- Yaşam
- 05.07.2025 15:40
Çok sayıda kitaba imza atan Yazar Zekeriya Çavuşoğlu, Yazanın, çizenin alt kültürü çok önemlidir. Diğerleri hep onun üzerine bina edilir. Çok okudum, çok yazdım ama temelimde hep o kültürel birikimler vardı dedi
ONURHAN ALPAGUT / ÖZEL RÖPORTAJ
Şiir, öykü, masal, roman gibi farklı dallarda eserlere imza atan Zekeriya Çavuşoğlu, son olarak Güz Yangını romanını yayınladı. Kitap ilk kez 2017de Ankarada görücüye çıktı. Psikolojik iç çatışmaların çarpıcı bir dille anlatıldığı roman çıktığı günden bu yana oldukça ilgi gördü. Hazırda 2 yeni kitabı bulunduğunu söyleyen Çavuşoğlu, ilerleyen günlerde bu kitapların raflarda yerini alacağının müjdesini de verdi.
Bize kendinizden söz eder misiniz?
Aslında, evrenin en zor sorusu Kendinizden söz eder misiniz?dir. Gerçekten de insanın kendini anlatması kadar zor bir durum yoktur. Olsun biz yine de bu soruyu kendi dilimizce, kendi yöntemimizce yanıtlamaya çalışalım. Gümüşhanenin Torul İlçesinde doğdum. Torul, kültürel yönden birazcık Gümüşhanedir, çokça da Trabzondur. Yani işte böylesine bir kültür ortamında doğup serpildim, boy attım. Bu önemli. Kültürel alt yapımın ilk tuğlaları orada örülmeye başladı. Ardından, babamın görevi nedeniyle Trabzona taşındık. Yazları yine Toruldaydık bu arada. Torulun ardından Trabzon kentinin o hareketli, yerinde duramaz bordo mavi kültürü de sarıp sarmaladı mı beni. Bak burada ikinci bir kültürel yoğunluğu yaşamaktayım. Yani sözün özü benim hamurumun mayası bu iki ortamda karıldı. Kimliğimin en sarsılmaz en değişmez yapı taşı oldu bu iki kültürel bölge. 18 yaşında Erzurum macerası başladı benim için. İlk gidişim ilkokul öğretmeni olarak. Ardından Atatürk Üniversitesi yıllarım, okulun bitişi, derken bu üçüncü kültürel bölge de kimliğimin bir yanına sıkıştı ayrılamaz dost olarak. Kısaca özetlersek bir daha: Ben, biraz Gümüşhane, biraz Trabzon, biraz da Erzurumum işte. Şimdi soracaksın ki: Tamam da bununla ne anlatmak istiyorsun? aslında her şeyi, diyebilirim. Çünkü yazanın, çizenin alt kültürü çok önemlidir. Diğerleri hep onun üzerine bina edilir. Çok okudum, çok yazdım ama temelimde hep o kültürel birikimler vardı.
Hem şair, hem de düzyazı kitaplarınız yayınlandı. Sizce şiir mi yoksa düzyazı mı öncelikli?
Her ikisi de evlattır. Biri ötekinden ayrılır mı? İlk yapıtım bir şiir kitabı. Anadolu Destanı 160 sayfalık uzun bir şiir Ardından öykü kitapları, masal kitabı, eleştiriler, incelemeler, roman ve gazete, dergi yazıları Öncelikli olarak şairim tabi. Öykülerime ya da diğer yazılarıma baktığınızda bu önceliği hep fark edeceksiniz. Düzyazılarımda da hep şiirsel bir örgü, şiirsel söylem ve tat bulacaksınız. Bu biraz da benim aşırı duygusal iç dünyamla ilgili galiba. Yüreğiyle dünyayı algılayan bir insanım. Bu yüzden de yaşamım birçok hata dolu. Çok istesem de mantığımın sesine değil, yüreğimin sesine kulak vermekten kendimi alamam. Bu da şiirsel bir bakıştır evrene Bana dizelerimi bağışlayan bu duygusal yoğunluktur sanırım.
KİŞİLİĞİNDEN İZLER TAŞIYOR
Kitaplarınızdan biraz söz eder misiniz?
Tabi. İlk göz ağrımdan başlayayım. Anadolu Destanı 1986da ilk basımını yaptım. 1991 ve 1998de de iki ve üçüncü basımları yapıldı.2017 yılında da dördüncü basımını yaptık. Anadolu Destanı daha önce de söylediğim gibi çok uzun soluklu bir şiir. 160 sayfa kadar. Türk ulusunun Atatürk önderliğindeki ulusal Kurtuluş Savaşı veriliyor bu şiirde. Tam dört yıllık bir çalışmanın, emeğin ve göz nurunun meyvesidir bu kitap. Bu şiiri bina ederken Divan şairi Fuzulinin İlimsiz şiir olmaz sözü hiç aklımdan çıkmadı. Türk tarihi ile ilgili ne kadar kitap, dergi, gazete vs. varsa gözden geçirdim. Yüzlerce kitap, belge okudum. Destanlar ki sadece Türk destanlarını değil, diğer uluslara ait destanları satır satır değerlendirdim. Ancak bu bilgi birikiminden sonra kalemimden dizeler damlamaya başladı. Dört baskı yaptı. Milli Eğitim Bakanlığınca okullara tavsiye edildi. Sayısız okul tarafından senaryolaştırılarak sahneye taşındı. Türkiyenin birçok kentinden okullarda sahnelendiğine dair mektuplar aldım. Yurt dışında da sahnelendiği haberi iletildi bana. Doğrusu verdiğim emeğe değdi. Sessiz Kalemlerin Öyküsüne geçelim. Bu kitabım, teröre kurban giden öğretmelerin anısına yazılmıştır. Bu da 68 sayfalık uzun bir şiirdir. Bir ilkokul öğretmeninin köye gelişi, öğrencilerle ilk karşılaşması, ülküleri, inançları, çektiği zorluklar, korkuları, çaresizlikleri, verdiği savaşımlar ve teröristlerin onları alıp meyvesiz bir ağaç dibinde şehit etmeleri. Diyarbakır Hanide şehit edilen öğretmenlerimizi anlattım son bölümde. O diğerlerinden çok farklıydı benim için. Teröristler öğretmenlerin evini bastıklarında evde dört öğretmen vardı. Üçünü alıp doğulu olan kadın öğretmeni evde bırakmak istiyorlar. Kadın öğretmeni bırakacaklar ama nişanlısı olan öğretmeni alıp götürecekler. Siz onu öldüreceksiniz, onsuz yaşamam mümkün değil, beni de götürün diyor. Onu da alıyorlar ve şehit ederek bir ağaç dibine bırakıyorlar. Böyle acıklı bir öyküyü kaleme aldım bu şiir kitabımda. Bu kitabım da sahnelendi. Bu şiir kitaplarımın ardından Gök Yorgan Yer Yatak, Talya adlı şiir kitaplarımı yayınladım. Öykü kitaplarımdan Bir Öpücüğe Barış 1987de yayınlandı. Öykülerin çoğu ilk öğretmenlik yaptığım Erzurum ili Çat İlçesi Köşeler Köyündeki anıları içeriyor. 1971-1975 yılları arası kaleme alınmış öyküler. Birkaç öykü de Samsun kaynaklı, daha sonraki yıllara ait. Bir Öpücüğe Barış Kültür Bakanlığı Edebiyat Ödülleri Yarışmasında mansiyon ödülü kazanmıştı. İkinci öykü kitabım Umutlara Değmez Kurşun 1995 yılında yayınlandı. Bu kitaptaki öyküler kent kökenli öykülerdir. Çoğunlukla olaydan çok psikolojik iç söylemler önceliktedir. Bu öykülerin de çoğu anı öykü biçimindedir. Kendi yaşamımdan, duygusal iç dünyamdan, sevgilerimden, özlemlerimden, acılarımdan, sevinçlerimden, göz yaşlarımdan derin izler görebilirsiniz bu öykülerde. Başkalarının yaşamlarından aktardıklarım da yine az çok benden, benim kişiliğimden izler taşır. Gerçekleşen Düş 1994te basılmış masal kitabım. Kitabın sonundaki iki klasik masal dışında diğerleri tamamen benim yaratımım. Gerçekleşen Düş İnönü Üniversitesinin açtığı yarışmada Türkiye birinciliği ödüllüne değer görüldü. Masallar küçük büyük ayrımı yapılmadan yazıldı. Çoğu büyüklere yönelik masallar. Küçükler okuduğunda kendilerine göre bir şeyler algılarlar. Büyükler ise bu masallarda daha çok şeyler görebilirler. Çünkü masalsı görünse de anlatılanlar günümüzün bir aynası gibidir. Bir de Türk Dili ve Edebiyatı Bilgileri kaynak kitabım var. Okul öğrencilerine yardımcı ders kitabı. Gelelim son yıllardaki çalışmalarıma. İlk roman çalışmam Güz Yangını 2017de yayınlandı. Psikolojik iç çözümlemeleri oldukça yoğun bir yapıttır bu romanım. Amacım böylesine bir yoğun psikolojik anlatımın akıcı bir dille, okuyucuyu sıkmadan, usandırmadan kitabı okutmaktı. Bunu başardığım konusunda güzel dönüşler aldığımda çok mutlu oluyorum doğrusu.
Bu aralar ilk gençlik edebiyatına merakım var. İki roman bitti bile. Ama basımı için acelem yok. 2018de yolda olan kitaplarım var. Birincisi Karıncalar ve İnsanlar (masal), ikincisi de Aşkın Tutunacak Dalı Yok bu kitabımın tarzını da özgür yazılar olarak adlandırdım.
Bir televizyon kanalında kültür ve sanat programı da hazırlayıp sunuyorsunuz galiba?
Evet. Samsunun dünyaya açılan kapısı HaberAks TVde bir sunumla başlıyorum programa. Sanat ve sanatçı nerdeyse biz de ordayız deyip sanatı yer ve zaman belirlemeden izleyip peşine gidiyoruz. Adı Zekeriya Çavuşoğluyla Samsunda Sanat Türkiye ve dünya boyutunda sanatı ve sanatçıyı ekranlara taşımaya çalışıyoruz.
Sizin için yazmak zor bir eylem mi?
Yazmak bir noktadan sonra kolaylaşıyor. Kolay dedimse öylesi değil. Günün her saati şiir düşünüp, sözcüklerle dans edersen bir zaman sonra ilham perileri tanıdık oluyor sana. Ufak tefek nazlarına bakmazsanız onlar da sizlerle bir olmakta pek uçup kaçıcı değiller. Yeter ki elinizi üzerlerinden ayırmayın. Üst üste eklenen yıllar, damla damla biriktirilen bilgi ve deneyim, bir zaman sonra size istediğiniz güzellikleri bir bir armağan ediyor. Yazmak sizin için zor bir zanaat olmaktan çıkıyor. Asıl sorun yazdıktan sonra okuyucuyla paylaşmak. Sizin ne yazdığınız değil, artık okuyucunun ne anladığıdır asıl olan. Kentimizin her ilçesinde şiir dinletileri yapılıyor. Dört kişiden beşinin şair olduğu ülkemin her taşının altından birkaç şair fışkırıyor. Herkes akşam hayal görüp sabah yazdığı şiirlerini dumanı üstünde, taze taze servis ediyor. Daha şimdiden kiminin üç yüz, kiminin beş yüz şiiri var. Her şeye rağmen yine de olumlu düşünmekte yarar var. Şairlik tafrasıyla sarhoşluk yaşasalar da hiç yoktan elimizde şiir sever bir grup olarak sayabiliriz bu hevesliler topluluğunu. Sanatçı toplumu ilişkisi birbirinden ayrılmaz konumda bir ilişkidir.
SANATÇI BİR AYNADIR
Sanatçı sadece kendi insanının değil aynı zamanda tüm dünya insanlığının da sesidir. Bu yönüyle Zekeriya Çavuşoğlunu irdelemek gerekse ondan hangi yanıtları alabiliriz?
Sanatçı bir aynadır. Toplumu, ulusu giderek tüm insanlığı yansıtan bir ayna. Acısıyla sevinciyle, mutluluğu mutsuzluğuyla, tutkuları hırslarıyla, öfkeleri insancıllığıyla ya da tüm insani yönlerinden arınıp uzaklaştığı kan içiciliğiyle, her şeyiyle onun yani insanın bir aynasıdır. Doğal olarak sanatçıyı insanlıktan ayırmak, insanla ilgili tüm söyleneceklerden farklı kılmak yanlıştır. Sanatın dili özeldir, farklıdır. Sanatçının en büyük süsü, en etkili silahıdır bu dil. O söyledi mi dinlemek daha farklıdır. Söz de yazı da gizemini sanatçının yüreğinin derinliklerinden alır. O derinliklerde çok az insana verilmiş tanrısal sezgiler, duyuşlar, algılayışlar ve algılayışları hiç kimsenin başaramayacağı bir biçimde iletişler vardır.
Sanatçı bu üstün gücünü nasıl kullanacaktır? Kimden yana kullanacaktır?
İnsan düşünen bir hayvandır der bir düşünür. Düşündükçe özüne yaklaşan insan ulaşabildiği insani değerlerin miktarınca insandır. Öyleyse sanatçının bu değerler etrafında korkusuz bir savaşım vermesi kaçınılmazdır. Sevgi, barış, hoşgörü, adalet, hak, hukuk, insan haklarına saygı ve daha sayamadığımız birçok değer, sanatçıyım diyen adamın tuğlası, taşı, çimentosu olmalıdır. Çünkü kurulacak bina insanlığın aydınlık geleceğini yüreklere kazıyacaktır. Günümüzden bir örnekle bu konuyu da noktalayalım. Bir Orta Doğu felaketi yaşamakta tüm dünya. İnsanlar ölüyor, anneler ölüyor, çocuklar ölüyor, vicdanlar susuz bir çöl sanki. Savaş insanlığın, insan olmanın ötesinde korkunç bir utancı yaşatıyor yüreği olan, gözü görüp, kulağı sağır olmayan tüm insanlara. Kimden yanayız biz? Böyle bir dünyanın yanı yöresi mi olurmuş. Hangi insani değer beni; ezenin, yok edenin, gözü kanlı, eli kanlı dünyasına mahkum edebilir? Yanımız yöremiz belli bizim. Beyninden, yüreğinden başka silahı olanlarla işimiz yok. Elindeki silahı insana doğrultana biz de yüreğimizle, kalemimizle karşılık veririz. Sanatçı göz yuman değil, aksine gözünü dört açan, eğriyle doğruyu araştıran gerektiğinde eleştiren, gerektiğinde de yol gösterendir.
Çeşitli konulardaki düşüncelerinizi açıklarken bilhassa eleştirilerinizde çok keskin bir dil kullanıyorsunuz. Dil konusunda olsun, şiir ve sanatçılar konusunda ya da inandığınız düşünceler, ilkeler konusunda çok tavizsiz, dikenli bir diliniz var. Neden böylesi bir anlatım yolunu tutuyorsunuz?
Sence bu ülkede her şey yerli yerinde mi, her şey çok iyi gidiyor da benim mi gözlerim görmüyor. Bunun böyle olmadığını sen de biliyorsun. İnsanlar senden bir şeyler alıp götürüyor, sen onlardan bir şeyler almayı umut ediyorsun. Hak ettiğini aldınsa ne ala, ya almadınsa... Onca yılın süzgecinden, onca acı ve ızdırabın imbiklerinden süzüle süzüle bir damlacık kalmış bir kişinin kimden korkacak bir şeyi olabilir? Tabii ki doğruları savunacağım, tabi ki erdemli olanın peşinden gidip erdemsizliklerin ipliğini pazara çıkaracağım. Bu hem insan olarak hem de sanatçı olarak hepimizin görevi değil mi? Dil konusunu ele alalım. Herhangi bir kentimizin en tanınmış bir caddesine, bir boydan öbür boya yürü bakalım, hangi ulusun, hangi devletin sınırlarında volta atmış olacaksın. Ama burası Türkiye değil mi? Sokaklarında gezenler bu ülkenin yurttaşları değil mi? Televizyonlarda birkaç kanal gez bakayım bilincin hangi kültürel zenginliklerle uç verip dal budak salacak. Dilime sahip çıkmak benim en doğal hakkım. Anam benim için ne kadar kutsalsa dilim de öyledir. Dil nedir? Dil özün aynasıdır. Aynanın kiri özün üzerine yağlı bir kara gibi düşer. Bu yüzden aynayı temiz tutmak, özün aslına saygı gereğidir. Hem özü diri, hem de dili temiz tutmakla gerçek ulusal benliğimize sahip çıkabiliriz. Dil, ulusal birlik ve beraberliğimizin en önemli güvencesidir. Diline sahip olmayanların bireylerin oluşturduğu toplumlar, kederde, sevinçte, iyi günde kötü günde, mutlulukta ve mutsuzlukta bir arada olamazlar. Dilimize özen göstermek onu iyi öğrenip, doğru kullanmak, sevdalı bir kıskançlıkla üzerine titremek ve yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak her bilinçli yurttaşın görevidir. Fransada bir Fransıza, İngilterede bir İngilize, Almanyada bir Almana kendi dilleri dışında seslenemezsiniz. Dillerini ulusal onurları bilirler ve bu onurlarından taviz vermezler. Bizde ise bu bambaşka yönde uç verip dal budak salmakta. 19. yüzyılda, bir batılılaşma tutkusudur doruklara ulaşmıştı. Bizler vur deyince öldüren cinsteniz ya, iki günde Avrupalı olmanın yolunu buluvermiştik. İlk değişimler geniş kapsamlı olarak hep biçimde başlar bizde. Avrupalı gibi giyinip, iki de Fransızca ya da İngilizce söz yumurtladık mı al sana Batılılaşma. Ne kötü bir taklit. Hani taklidin iyisine de bir şey demeyeceğiz; ama Tanzimatta ortada gezen bir sürü züppe, bir sürü kültüründen kopuk aklı havada insan kaldı bilinçlerimizde kazılı. Bugün de ikinci bir Tanzimat yaşıyoruz. Özünden kopma, uzaklaşma, kendine yabancılaşıp geçmişini aşağılama, dünyanın en zengin kültürüne burun kıvırıp Tanzimatın bülbül taklidi yapan kargalarına dönüşme sevdası hızla sürdürülüyor. Bugün dünyamızda çok farklı, çok ilginç ve o denli de bilinçle sürdürülen bir savaşım sürmektedir. Çoğumuz farkında bile değiliz. Bugün İngiltere, Fransa ve Almanya bu savaşın en büyük aktörleridir. Hepsi de kendi dillerini dünya üzerinde daha geniş alanlara, daha kalabalık kitlelere yaymak çabası içindedirler. Boşuna verilmez bu savaş. Dil bir araçtır. Ardından kültürel emperyalizm, yaşam biçimi olarak kendine benzetme ve giderek de sömürgeleştirme aşamalarıyla devreye girer. Hem de küreselleşme adına. Yabancı dil öğrenmek başkadır, yabancı dilin tutsağı olmak başka. Bir dil bir insandır özdeyişine ben de katılıyorum. Ama bir dil öğreneceğim diye kendi kimliğini yırtıp atma aptallığına da söylenecek çok sözümüz vardır doğal olarak. Anadilini aşağılayarak onu yabancı sözcüklerle hormonlayıp ne düğü belirsiz bir kuş dili durumuna sokarak kendi benliğine, kendi ulusal onuruna, kendi geçmişine ve geleceğine ters düşme yanlışına düşenlerin de affedilecek bir yanları olmasa gerek. Nedense sokakta, pazarda, iş yerlerinde yabancı dil hayranlığımızı birilerinin gözüne gözüne sokmaktan garip bir tat alıyoruz. Sanki söz arasına kattığımız her yabancı sözcük bizim; okumadan, incelemeden, görmeden, gezmeden edindiğimiz o çok engin (!) kültürümüzün dışavurumu gibidir. Günaydın yerine Hello, hoşça kal yerine Çüz, bay bay, özür dilerim yerine pardon, teşekkür ederim yerine mersi dünyanın en güzel sözü seni seviyorum yerine de Ay lav yu demeyi büyük bir üstünlük sayıyoruz.
ZEKERİYA ÇAVUŞOĞLU KİMDİR?
Gümüşhane ilinin Torul İlçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Trabzonda tamamladı. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi.
YAYINLANMIŞ YAPITLARI
Anadolu Destanı (Şiir)
Bir Öpücüğe Barış (Öykü)
Gerçekleşen Düş (Masal)
Umutlara Değmez Kurşun (Öykü)
Sessiz Kalemlerin Öyküsü (Şiir)
Gök Yorgan Yer Yatak (Şiir)
Güz Yangını ( Roman)
Türk Dili ve Edebiyatı Bilgileri Kaynak Kitabı
ÖSS Edebiyat
Bir Öpücüğe Barış (Kültür Bakanlığı Öykü Mansiyon Ödülü)
Gerçekleşen Düş (İnönü Üniversitesi Masal Yarışması Birincilik Ödülü)
Çanakkale Destanı (Çanakkale Turizm ve Tanıtma Derneğinin açtığı yarışmada Jüri Özel Ödülü)
Ayrıca 1984 1994 1995 1996 yıllarında öğretmenler arası şiir yarışmaları birincilikleri ve ödülleri vardır.