Okumak yazmaya açılan kapıdır

Bugüne kadar okuduğu yazarlardan çok şeyler öğrendiğini ancak her yazarın okuduğu yazara benzemek yerine özgün olması gerektiğini söyleyen Yazar İnci Gürbüzatik, günümüz edebiyat dünyasının gidişatının iyi olmadığını söyledi


  • Oluşturulma Tarihi : 07.01.2017 09:44
  • Güncelleme Tarihi : 07.01.2017 09:44
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Okumak yazmaya açılan kapıdır

NİLGÜN TAZE - ÖZEL HABER

İki Çırpı Kiraz Kız, Misket, Aşk Kaldığı Yerden isimli kitapların yazarı olan İnci Gürbüzatik, okumanın yazmaya açılan bir kapı olduğunu anlatarak yazma serüvenin detaylarını paylaştı. Kitaplarında kendine özgü akıcı bir anlatım dili kullanana Gürbüzatik, ayrıca edebiyatdünyasının gün geçtikçe mafyalaştığını, proje üretim merkezlerinin pıtırak gibi yazar üretirken, yazar ajanslarının da yazarları şaşırtmaya devam ettiğini söyledi.

Birçok insanın aksine yazmak yerine okumaya önem veren Yazar İnci Gürbüzatik, küçük yaşlardan itibaren kese kağıtları da dahil olmak üzere üstü yazılı ne bulsa okumaya başladığını belirterek, “Yazmaya küçük yaşlarımda başlamadım. Doğuştan yazma yetenekli çocuklardan değildim. Hatta yazma konusunda bir pırıltı taşıdığım bile söylenemezdi. Yazmak, hele de yazar olmak aklımın ucundan bile geçmedi. Kompozisyon derslerimde bile başarılı değildim. Çok zorlanırdım. O ilk cümleyi kağıda bir türlü yazamaz, yazsam bile ardındaki cümlenin sıkıntısını taşırdım. Aslında yazma değil okuma çabası içinde olduğumu biliyordum. Bu konuda iştahlı olduğumu da fark etmiştim. Ya da fark ettiğim şeyin yetenek olduğunu anlamadan okuyordum. Kesekağıdı dahil üstü yazılı ne bulsam okurdum. Evinde atadan, babadan kalma kütüphaneye, raf raf kitaplara gözünü açan o şanslı çocuklardan da değildim. Ama zamanla kendi kitaplığını oluşturan bir çocuğa dönüştüm” dedi.

OKUMA AŞKI

Bir kitaplıkla ilk kez İstanbul’a bir akrabalarının evine ziyarete gittiğinde tanıştığını söyleyen Gürbüzatik, annesinin tıp okuyan kuzenlerinden birinin kütüphanesindeki kalın kitapların önünde çakılıp kaldığını ifade ederek, “Oyuncaksızdım ama kitaplarım vardı. Ankara’ya onun gibi bir kütüphaneye sahip olma hayaliyle döndüğümü biliyorum. Önce portakal kasasından bir kitaplık yaptım kendime. Daha sonra da tuğla destekli iki uzun kalasa sayısı artan kitaplarımı dizmeye başladım. Yemez içmez harçlıklarımı biriktirir Ulus’a, Anafartalar Caddesindeki kitapçılara koşardım. Annem de her fırsatta bize kitap alır, onu da sanki kendisi yazmış gibi millet mekteplerinde öğrendiği Latin harfli Türkçe’mizle tarihe ve zamana damgalardı. Elime geçen her kitabı tırtıl gibi iştahla okurdum” ifadelerini kullandı.

YAZMAYA BAŞLAYIŞ

Varlığını şekillendirerek dünya görüşünü oluşturan ve kendi kendine aydınlanmasını sağlayan okuduğu kitap yazarlarını minnetle andığını söyleyen Gürbüzatik, yazmaya üniversitede tiyatro dersi almaya başladıktan sonra başladığını belirtti. Ankara Üniversitesi Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesi (DTCF) Tiyatro Bölümü’nün hayatında bir milat oluşturduğunu söyleyen Gürbüzatik, “Okuduğum yazarları burada saymam olası değil. Yazmama temel olanın aslında bütün o okuduğum kitaplar, tanıdığım yazarlar olduğunu biliyorum ama asıl önemli etken üniversitede tiyatro eğitimi almamdır. Eğitimimi tamamladıktan sonra TRT’ye prodüktör olarak zorlu sınavlar sonunda girmiş olmam da yazmaya başlangıç sayılır. Program metinleri, filme alınan senaryolar, TV filmleri, dramalar elbette kalemimi biledi ama ben onları gerçek anlamda edebiyat saymadığımı belirtmek isterim. Benim için asıl edebiyat öykü, roman yazmakla başladı. Bunu anlamam geç oldu ama ders de oldu bana” açıklamasını yaptı.

İYİ SENARYOLARDAN KÖTÜ FİLMLER

Senaryolarının filmlerini beğenmediğini ve iyi bir senaryodan kötü bir film çıkabileceğini süreç içerisinde anladığını söyleyen Gürbüzatik, şunları söyledi: “Yönetmenler kendi kafalarına göre hem de hiç sormadan değişiklikler yapıp, kişisel ilişkilere dayalı kastlarla yazdıklarımla ilgisi olmayan filmler ortaya çıkartıyor, senaryomdaki yapıyı ve özü bozuyorlardı. Bir dizinin ardından bir daha senaryo yazmama konusunda yemin edişim bir anlamda beni edebiyata yöneltti. Laf olsun diye Şair Salih Bolat’ın yönettiği bir yazı atölyesine katıldım. Ama laf olmadı, büyülendim kaldım. Edebiyatın ne olduğunu anlamam için Türkçemizin önemini kavramak gerçeği ile baş başa kaldım. Prodüktördüm ve yıllardır TRT de yazıyor, Türkçeyi iyi bildiğimi iddia ediyordum, üstelik üniversitede Türkiye Türkçe’si derslerini Vecihi Hatipoğlu, Hamza Zülfikar gibi hocalardan almıştım. Ama yazmak için bütün bunlar yeterli değilmiş.”

GERÇEKLİĞİN ÖNEMİ

Gürbüzatik, katıldığı edebiyat atölyesinden sonra yeniden gramer çalışmaya, Türkçe sözcük dağarcığını zenginleştirmeye ve sözlük taramaya başladığı bilgisini vererek okuma ve yazma deneyimlerini şu şekilde paylaştı: “Çalışmaya Türk Dil Kurumunun (TDK) tarama sözlüğüyle başladım. Türkçenin zenginliğinin öneminin farkına geç de olsa varmıştım. Öykü, roman yazmam görüldüğü gibi öyle hemen bir gecede ‘Bu gece ben bir öykü yazdım’, üç ayda bir roman yazdım’, diyen mucizevi yetenekteki yazarlarınki gibi olmadı hiç. Yazabildiğinin farkında olmak, kendine güven duymak çok önemli ama aynı zamanda tehlikeli de. Bu his, insanın kendi karakteri, alt yapısı, görgüsü, egosu vicdanıyla ilgili. Yeteneksiz olduğunu yazdıklarını okuduğunuzda anladığımız yazarların şişkin egoları çok şaşırtıcı geliyor bana. ‘Allah bir yazarı yakınlarının övgülerinden, korusun’ sözünü çok doğru buluyorum. Hatta bu söze bir de ilave yaparak ‘Allah reklamcıların, kitap tanıtıcılarının yalanlarından da korusun’ derim.”

 “YAZARLAR PAZARLANIYOR”

Övgülere kuşkuyla baktığını ve hayatı boyunca her duyduğuna inanmama gibi bir yapıya sahip olduğunu açıklayan Gürbüzatik, “Kuşkucuyum ben, güvenmem. Huyum kurusun çocukluğumda da öyleydim. Aklımın yüreğimin kabul etmediği şeye görsem de inanmam. Araştırıcılığım o yüzden serüven tadındadır. Yedisinde neyse yetmişinde de o yani, inanmışsam kendime güveniyorsam beni kimse yolumdan çeviremez. Artık yazarlar egosunu tatmin edecek övgülerle, pazarlamacıların neon ışıklarıyla parlatılıp market stantlarındaki ürünmüş gibi pazarlanıyor. Sanat için değil para için edebiyattan söz ediliyor. Yazar koçları üredi, ‘yazdıklarını getir biz düzeltir, yayın evi de buluruz, kitaplaştırır parlatır pazarlarız da’ çağırılarıyla hizmet sunuluyor” şeklinde konuştu.

MAFYALAŞAN EDEBİYAT DÜNYASI

Proje üretim merkezlerinin pıtırak gibi yazar üretirken, yazar ajanslarının da yazarları şaşırtmaya devam ettiğini açıklayan Gürbüzatik, “Gerçek anlamda eleştirin olmadığı, edebiyatın mafyalaşıp, çeteler oluşturduğu, tekelleştiği bir ortamda üstelik de onlar çoğalıp güçlenirken, sesini duyurmaya çalışan yazarlar için yazmak bir işkence, bir sancıdır. Yazmak benim için bugün haksızlık, adaletsizlik karşısında sesimi duyurmak, paylaşmak, yüksek sesle konuşmaktır benim için. Ben de varım, benim de sözüm var diyebilmek, yazarken yaşadığım yapayalnızlığı, baş kaldırıyı okurumla paylaşabilmektir. Evet yazarken belirsizlik yüzünden acı da çekiyorum. Mazoşistçe bir acı bu. Acıdan haz almak yani. Yazmazsam ölmem ama ölmeden yazmam gerekenler var. Belge bırakmalıyım geleceğe, sağlam belgeler” dedi.

“GÖRMEZDEN GELMEK BİR ŞİDDETTİR”

Gürbüzatik, her insanın bir ruhu olduğu için bir de hikâyesi bulunduğunu belirterek, “Yazma hikâyemin beni ilgilendirdiğini bilmek aslında zorluyor da. Kışkırtıyor beni, bende üstüne üstüne gidiyorum. Allanıp pullanmış, çevresi donanımlı yazarlara inat yazıyorum. Çünkü haksız rekabetin olduğu edebiyat dünyasında kalıcı olmak gibi bir derdim var. Görmezden gelmenin de bir şiddet olduğunun farkındayım. Senaryolarımı, dizi filmlerimi, eğitici kısa dramalarımı, belgesel film metinlerimi saymıyorum çünkü dedim ya onları edebiyat olarak sınıflandırmıyorum. Bu farkı uzun uzun anlatabilirim ama edebiyattan söz edeceksem öyküler, romanlar demeliyim” ifadelerini kullandı.

KAYBOLAN KİTAP

Senaryo yazmama konusundaki yemininin ardından öyküler yazmaya başladığını ifade eden Gürbüzatik ilk ödül deneyimini şu şekilde anlattı: “Yazdığım öykülerden birini ‘Varlık’ dergisine ‘Ustaların Seçtikleri’ bölümüne gönderdim. Atmışa yakın öykünün içinde seçilip yayınlandığını bir arkadaşımdan tesadüfen öğrendim. İlk öykümdü, inanamadım ayaklarım yerden kesildi. Zeyyat Selimoğlu’nu minnet ve saygıyla anıyorum. Öykülerim ki topu topu on bir taneye ulaşmıştı, cüret edip Kültür Bakanlığının açtığı yarışmaya gönderdim. Kitaplaştırılmaya değer görüldü. ‘İki Çırpı Kiraz Kız’ ilk kitabım üç bin adet basıldı ve hemen tükendi. Aşk Kaldığı Yerden ise Bodrum’lu kadınların inanılması zor yaşam öykülerinden oluşan bir kitap. Ara Kitap’dan çıktı ama yayınevi birden bire yok oldu ve tabi kitaplarım yok oldu. Oysa içinde hakkında yazılar yazılmış pek çok ödüllü öyküm var. Şu anda piyasada bulunmayan ve okura ulaşamamış bir kitap bu. Hala soruluyor. Yeni baskısı için çabalıyorum.”

KİTAPLAR VE ÖYKÜLERİ

Misket isimli romanının bir anı roman aynı zamanda da bir kent belgeseli olduğunu ifade eden Gürbüzatik, “Kitabım Ankara’ya dair yok oluşun öykülerini barındırıyor. Bir bakıma siyasi bir roman. Ellili atmışlı yılların sosyolojik bir gözlemi sanki. İlk baskısını Goa Yayınevi, ikinci baskısını Bencekitap Yayınları’ndan yaptı. Misket’in reklamsız, ilansız ama fısıltı iletişimi ve tavsiye ile aranıp okunan bir kitap olması benim açımdan çok sevindirici” dedi. Bir yazardan örnek almaya çalışmanın doğru olmadığını ve her yazarın öznel kalması gerektiğini söyleyen Gürbüzatik, “Ben kendim olmalıyım. Bir yazar gibi olmaya çalışmak ona öykünmek çok zor, anlamsız başarı şansı da az. İnsanların biricik olduğuna inanıyorum. Yazarlar da öyle. İç dünyalarımız, dünya görüşlerimiz, yeteneklerimiz, algılarımız, dertlerimiz farklı” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi