Yazdıklarıyla çocukların sesi oluyor

Çocuk Edebiyatının önemli temsilcilerinden Nermin Şenol Kalyoncu kitapları üzerine konuştuk. Son kitabı geçtiğimiz günlerde ‘Kalsedo’nun Gizemi’ adıyla yayınlanan yazarın 30 kitabı bulunuyor


  • Oluşturulma Tarihi : 01.09.2020 07:15
  • Güncelleme Tarihi : 01.09.2020 07:15
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Yazdıklarıyla çocukların sesi oluyor

ONURHAN ALPAGUT-ÖZEL RÖPORTAJ
Nermin Şenol Kalyoncu, Çocuk edebiyatının önemli isimlerinden birisi. Son kitabı ‘Kalsedo’nun Gizemi’ ile karşımıza çıktı. 30 kitaba imzasını attı. Bunlardan bir tanesi ise yetişkinler için kaleme aldığı ‘Bir Yuka Hikayesi’… İlk eserini 2000 yılında yayınlayan Kalyoncu, “Küçük Kelebek’ten sonrası hemen geldi” diye konuştu.
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Kendimi İzmirli kabul ediyorum. Üniversiteyi Ankara’da okuduğum için İzmir’den ayrıldım. Sonrasında İzmir’de yaşayacağımı sanırken kendimi İstanbul’da buldum. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarım Torbalı’da geçti. O yıllarda küçük bir kasabaydı. Halkı tarımla geçinirdi. Annemin (öğretmen) ve babamın (istasyon şefi) mesleklerinden ve yaptıkları işlerden dolayı insanların içinde büyüdüm. Tren istasyonları çocukluğumun vazgeçilmez mekanı. Bana öykülerini anlatan bekleme salonundaki yolcular; ablalar, abiler, teyzeler, amcalar, nineler, dedeler, askerler… Ayrıca tarımla ilgilenen insanların arasında olmak da güzeldi. Doğa vazgeçilmezimdi; benim en yakın arkadaşımdı; hayvanlar, ağaçlar, çiçekler, kuşlar, böcekler… Bu yüzden veteriner hekim olmak istedim. Ankara Üniversitesi’nde okudum ve İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesinde doktoramı tamamladım. Özel şirketlerde çalıştım. Veteriner Kliniğimizde uzun yıllar hekim olarak çalıştım. Bu arada da sınıf öğretmeni olarak da çalışmaya başladım. Bir yandan sessiz hayvanları anlamak diğer yandan da çocukları anlamak için çok çabaladım. Okudum okudum okudum… Okumanın sonu yoktu. Okudukça insan ben de yazmak istiyorum, der. Sanki bir eksiği kapatacakmış gibi hisseder kendini. Öyle bir şeydi yazmaya başlamak. “Ben de varım!” diye haykırıyordu çocuklar ve hayvanlar. Onların sesi olmayı ne çok istedim. Yazılanların dışında farklı bir şey var mı buna ancak okurlar karar verecek.
Yazıyla tanışmanız nasıl oldu?
Hemen hemen herkes gibi ilkokulda okumayı ve yazmayı seviyordum. Okula gitmeden önce okumayı yazmayı öğrenmiştim. Bu nedenle beni ikinci sınıfa, annemin sınıfına kaydettiler. O yıl bir masal yazmaya çalıştım. Karnabahar ile Pırasa ilk yazı çalışmamdır. Sonra ortaokulda Türkçe Öğretmenim Ümran Altan Kebapçıgil sayesinde, Sait Faik’i çok sevdim. Sait Faik sanki ‘gel’ der gibiydi öyküleriyle. Öğretmenimiz bir yazılıda kompozisyon yazmamızı istemişti. İşte beni yazmaya iten asıl budur. “Yıkık Köprü” başlığı ile İzmir’de Pancar ile Torbalı tren yolu arasında, tren yoluna yakın tarihi yıkık bir köprü vardı; onu yazmıştım. Öğretmenim çok etkilenmişti, yazımı sınıfta okumuştu. Tarihin sayfalarında gezmiştim sanırım, geçmiş el etmişti bana. Yetişkinler için yazarken… Sonra da kendimi çocuklarım için de yazarken buldum.
İlk eserinizi ne zaman yazdınız? Hikayesini bizimle paylaşır mısınız?
Yıl 2000. Çalıştığım okul varoş bir bölgede. Çocuklara kitaplar taşıyorum çantalar dolusu. Okudukları kitaplarda kendilerini arıyorlar ama yoklar! İş bana düşmüştü. Yazmaya çok çalıştım ama olmuyordu. Yokluğun ve yoksulluğun çocuk diliyle anlatılabileceği bir şeyi yok. Top alıyorum, okul önüne çıkıyoruz, yamaca bırakıyoruz topu. Top yamaçtan aşağı yuvarlanıyor biz de onu yakalamak için peşinden koşuyoruz. Çalılar, otlar var etrafımızda bir de büyümemiş ağaçlar. Kelebekler var, uğurböcekleri var. Ben de ilk kitabımı buradaki çocuklarım için yazdım. Küçük Kelebek. Yağlı boya resimlerini öğretmen ressam arkadaşım yaptı. Kitabı birçok yayınevine gönderdim. Umudumu yitirmiştim ki Ceylan Yayınevinden Mukaddes Erdoğdu Çelik basacaklarını müjdeledi. Saman kağıda siyah beyaz basılacaktı. Bunu duyunca ağladım. Çocuklarım için pırıl pırıl bir kitap hayal etmiştim. Sonra kitaplar basılınca almam için çağrıldım. O da ne! Elimde tuttuğum pırıl pırıl rengarenk bir kitaptı. Öğrenci sayım kadar kitap aldım. Torbam yoktu. Kadıköy’deyim otobüs duraklarına geldim. Yağmur çiseliyor. Kitaplar ya ıslanırsa! Gözyaşlarımla da ıslanıyorlar zaten. O da ne! Kitaplar kucağımdan düştü. Kirlendiler. Bir adam geldi yardım etti. Kitapları topladı, kucağıma verdi. Kitaplar temizdi. Çocuklarıma layık bir kitap olmuştu.
Kitaplarınızdan kısaca söz eder misiniz?
Küçük Kelebek’ten sonrası hemen geldi. Çizgi Çocuk’u yazdım. Ardından Bu Yayınevinin açtığı öykü yarışmasında teşvik ödülü alan Salkımsöğütteki Orkestra. Onur Güvener Öykü yarışmasında “Mutluluğun Resmi” birincilik ödülüne layık görüldü. Sonra ben kendim yazmak yerine çocuklara yazdırmaya başladım. Onlar anlatsınlar istedim yaşadıklarını. Böylece her ders yılı sonunda bir kitapları oldu. Beş kitap basıldı. Çocuklarım TUYAP Kitap Fuarında imza ve söyleşi bile yaptılar. Gazetelere dergilere, hatta televizyona taşıdılar. Sempozyumlarda sundum yazı çalışmalarını. Güzel yıllardı. Sonra tayin istedim. Bu yeni okulda da çocuklara yazmalarına yardım ettim ama kitap basılmadı. Daha çok onlara malzeme olsun diye oyunlar oynuyordum. Bunların notları var elimde ama kitap dosyası yapar mıyım, bilmiyorum. Bu son çalıştığım okulda daha çok ben yazmaya çalıştım. Bu yıla kadar otuz kitabım basılmış durumda. İlk yetişkinler için yazdığım günlük romanım ‘Bir Yuka Hikayesi’ var. Kendimi bildim bileli günlük tutarım. Bu nedenle ilk kitabım günlük tarzında oldu. İlk yazdığım kitaplar çok değerlidir benim için. Halen okuduğumda yazarken hiç de acemilik çekmemişim diyorum. Son altı yıldır İstanbul üzerine yazıyorum. ‘İstanbul Lubnatsi’, Samatya’yı anlatan ‘Barışa Yolculuk’, Beyazıt’ı anlatan ‘Baykuş, Bayankuş ve Diğer Bütün Kuşlar’, Ataşehir’i anlatan ‘İstanbul’a Bahar Geldi’ kitaplarından sonra İstanbul’u yazmaya devam ettim. İstanbul’a sevdalı bir yazar olarak verdikleri için teşekkür etmeyi istemek gibi bir şey. Şu anda basılmasını dört gözle beklediğim İstanbul kitapları var. İstanbul’a sevdalı usta yazarlarımızı saygıyla andığım dört kitap. Olmazsa olmaz Sait Faik ve Orhan Veli elbette. Son çıkan kitabım da İstanbul’u anlatıyor. Kadıköy’ü tarihi olarak yeniden kurguladığım bir öykü ‘Kalsedonun Gizemi’ Bu Yayınevinden çıkan çocuk kitabım.
Korona pandemisinin en yoğun olduğu dönemde neler yaptınız?
Yoğun bir çalışma tempom vardı. Günde sekiz saat kitap okuduğum oluyordu. Bu arada kısa bir çocuk öyküsü yazdım. Bir de kendi bloğumda yazmaya devam ettim; günlük, kitap tanıtımı, anı, öykü vs. Evde olmazsa olmazım yuka (çiçek) ve Emo (kedi); her yazımda kendilerini var ediyorlar. Beni evde var eden onlar olmalı. Ben mi onlara diyorum “Ben de varım!” yoksa onlar mı bana diyor “Ben de varım!” belli değil.
Yeni bir kitap hazırlığınız var mı?
İkinci romanımı henüz bitirdim “Aşk Romanları Okuyan Kadın”. Basımı için herhangi bir yayınevine henüz başvurmadım. Yazmak istediğim çocuk öyküleri var. Umarım sonbahar ve kış dönemi içinde bunlar da ortaya çıkar. Öykülerimi yazmadan önce okumam gerekiyor. O konuda neler yazılmış ve ben neler yazmak istiyorum? Araştırmalarım sonunda bakalım neler çıkacak.
Bu dönemde yapmak isteyip de yapamadığınız, özlediğiniz ne var?
Çocuklar! Çocuklarla buluşmak. İmza günlerini, söyleşileri, kitap fuarlarını özledim. Umarım bir gün eskiden olduğu gibi okurlarımı tanıma şansına sahip olacağım. Onlarla oynamayı özledim. Özellikle ‘İstanbul Saati’ adını verdiğimiz slaytlarla yaptığımız paylaşımımızı arıyorum.

Haber Merkezi