- Kültür-Sanat
- 16.06.2025 13:06
Bu haftaki röportajımızı başarılı Şair Salih Gözek ile gerçekleştirdik. İlk kitabını 2006’da yayımlanan Gözek’in son kitabı ‘Yüreğimdi Eşikte Bekleyen’ ise geçtiğimiz aylarda raflarda yerini aldı
ONURHAN ALPAGUT-ÖZEL RÖPORTAJ
Tireli Şair Salih Gözek’in son şiir kitabı “Yüreğimdi Eşikte Bekleyen” çıktıktan kısa bir süre sonra okuyucunun yoğun ilgisiyle karşılandı. 2006’da ilk çıkardığı Kitabı Bir Pencere Aç ile yükselişi yakalayan şair, yazdığı diğer şiirlerini de kitaplaştırmayı düşünüyor. Şiirlerini kendine özgün ve sade bir üslup kaleme alan Gözek, son kitabı ile okurların dikkatini çekerken kısa sürede edebiyat dünyasında ses getireceğe benziyor.
Şair olma süreciniz nasıl gelişti?
Öncelikle ilginize çok teşekkür ediyorum, gazetenizde yer almak onurdur. 1953 Tire doğumluyum, 7 çocuklu çiftçi bir ailenin 3. çocuğuyum, ailem tütün tarımıyla uğraşıyordu, 14 yaşıma kadar tütün tarlalarında büyüdüm, ilkokulu ve ortaokulun 2 yılını Tire’de okudum. 1967 yılında İzmir Karabağlar’a göçtük, ekonomik nedenlerle okuluma devam edemedim ve oto boyacılığına çırak oldum.1968/69 ders yılında ısrarımla Yağhaneler Fevzi Çakmak Ortaokuluna kaydoldum ve bu okulun ilk mezunlarındanım, ders yılı sonunda Devlet Parasız Yatılı sınavlarına girdim, Ankara Yenişehir Sağlık Koleji’ni kazanarak buradan Radyoloji (Röntgen) bölümünü 1973 yılında bitirdim ve Yozgat’ta göreve başladım, değişik illerde çalıştım. 1981’de bazı zorunluluklardan istifa etmek zorunda kaldım ve 2 yıl oto boyacılığı yaptım. 1983’te İzmir’de memurluğa geri döndüm ve 1996 da emekli oldum. Yüksekokul hep içimde ukteydi, örgün öğretim yapabilmem zordu ve 1991 yılında Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim İktisat bölümünü bitirdim. Emekliliğimin ardından Mali Müşavirlik stajına başladım ve 1998’de Torbalı’da Muhasebecilik büromu açtım. 2000 yılında Fethiye’ye yerleşerek işimi burada sürdürdüm. On yıl sürdürdüğüm mesleğimi 2008 yılında sonlandırarak Tire’ye döndüm, birkaç işletmede Muhasebe Müdürlüğü serüvenim oldu, ancak sürdüremedim, çocuklarım İstanbul’da yaşadığından yaşamım İstanbul, Tire, Fethiye ekseninde sürdü bir süre, artık Tire’de yaşıyorum. Şiir serüvenim emekli olduktan sonra başladı, o yaşıma kadar şiirle Nazım, Attila İlhan ve bir kaç şairi okumak dışında fazlaca ilişiğim olmadı, çocukluğumdan bu yana çok okuyan bir kitap kurduyum zengin bir kitaplığa sahibim, okumalarım edebi eserlerden çok inceleme, belge, arkeoloji, tarih, dinler tarihi, felsefe, bilimsel ve siyasi eserlerdi. 1998’den sonra şiire tutkum başladı, çokça okuyunca yazma denemelerim de başladı, o günlerden bu yana da devam ediyor.
Kitaplarınızı ortalama ne kadar sürede tamamlıyorsunuz?
Kitaplarımın bir süresi yok, önce bir dosya olarak başlıyorum, kitap oylumuna geldiğinde yeni bir dosyayla devam ediyorum, basılmış iki kitabım dışında hazır beş / altı dosyam var, dilerim bir gün onlar da kitaplaşır, MİHRİ ve Alfabeye Şiirler & MİRA dosyalarımın kitap olarak okura ulaşması en büyük dileğim…
Yazmaya nasıl başlıyorsunuz? Sizi ne gibi durumlar ve hisler teşvik ediyor?
Çocukluk ve Göç anılarım çok yer kaplıyor içimde, anımsadığım bir anım aklıma düştüğünde şiire dökmek istiyorum ve bir dize yazıyorum sonra da onu bütünleme çabasına giriyorum. Ya da bir şiir kitabı okurken bir şiirdeki bir dize duygumu titretiyorsa o dizeyi de şiirime katarak yeni bir şiir oluşturma çabasına giriyorum, tabii aldığım dizenin şairini de dip notuma alarak… Böyle şiirlerim kitabımda görülür.
Size göre yazmak bir yetenek mi? Sonradan geliştirilebilir mi?
Tabii ki yeteneği yadsıyamayız, çok okuyarak ve çokça yazarak şiir dili geliştirilebilir. “İlham geldi yazdım” bana pek uymaz, dili iyi biliyor ve yazmayı seviyorsanız yazmak isteği geldiğinde bir ucundan başlıyorsunuz ve onu geliştiriyorsunuz. Çok uzun yazmayı sevmem ucu kaçıyor, az sözcükle ve imgelerle çok şey anlatmak ilkemdir.
Yazdıklarınızda sizi ne kadar görüyoruz?
Galiba çok. Şiire geç başladım. Yaşadığım hayatın içimde biriktirdiği duygu yoğunluğunu anlatmak kaçınılmaz gibiydi o nedenle benden çok şey vardır şiirlerimde. Ama bunları hep birinci şahıs yani “ben” olarak yazmadım, bir anlatıcı olarak da yazdım.
Bize yazdıklarınızdan söz eder misiniz?
2000 yılında Fethiye’ye yerleştim, şiire başlayalı çok olmamıştı henüz, orada edebiyat, kültür, toplantı ve buluşmalarına katılırdım, bir de kendimiz bir gurup oluşturmuştuk, yazdıklarımı arkadaşlara gösteriyordum tabii acemiliğim göze batıyorsa da yazdıklarımı yeniden yeniden düzenleyerek olgunlaştırmaya çalışırdım, sonra bu arkadaş gurubuyla “Paspatur Kültür Sanat Edebiyat Dergisi” çıkarmaya başladık, ilk şiirlerim orada yayımlanmaya da başladı. Halen Fethiye’de yaşayan ve etkinlikler düzenleyen sevgili Coşkun Karabulut arkadaş 2006 yılında yazdıklarımın kitaplaşma olgunluğuna geldiği konusunda beni yüreklendirerek eyleme geçmem gerektiğini söyleyince İstanbul’da daha çok basılı reklam işiyle uğraşan kızım yayınevleriyle görüşmeler yaptı ancak, adı hiç duyulmamış birinin kitabını basmaya sanırım yanaşan olmadı pek. “Owo Yayınları”nın editörü kızımın yakın arkadaşıydı, “ben basayım” deyince ilk kitabım: “Bir Pencere Aç” 2006 yılında okuyucuyla buluştu. 2015 yılında da ben İstanbul’da yaşarken matbaacılık yapan yakın arkadaşım Hakan Demir Ceres Yayınevi’ni kurdu. Dosyamı ona gösterdim ve yayımladığı ilk 5 kitaptan biri de benimkisi oldu. “Yüreğimdi Eşikte Bekleyen” de böylece okurla buluştu. Şu an beş dosyam var kitap oylumunda, okuyucuyla buluşur mu? İşte onu bilemiyorum. Biliyorsunuzdur yayınevleri şiir basmaya pek yanaşmıyor ticari kaygılarla, dosyamı ilettiğim ilgililer de yüklüce bir fatura koyuyorlar önümüze, hem benimsemediğim için hem de ekonomik nedenlerle de ben yanaşmıyorum.
Türk toplumu sizce yeterince okuyor mu?
Hayır okumuyor, ülkeyi yönetenler de okumasını istemiyor zaten. Saygıyla andığım başucu yazarlarımdan Oktay Akbal’ın yıllar önce söylediği bir söz vardı hiç unutmam. Akbal bir yazısında; “Ne zaman ki kitap okuyan sayısı ayak topu seyircisi kadar olur Türkiye o zaman aydınlığa kavuşur” demişti. Büyük bir ütopya bu, ülkem hiçbir zaman bunu göremeyecektir. İnsanımız kutsal kitabını bile başucuna asar ve sadece tozunu silmek için eline alır. Çevrenizde kitaplığı olan kaç insan tanıyorsunuz bana söyleyebilir misiniz? Evlerde TV’nin, ellerde telefonların en pahalısı, en son modeli vardır da on lirasını kitaba ayırmaz. Okumaya zamanları yoktur, saatlerce TV izler, sokakta bile önüne bakmadan telefonla oynar kitaba gelince; ya pahalılığını ya da zamanının yokluğunu bahane eder. Ne yaman çelişki… Toplu taşıma araçlarında telefonundan elini ve gözünü ayırmayan ne çok insan görürüz ama, elinde bir kitap olanı gördüğümüz olmuş mudur hiç? Okumadığı için bu toplum bir arpa boyu yol alamaz çağın gelişmişliğinde. Son model arabaya, en donanımlı telefona sahip olmayı modernlik saymak nasıl da çirkinliktir.
Kitap fuarlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir yazan olarak kitap fuarlarına katılmadım hiç, kendimi o yetkinlikte göremiyorum. Okuyucu olarak hep fuarlarda olmam. Katılır mıyım? Onu da bilemiyorum, çok da cazip gelmiyor, sıkılırım diye düşünüyorum, pazar yeri görünümü oluşturuyor bende, etkinlikleri daha samimi buluyorum.
İzmir TÜYAP’a katıldınız mı? İzlenimleriniz nasıldı?
İzmir ve ya İstanbul’da olduğumda fuarları okuyucu olarak ziyaret ediyorum. Tanıdık yüzlere rastladığımda sohbet edip kitaplarını alıyorum, başkaca bir eylemim olmuyor.
Hedefleriniz nedir? Amaç edindiğiniz varmak istediğiniz bir nokta var mı?
Hedefim? Çok da düşünmedim ama, kalıcı olmayı ve daha iyi yazmayı isterim tabii ki… Kendime hiçbir zaman “şairim” demedim, utanırım. Ustaların neresine koyabilirim ki kendimi? İnternet platformunda yazdıklarımı paylaşıyorum, güzel dönüşler ve yorumlar alıyorum, bazı dergilere gönderiyorum bazıları yayımlanıyor. “Adabelen Eğitim–Kültür– Edebiyat – Sanat Dergisi”nin kadrolu yazanıyım. Bir de Ödemiş’te sevgili Ömer Akşahan ki bana “iyi şairsin” ilk o demişti ve hemen her sayısında bir şiirimle yer veriyor, çok teşekkür ediyorum kendisine. Şiirimden öyküler çıkarılsın isterim, bir de bir kez okunup geçilmesin, şiirim okuyanı alakoysun bir kez daha başa dönsün isterim. Birçok okuyanımdan da bu dileğime uygun yorumlar alıyorum. İki örnek vermek isterim hemen. Bir okuyanım: “Döne döne okudum.. keyifle, coşkuyla… Sen farklısın Salih” demişti, bir okuyanım da: “Salih Gözek’in şiiri, Okudum bitti diyeceğimiz türden değil. Dönerek daha uzun süre okunmalı, tadına vara vara”… İşte budur benim amaç ve hedefim.
Son kitabınızdan söz edecek olursanız…
Son kitabım anlattığım gibi 2015’de yayımlandı, Şiirlerime yazıldığı yer ve tarih düşürmüyorum, sadece bir dosyam bittiğinde yenisini açıyorum, yayımlatacak olursam da dosya sırasına göre giderim sanırım, okuyucu da şiirin gelişim süreci hakkında bilgi sahibi olur diye düşünüyorum.
Türkiye’de kitap yayımlamak zor mu?
Sanırım öyle. İlçede yaşıyorum, İstanbul’da, İzmir’de edebiyat ortamlarına katılamıyorum. Çok ünlü ve medyatik değilseniz, ahbap-çavuş ilişkileriniz yoksa kitabınızı yayınlayanın çıkacağını sanmıyorum. En güzel örnek yine kendi durumum, kızımın arkadaşı ve kendi arkadaşım olmasaydı kim basardı ki kitaplarımı? Zaten şiir satılmıyor diye yayınevleri de uzak duruyor, dosya gönderdiğinizde size önce fatura sunuyorlar. Neyse… Dilerim bir gün aşılır bu zorluklar.
Bir yazar-şairin sadece yazarak yaşamını idame ettirmesi mümkün mü? Konu hakkındaki düşünceleriniz?
Hayır! Mümkün olur mu hiç? Evet telif alan yazar ve şairler var, medyatik ve medya yoluyla şişirilen suya tirit yazanlar alıyor ama gerçekten saygı duyduğumuz gerçek yazar ve şairlerden telif alan sanırım çok azdır ve onunla geçimini sağlayabiliyor mudur? Belki.. Bir elin parmakları kadardır diye düşünüyorum. Geçenlerde bir arkadaşım üç yıl önce yayımlanan kitabından aldığı telif 165 liraydı, acı acı güldük ve bir de oooooo! Çektik.