- Yaşam
- 10.05.2025 17:10
Hayata sanat penceresinden bakan Sanatçı Şaziment Duran, 100 trilyon hücrem 1 milyon bakterim, bedenimle yarış için mücadele veriyor. Hayatı çokta ciddiye almamak gerek, alt tarafı bakteri ve hücre yığınıyız dedi
TANER UYANIKER - ÖZEL RÖPORTAJ
Sanatçı Şaziment Duran ile geçen hafta resimleri ve romanları hakkında güzel bir söyleşi gerçekleştirmiştik. Sanatın her alanında başarılı bir çizgi yakalayan Duran ile bu hafta ise oyunculuğu üzerine konuşmak için bir araya geldik. Geçen haftada ifade ettiğimiz gibi Duran, hayatının merkezine sanatı koyan insanlardan. Adeta bir şeyler üretmek için içinde sönmeyen bir ateş var. Ressamlık, yazarlık derken, oyunculukta hayatına dair oluyor. Ama her şeyden biraz olsun yeter diyenlerden değil. Giriştiği işte hep maksimumu almaya çalışıyor. O alanda her şeyi öğrenmeye ve en iyisini yapmaya kendini adıyor adeta. Duranda her kız çocuğu gibi annesinin elbiselerini giyip elinde saç fırçasıyla şarkılar söyleyerek belki de oyunculuk için ilk adımını atsa da asıl oyunculuk sevdasını içine serpen romanındaki karakter oluyor. Romandan sonra da bu işe girmeyi kafaya koyuyor ve uzun eğitimler sonucunda karşımıza başarılı bir sanatçı çıkıyor.
Oyunculuğunuz ne zaman başladı sizce?
Benim oyunculuğum çocukluğumda başladı. Hemen hemen her kız çocuğu, çocukluğunda annesinin elbiselerini giyer, ayakkabılarıyla kendini sahneye atıyormuşçasına saç fırçasını eline alıp şarkılar söylemeye başlar. Benim çocukluğumda Sahilevlerinde Atilla Atasoyun, Orhan Gencebayın beyaz kelebekler döneminde fuarda sahne aldıktan sonra Sahilevlerindeki korsan iskelede sabahın ilk ışıklarına kadar süren mini konserlerini izlemekle geçti. Şimdi onları izlediğimiz iskele yok ama arkadaşlarımla hala beraberiz. Bir başkadır Sahilevlerinde sanat, bir başkadır Sahilevlerinde dostluk, aşk, sevgi, mutluluk yanı başınızdadır güzellikler. Türkiyenin incisi, İzmirin nar tanesi, Narlıderenin mis kokulu narenciyesi, ben Şaziment Duranın sevgilisi, Sahilevleri.
ROMANIMDAKİ KARAKTER PERDEYİ ARALADI!
Ressamlık ve yazarlıktan oyunculuğa geçişiniz nasıl oldu?
Doğruyu söylemek gerekirse, kitap yazmaya başladığımda, oyunculuk, sahne sanatları, seslendirme, pek aklıma gelmemişti. Yazılarımın içinde, çizimlerimin gizeminde ilerlerken birden, yazdığım karakterin, sinema ve televizyon okumuş olması, bana ilk perdeyi aralamıştı. Artık farklı bir perspektiften bakıyordum. Yazılarım ilerledikçe, oyunculuk, seslendirme ve sahne sanatları daha cazip gelmeye başladı. Bir gün arkadaşımla kahve içerken, kızının oyunculuk eğitimine başladığını öğrendim ve orada kararımı verdim. Yaşımın önemi yoktu. Yazdığım karakterleri bir nebzede olsa oynamalı, seslendirmeli sahnelemeliydim. Ertesi gün kendimi, Başkent İletişim Bilimleri Akademisinde buluverdim. Şimdi başka bir serüvene dalıvermiştim.
Oyunculuktaki eğitim döneminiz nasıl geçti?
İlk başladığım gün çok değerli hocam, Hülya Savaşla, diksiyon dersinde tanıştık. Öğrencilerin hepsi oğlumla yaşıttı, hemen oğlumu da yazdırdım. Tabi onun hayalleri farklıydı ama beni kırmadı birkaç derse katıldı sonra eğitimine Rusyada devam etme kararı aldı ve ayrıldı. Ben üç bölüme de devam ettim. Çok eğlenceli, düşündürücü, sınırları olmayan bir rüyaya dalmıştım. Oyunculuk eğitimi dersinde Cihan Ünal, canlı performans konusunu işliyordu. Verdiği oyunu oynarken, gerek kendisine olan saygımdan, gerek oyuna verdiğim hassasiyetten, hocam, Bir an oyunu gerçek zannettim, rol olduğunu anlamakta zorlandım, nerdeyse olmuyor bırakacağım diyeceksin diye bekledim. Fakat gerçekten oynadığını görünce mutlu oldum dediğinde belki de dünyanın en mutlu insanı ben olmuştum. Türk sinemasının dehası, bana çok büyük bir kamçı vurmuştu, o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Hayatımda, artık sahnenin sadece tozunu değil kırbacını da yemiştim. Sindirmeden, eğitimimi tamamlamadan hiçbir rolde oynamayı düşünmedim, var gücümle çalıştım, rollerimi ezberledim, kişilik olarak da zaten yaptığım işin hakkını vermekten yanayımdır. Seslendirme eğitimime başladığım gün, canım kardeşim Mügem ile ilk karşılaşmamızdı, yıllarca sunucu olarak hayran olduğum Müge Oruçkaptan, hayat sürprizler yapmayı seviyordu. O gün bu gündür adeta hocadan ziyade arkadaş, kardeş, can dostu oldu bana. Eğitimim boyunca Tayfun Eraslana da çok çektirdim, belli bir çizgim vardı. Derslerinde konsantrasyon sağlayamıyordum, galiba yaşıtım görüp hoca olarak göremediğimdendi. Fakat bir gün doğaçlama dersinde o tabuyu kırıp hocanın gözüne girmeyi başarmıştım. Eğitimim boyunca hepsini tek tek sayamadığım hocalarımı buradan saygıyla anıyor, önlerinde eğiliyorum. Eğitimimi tamamladıktan 6 ay sonra MKM oyuncuları ile sevgili hocamız Engin Özerin yazıp sahnelediği Dul Bi Dakka adlı oyunda Müge Oruçkaptan ile Narlıdere AKMde aynı sahneyi paylaşmakla başlayan, sahne tozu, sahne sihri, sahne aşkı, naçizane bedenime tahtını kurmuş bulunuyor.
SHAKSPEARE İLE GÖZ SÜZÜP
Oyunculuk hayatınızın neresinde?
Sahneden sonra başka bir girdabın içine çekiliyor, sanatın mahzenlerinde olgunlaşıp gün yüzüne çıktığımda işte ilk adımını atan çocuklar gibi sevinç çığlıklarımla dans edip, renklerle sevişip, çizgilerle sarılıp, sahneyle aşk yaşayıp, dizilerle şakalaşıp, Shakspeare ile göz süzüp, denizin derinliklerinde yok olacak bir hayata merhaba diyorum. Yani oyunculuk hayatımın en güzel yanlarında
Oyunlar öncesi özel bir hazırlanma yönteminiz var mı?
Oyun öncesi hiç hazırlanmıyorum. Hatta sahneye çıkarken rolümü öylesine bir gözden geçiriyorum o kadar. Zaten yaşam o kadar yakın ki oyunlara! M.Ö. Media, bugün Zehra! Enerjime gelince, besin kaynağım natürel, kendi yoğurdumu, peynirimi, sebzemi, meyvemi, tavuğumu, yumurtamı, etimi üretiyorum, sanatla da egzersizimi yapınca enerjim tavan yapıyor diyelim.
TORUNUMA BIRAKACAĞIM EN GÜZEL MİRAS
Oyunculukta yaptığım en güzel şey budur dediğiniz bir şey var mı?
Belki de hayatımda yaptığım en güzel şey seslendirmenin eğitimini almaktı çünkü bir şeyin sesi olmak o sesle tanınmak büyük bir ayrıcalık olsa gerek. Dersler dışında seslendirmeye henüz başlamadım, istediğim yıllarca kalacak bir ses olması bunun için de projelerim var. Belki de torunuma bırakacağım en güzel miras bu olacak. Oyunculuk eğitimim boyunca hep şunu düşünmüştüm, sanat nasıl bir girdap ki içine çektiğini ya güzel yerlerde, afişlerde, saltanatın içinde sunuyor halka ya da arka sokaklarda köşe başlarında, viran yürekler de ama en doğrusu, yaşamı sahnelerken, sahneyi yaşamak olsa gerek.
BAKTERİ VE HÜCRE YIĞINIYIZ
Hayatı özetleyin dersem size
Hayatı özetlersek, çizerken ellerimde olgunlaşan resim, yazarken ruhum da olgunlaşan roman, seslendirirken boğazımdaki titreşimler, oynarken yüreğimde sessizce bekleyen benlerin isyanı. 100 trilyon hücrem 1 milyon bakterim, bedenimle yarış için mücadele veriyor. Çokta ciddiye almamak gerek hayatı, alt tarafı bakteri ve hücre yığınıyız. Tabi her hücrede, benden olan beni bulduğumu düşündüğümde sizde sizden içeri sizi bulmalısınız ki, yaşamın cilveleriyle cilveleşebilesiniz. Bazen küser kendi kabuğumuza çekiliriz ya işte o an içimize döner kendimizi tanırız, sanatla uğraşan kişiler bunu biraz daha iyi uyguluyor galiba. Çünkü ürettiğiniz sürece varsınız, üretimi durmuş insan ölümün gelmesini bekleyen işe yaramadığını düşünen zavallı hücre yığınlarına dönüşmüş insandır.