- Yaşam
- 11.04.2025 11:05
Kendi içinde oldukça hassas ve üzerinde özenle durulması gereken toplumsal meselelerin ruh sağlığına etkisini anlatan Uzman Psikolog / Psikodramatist Merve Ulcay, ‘Kişinin kendi duygusuna yabancılaşması’nın altını çizdi
Siyasi çatışmalar, derinleşen ekonomik kriz, kadın-çocuk cinayetleri / istismarı, polis intiharları, seçim, gözaltılar, tutuklanmalar, protestolar vs. derken ‘gülemeyen bir halkın’ portresi ortaya çıktı. Peki, Türkiye’de yaşayan vatandaşlar zor zamanlardan geçerken, toplumsal ruh sağlığı ne durumda?
Görüşlerine yer verdiğimiz Uzman Psikolog / Psikodramatist Merve Ulcay, önemli tavsiye ve uyarılarda bulunarak “Belki her şey hemen değişmez ama umutla ve birlikte iyileşmek mümkün. Bir müzede, yere serilmiş metal insan yüzlerine atılan her adımda çıkan o ses gibi… Adaletsizce atılan her adımın bir yankısı olur. Bazen basmanın bedeli, duyulan sestir. Belki de bu ses, unutmamak ve unutturmamanın bir yoludur. Umut da tam buradan yeşerir” mesajını iletti.
Bahsi geçen her başlığın, kendi içinde oldukça hassas ve üzerinde özenle durulması gereken toplumsal meseleler olduğunu kaydeden Ulcay, “Elbette, bunlar birbirinden bağımsız gibi görünse de aslında bir bütünün parçaları. Ruh sağlığı sadece bireysel bir konu değil; toplumsal olaylar da insanların duygusal iyi oluşunu derinden etkileyebiliyor. Belirsizlik, güvensizlik ya da adaletsizlik duyguları, bireylerde kaygı, öfke ya da çaresizlik gibi hislerin yoğunlaşmasına neden olabiliyor. Gülmek, mutlu olmak her zaman mümkün olmayabilir. Ruh sağlığı her zaman ‘iyi hissetmek’ değil; yaşananlara uygun ve gerçekçi tepkiler verebilmeyi de kapsar. Eğer içinde bulunulan koşullar zorlayıcıysa, huzursuzluk hissetmek de insani ve anlaşılır bir tepkidir. Bu gibi dönemlerde bireylerden sürekli güçlü kalmaları, gülümsemeleri ya da iyimser olmaları beklendiğinde, kişinin kendi duygusuna yabancılaşması gibi bir risk de ortaya çıkabiliyor. Oysa duyguları olduğu gibi kabul etmek, onları bastırmadan anlamaya çalışmak, psikolojik sağlamlık açısından çok daha destekleyici bir yoldur” dedi.
Sık sık duyduğumuz ‘sosyal patlama’, ‘ahlaki çöküş’ kavramlarını da ele alan Ulcay, “Sosyal patlama ya da ahlaki çöküş gibi kavramlar gündelik dilde sıkça kullanılsa da bilimsel olarak net bir karşılıkları yok. Bu tür kavramlar, daha çok yaşanan toplumsal değişimleri ifade etme çabası gibi düşünülebilir. Ancak toplumu ‘patlıyor’ ya da ‘çöküyor’ gibi sert kelimelerle tanımlamak yerine, bir dönüşüm süreci içinde olduğumuzu söylemek daha sağlıklı olabilir. Bu dönüşüm, olumlu ya da olumsuz olarak hemen etiketlenemeyebilir. Kısa vadede bazı şeyler kriz gibi görünse de uzun vadede yeni denge noktalarının oluşmasına da alan açabilir. Toplumsal değişim, sadece anlık tepkilerle değil; zamanla, deneyimle ve ortak hafızayla şekillenir. Bazen toplumlar da bireyler gibi, kendi sınırlarına yaklaştıklarında kim olduklarını yeniden düşünme ihtiyacı hisseder. Bugün yaşanan pek çok şey, belki de yeni anlamların doğmasına zemin hazırlayan bir eşikte olduğumuzu gösteriyor” bilgisini paylaştı.
Peki, Türkiye mutlu bir ülke mi? Daha doğrusu ne zaman bu ihtimali düşünmeye, hissetmeye başladık? Söz alan Ulcay, “Bir ülkenin ne kadar mutlu olduğunu değerlendirirken, insanların kendilerini güvende hissedip hissetmediğine, adalet sistemine olan güvenlerine ve temel ihtiyaçlarına ne ölçüde erişebildiklerine bakmak gerekir. Çünkü bireysel mutluluk yalnızca kişisel koşullarla değil, toplumsal yapı ve güven ortamıyla da yakından ilişkilidir. Psikolojik iyi oluşu etkileyen pek çok unsur arasında, bireyin haklarının korunacağına dair inancı ve gelecek beklentisi oldukça belirleyicidir. İnsanlar adil bir ortamda yaşadıklarını düşündüklerinde hem bireysel hem toplumsal düzeyde daha umutlu ve bağlı hissederler. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde de vurgulandığı gibi, temel güvenlik hissi karşılanmadan bireyin yaşamdan doyum alması kolay değildir. Eğer bireyler bilgiye ulaşımda zorluk yaşıyor ya da adaletin işlemediğine dair bir algıya sahipse, bu durum sadece bireysel değil, toplumsal düzeyde de huzursuzluk yaratabilir” yanıtını verdi.
Toplumsal dönüşümün, tıpkı doğadaki değişimler gibi kesintisiz bir süreç olduğunu hatırlatan Ulcay, “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz; zamanla, yaşananlarla, ihtiyaçlarla şekil değiştirir. Türkiye’de de hissedilen toplumsal huzursuzluk, aslında bu dönüşüm ihtiyacının bir yansıması olabilir. Toplumda eşitlik, adalet ve güven gibi temel değerlere dair sorgulamaların arttığı dönemler, bir şeylerin yeniden düşünülmesi ve yapılandırılması için zemin hazırlar. Bu süreçler bazen karmaşık ve yorucu olabilir, ancak aynı zamanda yeni bir toplumsal kimliğin oluşumuna da kapı aralayabilir. İçinden geçtiğimiz bu dönemin, haklara ve özgürlüklere daha çok değer veren, insanların kendini güvende ve görülmüş hissettiği bir yapıya doğru evrilmesini umut ediyorum. Dönüşüm kolay olmayabilir ama her dönemin kendi içinde yeni bir başlangıç taşıdığına inanıyorum” sözlerine dikkat çekti.
Toplumsal yapılar, bireylerin güvenliğini ve haklarını korumakta yetersiz kaldığında, endişe, kaygı ya da tedirginlik gibi duyguların ortaya çıkmasının oldukça doğal olduğunu savunan Ulcay, “Bu duygular, sadece olumsuzluk değil; aynı zamanda bir farkındalık ve hareket alanı da yaratır. Umut ise bu sürecin vazgeçilmez bir parçası. Bu duygular birbirinden bağımsız değil; aksine çoğu zaman aynı anda var olur, birbirini tamamlar. Umutla birlikte hissedilen endişe, daha adil, daha eşit ve insan haklarına saygılı bir yapıya yönelik arzuyu besler. Bu yüzden tek bir duygunun altını çizmektense, hem içinde bulunduğumuz koşulların değişmesine duyulan ihtiyacı hem de bu değişimi mümkün kılabilecek bir inancı birlikte taşımak gerektiğine inanıyorum” dedi.
Ülkede yaşanılanların bireysel mutluluğa da engel olduğunu gözlemleyebiliyoruz? Peki, ruh sağlığının iyileşebilmesi adına kişi neler yapmalı, nelerden kaçınmalı? Ulcay, şöyle cevapladı: “Hukukun üstünlüğüne dair güvenin sarsılması, temel hak ve özgürlüklere yönelik ihlallerin yaşanması, seçme ve seçilme hakkı gibi demokratik süreçlerin işlevsizleştiğine dair algıların artması, bireyin yalnızca geleceğe dair umut duygusunu değil; aynı zamanda aidiyet, güven ve anlam arayışını da olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Sosyal psikoloji literatürü, bu tür toplumsal gerilimlerin bireylerde yoğun kaygı, çaresizlik ve öfke duygularını tetiklediğini ortaya koymaktadır. Özellikle kolektif eyleme yönelten psikolojik süreçler arasında algılanan adaletsizlik, grup kimliğine yönelik tehdit ve ortak mağduriyet duygusu gibi dinamikler öne çıkmaktadır. Bu gibi dönemlerde bireyler yalnızca bireysel iyilik hallerini değil, aynı zamanda toplumsal rollerini, sorumluluklarını ve sosyal bağlarını da yeniden değerlendirme eğilimindedir… Bu koşullar altında, bireyin ruhsal dayanıklılığını artırabilmesi için; Sosyal destek sistemleriyle bağ kurması, anlamlı gündelik rutinler oluşturması, bilgi kirliliğinden korunarak güvenilir kaynaklardan beslenmesi ve psikolojik destek almaktan çekinmemesi önemlidir. Bu süreçte bireyin ‘mutlu’ olmaktan ziyade, gerçekle temasını kaybetmeden, duygularını anlamlandırarak, umutla ve dirençle yaşamını sürdürebilmesi asıl hedef olmalıdır. Bireysel iyilik hali ancak hak temelli, adil ve kapsayıcı bir toplumsal düzen içinde sürdürülebilir hale gelebilir.”
Yetkili mercilerin, kurum ve kuruluşların hangi sorumlulukları üstlenmesi gerektiğini de kaydeden Ulcay, “Toplumun ruh sağlığını desteklemek için güven duygusunu artıran, adil ve kapsayıcı bir ortam oluşturmak önemli olabilir. İnsanların kendini güvende ve değerli hissettiği bir toplumda ruh sağlığı da daha güçlü olur. Ayrıca psikolojik destek hizmetlerinin herkes için ulaşılabilir olması da çok önemli. Bu noktada, psikologların görevlerini daha net ve sağlıklı şekilde yapabilmeleri için meslek yasalarının olması gerekmektedir. Bu hem psikologları hem de destek almak isteyen kişileri koruyan bir adım olur. Böylece toplumun ruhsal dayanıklılığı daha sağlam bir temele oturabilir” çağrısında bulundu.
Ulcay, son olarak ise “Zor zamanlarda kendimizi yalnız hissetmemek, birbirimize destek olmak çok kıymetli. Her duygunun yerinin olduğunu bilmek ve kendimize nazik davranmak bu süreçte iyi gelebilir. Belki her şey hemen değişmez ama umutla ve birlikte iyileşmek mümkün. Bir müzede, yere serilmiş metal insan yüzlerine atılan her adımda çıkan o ses gibi… Adaletsizce atılan her adımın bir yankısı olur. Bazen basmanın bedeli, duyulan sestir. Belki de bu ses, unutmamak ve unutturmamanın bir yoludur. Umut da tam buradan yeşerir. Dayanışmayla kalın…” mesajını iletti.