Tiyatro bilinç uyandırır

İstibdad Kumpanyası için İzmir’e gelen Levent Üzümcü’yle oyun öncesi sahnede buluştuk. Sıcakkanlılığı, samimiyeti ve ses tonundaki vurgulamaları ile oldukça etkileyici konuşan Üzümcü’nün en üzüldüğü nokta ise sanatın çeşitli yaptırımlarla özgür bırakılmayıp suya sabuna dokunmayan, dar kalıplarda icra edilmeye zorlanması. Bu kapsamda Abdülhamit dönemini anlatan İstibdat Kumpanyası’nda insanoğlunun açgözlülüğü bir kez daha trajikomik bir şekilde gözler önüne serilerek Abdülhamit’i devirerek yerine geçmek isteyen Şeref Paşa’nın bir gurup tiyatrocuyu kullanarak amacına ulaşmak için nasıl oyuncuları zorladığı mizahi bir dille anlatılıyor


  • Oluşturulma Tarihi : 28.02.2015 08:20
  • Güncelleme Tarihi : 28.02.2015 08:20
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Tiyatro bilinç uyandırır  haberinin görseli

NİLGÜN TAZE

SANAT BENİ ÖVSÜN

İlk olarak dizilerden çok sahnelerde görüyoruz sizi bunun özel bir nedeni var mı?

Var... Ancak çok da üstünde durulacak bir şey değil. Sonuçta çıkar üstüne kurulmuş bir liberal politika cehennemi burası. Burada da rengini açıkça belli eden, kendi ayakları üzerinde, kendi fikirleri ve idealleri ile duran insanlara tıpkı Cumhuriyet Dönemi ve her dönemde olduğu gibi çok da fazla tahammül edilemiyor ve onlar bir şekilde yok edilmeye çalışılıyor. Bu dili en iyi kullanan insanlara neler çektirildiğini hepimiz biliriz mesela. Türklerin... Kendi dilini en iyi kullanan insanların. Nazım Hikmet’e, Yaşar Kemal’e, Sabahattin Ali’ye yapılmış olanlar ve yapılanlar ve hala yapılmakta olanlar nasıl bir ülkenin, nasıl bir cehennemin içinde yaşadığımızın en büyük göstergesidir. Çok normaldir bizim gibi ülkelerde kendi ayakları üzerinde onuru ile durabilmenin bedelini ödemek. Bu tamamıyla neo-liberal bir yönetim şeklinin sonucu. Sokakta polisi kendi vatandaşı üzerine saldırtan insanların  sanata karşı iyi niyet beslemesini beklemek safdillik olur. ‘Sanat beni övsün’ isteniyor.  Sanattan böyle bir şey istemek kadar acayip bir durum olabilir mi? Düşünsenize 2500 yıl önce yazılmış oyunlardan ülkeyi yöneten aydın dediğimiz insanlar rahatsız oluyorlar. Bizden binlerce yıl önce yaşamış adam oyunlarını yazarken dememiş ki ‘iki binli yılların başlarında Türkiye'de baskıcı bir rejim olacak, onlar alınmasınlar sakın ben oyunlarımı böyle yazıyorum.’ Ne Shakespeare, ne Brecht, ne Aiskhylos böyle düşünmedi. Sadece Dünya’ya, insana dair sıkıntılarını yazdılar. Sen 2500 yıl önce yazılmış oyundan niye alındığını ve o oyunda anlatılan problemlerin günümüzde hala neden seni rahatsız ettiğini düşünecekken bunların üstünü örtmeye çalışıyorsun. Bunun mantıklı bir açıklaması yok.

YASAKLAR SANATI DURDURAMAZ

Sanata karşı gösterilen bunca baskıya sanatçı nasıl direnebilir?

‘Tüy Kalemler’ anlamına gelen  ‘Quills’ isimli bu sorunun cevabını veren bir film vardır.  Bu film de filmin kahramanına kalemi yasak ederler ancak bu yasak onu durduramaz ve kanıyla duvara yazar. Ellerini kollarını bağlarlar o yine durmaz hikayesini ezberleyen insanlar bulur. Önüne geçemezsiniz sanatın... O kendisini ifade edecek mutlaka bir yol bulur. 1930'ların sonundaki Almanya, İtalya, İspanya, sanatın önüne geçemedi. Günümüzün Türkiye’si de geçemeyecek. İstibdat Kumpanyası da zaten böyle bir durumu anlatıyor. Bir tiyatro oyunundan insanların hoşça vakit geçirmesi dışında ne beklenebilir ki? Oyuna giden insanlar ayaklandılar! Allah aşkına İstibdat Kumpanyası zaten bunu anlatıyor. Önce gelip izlesinler ve kurgularının ne denli korkunç ve acınası olduğunu izlesinler. Böyle bir saçmalık hayal edebiliyor musunuz? Tiyatro izleyerek kim galeyana gelmiş dünyada? Canlı yayında daha program bitmeden bir söylediğinin tam tersini söyleyen ve ayrıca da dolandırıcılığı tescillenmiş siyasiler var bu ülkede. Bu insanlar çok trajikomikler. Çok garip geliyor bana bunlar. Bir panayır yeri gibi. Ayrıca bilim adamı olarak geçinen ve bütün yaptığı konuşmalarda baskısını dayatan partisini destekleyen ama onun bir üyesi olmadığını savunup şimdi de istifa ederek milletvekili adayı olmaya çalışanlar var. Gerçekten ruhu örselenmiş, yalanı dolanı bir hayat felsefesi olarak görmüş insanların bir birlikteliği olarak görüyorum ben bu durumu.

DİZİ İZLEMEMEK ALAY KONUSU

Son dönem tv dizileri hakkında neler düşünüyorsunuz?

Hiçbir şey düşünemiyorum açıkça söylemek gerekirse. Çünkü ben zaten hiçbir zaman bir dizi izleyicisi olmadım.  İzlemem çok fazla. Üzerinde durulan ve karşı tarafı hakir görmek için çok kullanılan bir şey haline getiriyorlar bazı insanlar bu tercihimi... ‘Ne yaaa yani dizi izlemiyor musun’ havası ya da ‘haa tabibi izlemiyorsundur’ gibi inanmayan bir havada söylemlerde bulunan adamlar var.  Türk dizilerini oyuncu yönetmenliğimi kullanmak isteyenler olduğu zamanlardaki gibi başka başka sebeplerden dolayı izliyorum. Benim kendilerinin oyuncu yönetmeni olmamı isteyen arkadaşlarım oldu. Ben de özel nedenlerden ötürü oyuncu yönetmenliğini yaptığım bu arkadaşlarımın hiçbir zaman isimlerini duyurmuyorum, benim hoşuma gitmiyor çünkü. Onun adına, karşı taraf adına hoşuma gitmiyor. Oynadıkları diziler oluyor, yeni girdikleri diziler oluyor, çalıştıkları diziler oluyor onlara bakıyorum. Bu tür izlemeler mesleki izlemeler oluyor tabi ki. Daha hedefe odaklı bir izleme oluyor. Bu nedenle izlediğim hatta izlerken beğendiğim diziler de var.

Türk dizileri size hitap etmiyor o zaman..

Ben daha çok sinema izlemeyi tercih ediyorum dizi yerine. Televizyon dizileri çok uzuyor ve iç enerjime ve dramatolojik bilgime çok fazla hitap etmiyor açıkçası. Uzuyor da uzuyor uzuyor da uzuyor... 6-7 sezon oynatılan diziler bir noktadan sonra tekrara dönüyor.

Yabancı dizilerle aranız nasıl?

Aaaa onlardan keyif alıyorum.  Mesela Breaking Bad.. hakikaten bu diziyi seyretmekten çok keyif aldım. Ya da ne bileyim işte zaten 8 bölümden oluşan True Detective dizisini çok sevdim. Hani o 4-6-8 bölüm çekilen televizyon dramalar vardır. Buna en güzel örnek Angels in Amerika’ydı ve izlediğimde inanılmaz keyif almıştım. Bu tarz şeyleri seviyorum ama 4-6-8 bölüm arasında hikayelerin anlatıldığı dizilere tapıyorum diyebilirim. Onun dışında 5’inci, 6’ıncı sezonu yayımlanan dizilerde komediye bile tahammülüm yok. Hep aynı espriler olmaya başlıyor bir süre sonra. Amerikan dizilerinden çok ilgi duyduğum diziler de oluyor mesela. Bazı diziler ise 2-3 bölüm çekildikten sonra bitiyor.

3-5 bölüm yayınlandıktan sonra istenilen reytingleri yakalayamadıkları için kapatılan dizileri nasıl yorumluyorsunuz? Önceden hiç böyle şeyler olmazdı..

Bu biraz rakamlarla ilgili. Kaç tane televizyon kanalı var? Her akşam bir tane dizi oynuyor o televizyon kanallarında, o yüzden 120 dakika yapıyorlar dizileri. Şimdi düşünün bu kadar oyuncu var mı? Bu kadar yönetmen var mı? Tıpkı Türkiye’de kendini kaybetmiş inşaat sektörü gibi. Bu kadar mühendis var mı? Bu kadar işini hakkıyla yapacak müteahhit var mı? Ee o zamanda küçük bir depreme bakar neyin ne olduğunun ortaya çıkması. Ya ekonomik bir deprem ya da gerçek anlamıyla bir deprem. İşte bu yaşadığımız küçük çaplı ekonomik depremlerin televizyon piyasasına yansıması. Tabi birde reklam pastası var. Oradan her kanalın payına düşen, ya da ruhuna düşen, aklına düşen bir miktar var. Onu alabiliyorsanız o diziye devam edebiliyorsunuz alamıyorsanız eyvallah yapılıyor. Herkes de bunu biliyor.

Çok absürt bir durum..

Absürt bir durum değil. İçinde yaşadığımız sistemin en bariz ortaya çıkışı ve en bariz kendini gösterişi aslına bakarsanız bu.

Sebep sonuç ilişkilerinde olduğu gibi..

Aynen öyle.. böyle bir sistemde yaşıyoruz. Bu durumda  bu sistemin bir getirisi. Yani şunu düşünmezsiniz mesela bu sektörde çalışan onlarca insan var, onların aileleri ne yer ne içer. Bu bir iş sonuçta. Çalışıyorsun ve para kazanıyorsun. Orada her bir dizide en az 20 tane aktör var. Neyle yaşarlar? Neyle geçinirler?

Tek işleri aktörlük değildir değil mi çünkü ne zaman bir teklif geleceği belli değil..

Tek işleri bu. Televizyonlarda dizilerde, sinemalarda oynuyorlar. Tiyatro gördüğünüz gibi çok fazla para kazandıran bir şey değildir. Kıt kanaat yaşarsınız sadece tiyatro yaparak. Sadece dizilerde oynayıp hayatını geçindiren o kadar fazla eşimiz, dostumuz, arkadaşımız var ki. Şöyle bir iki yıl, üç yıl dizim devam etsin, düzenli bir gelirim olsun diyen.

TİYATRODAN KORKUYORLAR

Özel tiyatroların bilet fiyatları 50-60 lira civarı, devlet tiyatrolarının 10 lira.. Bu durum hakkındaki yorumunuz nedir?

Özel tiyatrolar devletten bir yardım almıyor. Ondan..

Neden devlet tiyatrolara destek vermemekte bu kadar inatçı?

Bu sene sadece yeni kurulan tiyatrolara ödenek çıkarmak gibi ilginç bir şey yaptılar. 6 yıldan daha eskilere ödenek vermeyelim demişler. Yani tiyatrolara destek olmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Anlatamadık... Tiyatro, ilk ortaya çıktığı zamandan bu yana yani M. Ö. 2500’lerde artık organize bir şekilde ortaya çıktığından beri son derece korkulan, kendisinden çekinilen ve her zaman yöneticilerin kendi lehlerine kullanmaya çalıştıkları bir sanat dalı oldu. Antik Yunan tiyatrosunu düşünsenize.. antik Yunan tiyatrosunda anlatılmaya çalışılanları, onun dışına çıkanları. Biraz özel bilgiler bunlar. Aiakos mesela çok özeldir. Bu dönemden başlayan bir şey var. O kadar etkili bir sanat ki tiyatroyu herkes kullanmaya çalışıyor. Şimdi o yüzden biraz da ödenekli tiyatroları zapturap altına almaya çalışıyorlar. Ucuz, erişilebilir ve her şeyden bahsetmemeli. Devlet, hem tiyatro

oyuncularından çekiniyor hem de tiyatronun anlattıklarından çekiniyor. Suya sabuna dokunmayan oyunlar arıyorlar kendilerine. Komedi bile suya sabuna dokunur. Tiyatronun olayı budur zaten. Brodway’de bile vardır. Tiyatro dediğin daima sorgular. Burada ‘durun bir parça arkadaş, bu tiyatroyla ilgilenen insanların hiçbiri beni sevmiyor’ diyor devlet erki. ‘Hiçbiri benimle uzlaşmıyor’ diyor ya da yüzde 10’undan başka hiçbiri. ‘Ben bu adamlara ne yapayım? Paralarını kesip, kadrolarını azaltacağım’ diyor. ‘Elimden ne geliyorsa ardıma koymayacağım’ diyor. Neden? Özel tiyatrolara devlet desteği dünyanın her yerinde var. Bak onu da şimdi TÜSAK’a bağlamaya çalışıyor. Diyor ki; ‘Bir iş yapmak istiyorsan önce benden izin alacaksın bende sana para vereceğim’  Türkiye’nin bugünkü ikliminde bir tiyatronun izin alması için gerekli şeyleri düşünsenize. Ne yani kandıralım mı kendimizi? Ben çıkıp desem ki, ödenekli bir tiyatroda ‘Cadı Kazanı’ ya da ‘Ayaktakımı arasında’ oyununu oynayacağım. Ödenekli bir tiyatroda istediğim gibi kendi amaçlarım, kendi dünya bakışımla bir oyun oynamaya kalksam ne olur? Olmuyor işte. Tiyatroların toplumun bilincini uyandırmakta çok büyük katkısı vardır. Tabii ki tiyatroyla tek başınıza devrim yapamazsınız. Ama gelişen ve ilerleyen toplumlarda bakınız hepsinde tiyatro vardır ve tiyatrolar toplumda gelişip ilerlemenin öncüsü olabilecek noktadadır.

PARAYI VERİR DÜDÜĞÜ ÇALARIM

Devlet erkanına dertlerinizi anlatmayı denediniz mi hiç?

Gidip konuşma durumu çok da mümkün değil çünkü onların kafalarında bir karar var ve bu kararı kabul etmiş biri olarak gitmeni bekliyorlar yanlarına. Güç elimde, ben parayı veriyorum, düdüğü de çalarım diyor. Eğer bana para istemeye geliyorsan sana para vermem diyor.  İstanbul Ses Tiyatrosu’nda sanatçılar olarak iki yıl önce kendi aramızda bir toplantı yaptık.  Bir takım öneriler ve çözüme yönelik hareketlenmeler oldu. Gündeme alındı bir şeyler yapılmaya çalışıldı ama olmadı, olmuyor. Tıpkı sol gibi çok fazla fraksiyonu var, fikir var. Çok fazla insan var. Bakmayın çok fazla insandan kastım, binlerce tiyatro oyuncusu yok. Yüzlerce tiyatro oyuncusu var ve hepsi ayrı bir dünya. Egolar var, kendi doğruları var. Bir de onlarla uğraşmak zor oldu ama aslına bakarsanız biz bir araya gelmeye itildik. Bizim bir araya gelip yapacağımız olay budur (tiyatro sahnesini gösteriyor). 9 oyuncu bir araya geliriz, bir yönetmen, kareograf, dekorcu, kostümcü bir araya gelip iş yaparız. Yüzlerce, binlerce tiyatro oyuncusu bir araya gelip de böylesine bir hareketlenme yaptığında olmuyor. Şehir Tiyatroları'nda şahsen kendim sorun yaşamıyorum ancak buralarda  çalışan 550 arkadaşımın hiç rahat olmadığını söyleyebilirim.  İki yıldan beri teşvik ikramiyelerimiz ödenmiyor. Devlet kendi memuruna ödemesi gereken parayı ödemiyor. Sırf senin gibi düşünmüyorlar diye insanın nasıl ekmeği ile oynanır? Bu bile ne denli zaafiyet içinde olduklarının en temel göstergesidir bence.

Çok karamsar hiç iyi yönler yok mu?

İyi tarafları da var. Biz tam bir psikoloji cehenneminde yaşıyoruz. Aynı zamanda bir sosyoloji cenneti

burası. Çok da dillendirilen bir şeydir bu. Evet, insanlar karmakarışık bir durum içerisindeler diğer

yandan da bu insanların sosyolojik anlamda yaşadığı başka şeyler de var.  Tiyatro sadece psikoloji değil aynı zamanda sosyolojidir.  Onun için bir cenderenin arasında kalmış bir durum var

tiyatroyla ilgili. Yani şöyle bir sıkıştı tiyatro. Çok iyi yazarlar yetişiyor. Bakınız İstibdad Kumpanyası’nda

bir Türk yazarın oyununu oynuyoruz, bir Türk yönetmenle.  Alevli günlerde oynadığımızda yine bir

Türk yazarı vardı. İki arkadaşımızda aynı yıl Metis’in tiyatro oyun yazarı ödülünü kazandılar. Biri

İstibdat Kumpanyası’yla, öbürü Mikelanj’la. Şimdi bu olanlar hem de ödülü olanlarla gurur duyuyorum.  Çünkü ödenekli tiyatroların kurulmasının da altında yatan amaç Türk seyircisini, Türk oyun yazarlığını, Türk tiyatrosunu yaratmak ve geliştirmektir. Bu doğrultuda iğneyle kuyu kazdık biz. Devlet tiyatrolarında 10-15’er kişilik gruplarla Van’da, Sivas’ta, Diyarbakır’da, Trabzon ve çevre illerde çalışan ve inanılmaz derecede büyük bir başarı gösterebilen bölge tiyatroları var. Özel tiyatrolar, şehir tiyatroları da var elbette. Bunlar nasıl ağır ağır ilerlediğimizin ama ne kadar da başarılı olduğumuzun bir göstergesi. Hakikaten biz az kişiyle çok işler başardık.

TİYATRO İLE TELEVİZYON KARIŞTIRILMASIN

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarının düzenlediği 100’üncü yıl oyunları yeterli mi?

100 yıl dediğiniz 1.5 yıl süren bir şey. 2014 Türk Tiyatrosu’nun 100’üncü yılıydı. Bu etkinliklerde ‘Bir Yaz Gecesi’ oyununu oynuyorum. 2015’de Türk Sineması’nın 100’üncü yılı. İkisini de kuran isim aynı.. Muhsin Ertuğrul.

Son dönem oyuncular hakkında ne düşünüyorsunuz? Yeni çıkanların bilgi ve donanımı sizce yeterli mi?

Biz ürün üzerinden bakıyoruz. Tiyatro ile televizyonu birbiriyle karıştırmamak lazım. Tiyatronun oyun

disiplini apayrı bir şey, televizyonun oyun disiplini de apayrı. İkisini de yapabilen çok şanslı insanlar

var. Gerçekte oyunculuk ikisini de yapabilme sanatıdır. Bazen ikisinden birinde daha iyi olunabiliyor.

Yani tiyatroda iyi olup ekranda hiç iyi olunmayabiliniyor ya da tam tersi. O yüzden ben oyunculuğu

tek eline kimsenin alabileceğini sanmıyorum. Özellikle oyuncuğu çok iyi bildiğini iddia eden insanların.

Hiçbir oyuncuyu iyi ve kötü olarak yermek de istemiyorum. Ama bizim öğretmenlerimizin bir lafı

vardır; İyi oyuncu da kendini bilir kötü oyuncu da. Herkes kendini bilir.