekecek. Bu anlamda dergi edebiyat okuru kumaşı olan genel okur kitlesine ulaşmaya çalışıyor.

BAĞIMSIZ EDEBİYAT

Derginin çıkış noktası nedir?

Belirttiğim gibi edebiyat içinde isimlerden bağımsız olarak tüm ayrıntıların konuşulduğu bir ortam oluşturmak arzusundayız. Her dergide belli isimlerin dokunulmazlığı vardır. ‘Aksisanat’ bu tür bir güdülenmenin taraflarından biri olmak istemiyor. Tabi bu ifadeleri de doğru anlamak önemli. Yapılan bir işi eleştirirken işi yapan kişinin şahsiyetine zarar vermek zorunda hissetmeden gerekçeler ortaya koyarak bir konu hakkında konuşmak da çok kolay değil. Çünkü genel olarak tüm kesimleri boyunduruk altına almış kalıplar var. Kimse sevmediği insanları takdir etmiyor. Belli güruhların içindeki insanların nesnel olmayan koruma kalkanları ardına saklanmaları her şeyin önünü tıkıyor. Aksisanat içinde bu tür saplantılardan uzak durulan bir çalışma ortamı oluşturmak arzusundayız.

Edebiyat dergisi olarak, ne gibi sıkıntılar yaşıyorsunuz, geleceğe yönelik hedefleriniz ve amacınız nedir?

Edebiyat dergilerinin sorunları arasında büyük farklılıklar olduğunu düşünmüyorum. Öncelikle maddi sorunlar kolay aşılmıyor. Ama bana sorarsanız kısa vadeli planlarla sadece maddi sorunları aşmak mümkün. Asıl büyük sorun sürdürülebilir bir nitelik sorunu. Derginin sayfalarını doldurmaktan söz etmiyorum. Ancak edebiyat ortamında tarif edilmesi güç bir disiplin sorunu var. Eskiden de böyle miydi bilmiyorum. Ancak şu an kolay ulaşılan bilgi ve hızlanan iletişim koşullarıyla beraber bireysel kurtuluşa yönelmiş, her yere yetişmeye çalışan bir edebiyatçı portresiyle karşı karşıyayız. Herkesi bu genellemenin içine almak doğru değil elbette. Ancak genellikle karşılaşılan bu tutum yüzünden dergiler kapalı çevrim yayınlarla karşı karşıya kalıyoruz. Tek tip sözcükler ve söylemler ve hatta fikirler de öyle... Kült bir ya da iki dergiyi bu işin dışında bırakırsak genellikle durum bu şekilde... Bir soruya nasıl yanıt verileceğini bile formülize eden tutucu bir anlayış bu işin en büyük sorunu.

Sürekli şikayet eden; yazarı yazara, yazarı okura, o da yetmeyince okuru okura ve yazara şikayet eden analitik olmaktan uzak tutucu, bazen de çözümden korkan bir ortamı tek başımıza değiştirebileceğimiz yönünde bir inancımız yok. Buna kızgın, bir kenardan iktidara direnmenin konuşmaktan geçtiğini düşünen, üretmeyen, düşünmeyen, felsefik ve yarı politik öğretilerin edebiyat üzerindeki etkisini gençliğinde yüzeysel olsa da çalışmış, bu öğretiler ışığında cümleler kurarak tüm bir ömrünü geçirenler içinde yapacak bir şeyimiz yok. Ama tüm bu olumsuzluklardan sıtkı sıyrılmış, şikayet etmek yerine çözümü tartışmak isteyenlerin varlığından da haberdarız. Geleceğe yönelik en önemli amacımız üretmekten başka hiçbir ayrıntıya yüz vermeyen bir ortam yaratabilmek.

YENİ ESERLER YOLDA

Yazar kimliğinize geri dönecek olursak, ufukta yeni bir kitap var mı?

Şu ana dek çalıştığım alanlar içinden çıkarılması gereken en önemli sonuç tüm işlerin merkezinde şiirin olduğu. Bunun böyle devam edeceğini düşünüyorum. Şiirlerin dergilerde görünme süreci kesintisiz devam ediyor. İkinci şiir kitabım da basıma hazır durumda. Orhan Veli Unutabilmek Maviler İçinde çalışması da kimseyi yanıltmamalı. Bunun bir biyografik roman olması bir şeyi değiştirmez. Bir şairin yaşamını ekseninde Türk şiirinin en büyük mücadelesini ve devrimini anlatmaya çalıştım. İtirazlar gelebilir. Ama yapmaya çalıştığım budur. Şiirimizdeki farklı mücadeleleri de başka şairlerin yaşamı üzerinden anlatmaya devam edeceğim. Çok önemli bir şairin yaşamını çalışmaya başladım. Bireysel çalışma planlarından ayrı tutmuyorum bu işleri. Uzun yıllardır sürdürdüğüm şiirsel güldürü formundaki gösterimde işlediğim metinlerin ve çok daha farklı ayrıntıların da işlendiği bir mizah kitabı çalışmam da hazır. Aslında edebiyat ortamında bulunmadığım, görünmediğim zamanlarda ortaya çıkarışmış işleri yavaş yavaş paylaşmaya başladığımızı söyleyebiliriz. Son olarak şairler hakkında yazdığım yazıları da bir araya getirme arzum var.

Ülke genelinde edebiyata yeteri kadar önem verildiğini düşünüyor musunuz?

Ülke genelinde edebiyata yeteri kadar önem verilmesi teorik açıdan mümkün değil. Edebiyatın ne olduğu konusunda uzlaşmak nasıl mümkün değilse bu konuda da yeterlilik söz konusu olmaz. Her şeyden önce bu ülkede her şey olması gereken amaçlardan farklı şeyler için yapılıyor. Dünyanın her yerinde edebiyat son tahlilde dil meselesini uluslararası seviyelere ve donanımlara çıkarmak için örgütlenmesi gereken bir çalışma alanı. Milli kavramı belirli çıkar gruplarının oyuncağı olmaktan çıkarıldığında bir ülkenin diğer ülkelere karşı giriştiği rekabetin öne çıkan unsurlarından birine dönüşür. Dili ihraç edemeyen ülkelerin sanayi, teknoloji, bilgi ihraç edebildiklerine nerede rastlanmıştır. Ülkemiz tüm teknolojik unsurlar için Alman normlarını kullanır. Bu yüzden alman normunda üretim yapmayan ülkelerin ülkemize teknolojik girişler yapmaları oldukça güçtür. Bunu dil avantajıyla Amerikan teknolojisinin aşmaya çalıştığını görüyoruz. Ama dil dezavantajıyla çok daha önemli bir altyapısı olan Japon teknolojisinin rekabet unsurunun ancak değişkeni olabildiğini görüyoruz. Bu örnekleri şunun için anlatıyorum: bu bir değişmemesi gereken devlet politikasıdır. Dil sizi fason olmaktan kurtaracak en önemli yoldur. Bizim Hasan Ali Yücel dönemini çıkarırsak ne yaptığını bildiğinden çok da emin olamadığım bir eğitim ve dil politikamız olmuş hep. Yani Alman’ın, İngiliz’in son üç yüz yıl içinde bir ya da iki defa değiştirdiği şeyleri bir neredeyse her yıl değiştiriyoruz. Üstelik yetkinlik sözcüğünün anlamını da unutmuş durumdayız. Bu tüm alanlara yansır haliyle. Ülkede on bin edebiyat mezununa iş bulunamıyor. Bu da hatalı planlamanın bir sonucu... Ama ülkenin yüksek tirajlı gazeteleri, televizyonları bile bu konuda sürekli hata yapıyorsa bunu neye yormak lazım. Büyük firmaların önemli yöneticileri okuyunca anlaşılamayan yazışmalar yapıyor zaman zaman… Oysa dil bir toplumu bir arada tutabilen birim en önemli unsurlardan biri. Bunlar çözülmeden kitap okuma meselesi üzerinde durmanın gereği kalmıyor.

Türkiye gündemi ve mevcut gerginlikler ve politik ortam dergileri ve sizi nasıl etkiledi?

15 gün sonra öleceğinizi öğrenseniz son günlerinizde kaç kitap satın alırdınız ve kaçını okurdunuz? Politik ortam ile ilgili soruya öncelikle Sanayicilerle yoğun görüşen bir mühendis olarak cevap vermek isterim. “Bekliyoruz” diye bir mottosu var orta grup sanayicinin. Yaklaşık 2012den bu yana artarak devam eden bir “bekliyoruz” durumu. Siz sokağa çıktığınızda gördüğünüz tüm hareketliliği sağlayan şey sermayenin beklemeyişidir. Bekleyen sermayenin olduğu yerlerde hayat durağan bir hal alır. Trafik kazalarından ölümlere bile yol açan şey bir işadamının aldığı bir yatırım kararıdır. İnsanların eve aldığı ekmek sayısını bile bu belirler. Özetle entegre sermayenin bekleme pozisyonundan çıkması önemli. Sözünü ettiğim güncel ve yerel sermaye değil. Türkiye’de ve dünyada yaşanan büyük değişim süreciyle beraber haliyle belirsizliği de derinleştirmiş olabilir. Siyasilerin bizden fersah fersah daha iyi bildiği bu konuyu açma sebebimiz elbette edebiyatın bu süreçten nasıl etkilendiğiyle ilgili. İki kesim insan var şu an. Ülkeden, yaşamdan, gelecekten, devinimin öneminden umudunu kesmeyip yaşamakta ısrar eden bir kesim var. Bir de sinmiş, yorulmuş, belirsizlikten yakınan bir kesim var. Ne yazık ki ikinci kesimdeki insanların her geçen gün sayıları artıyor. Yaşamın bir an önce normale dönmesi, ülkenin planlı çalışan sanayicilere sahip olması, kapitalin dolaşıma çıkması ve yaşamın rutin telaşlarının insanın tüm zamanını alması sanırım herkesin ortak temennisi. Son birkaç yıl öyle inanılmaz olaylar yaşandı ki çok uzak değil, daha on yıl önce böyle bir film izleseydik bunu kendimize asla yakın bulmazdık. Ama ne yazık ki hepsi yaşandı. Günlük yaşam koşullarının iyileşmesi, toplumun kurumlara ve kavramlara duyduğu güvenin geri gelmesi tartışmasız en önemli konu. Bu ortamda edebiyat haliyle insanların gündeminin epey gerisinde yer alıyor. Çünkü insanların gündeminin edebiyatla yolu kesişmiyor. Edebiyatçı da böyle bir ortamda yazdıklarını sorgulamak zorunda... Belki de herkesin yazdıklarından bir dakikalığına da olsa utanmasının tam vaktidir.

NE OKUMALIYIZ? KAYGISI YOK

Gençlerimiz sizce yeteri kadar okuyor mu?

Bunun cevabını sahiden bilmiyorum. Ama ben yeterince okumanın da ne olduğunu bilemediğim için bunu cevaplamakta zorlanıyorum. Nereden bakmak lazım? Kıstas sayfa sayısı mıdır? Yani günde elli sayfa okuyan iyidir de on sayfa okuyanı küçümseyelim mi? Ben son altı yıldır kendimle ilgili ortalama bir istatistik tutuyorum. Önceki yıl 10,24 sayfa günlük kitap okumuşum. Geçen yıl 11,10 olmuş. Dostlarım içinde günlük ortalaması elliyi bulan da var. Bence toplumun eksiği okumakla ilgili değil. Okuma disipliniyle ilgili. Kimse ne okumak istediğini bilmiyor demek lazım. Öyle kitaplar var ki okunması büyük sıkıntılar yaratıyor. “Ne okumalıyız” başlıklı kaygılarımız yok. Bence bu durum okumama sorunundan daha büyük…

Haber Merkezi