Sayfa Yükleniyor...
Sevgililer Günü’nün yalnızlık hissini artırabileceğini belirten Uzman Klinik Psikolog Metin Olataş, sevgi eksikliğinin bireylerin içsel dünyasında derin bir boşluk yaratabileceğini ifade etti.
14 Şubat Sevgililer Günü, birçok kişi için romantik ilişkilerin ve sevginin kutlandığı bir dönem olmasının yanı sıra, yalnızlık hissinin ve sevgi eksikliğinin de daha fazla hissedildiği bir zaman dilimi olabiliyor. Bu özel günün bireylerde yalnızlık duygusunu tetikleyebileceğini belirten Uzman Klinik Psikolog Metin Olataş, sevgi eksikliğinin yalnızca dışsal bir durum olmadığını, aynı zamanda kişinin içsel dünyasında bir eksiklik hissine yol açabileceğini vurguladı. Olataş, sevgi eksikliğinin uzun vadede depresyon ve kaygı bozuklukları gibi psikolojik sorunlara yol açabileceği uyarısında bulunarak, sevginin yalnızca başkalarından alınan bir duygu değil, aynı zamanda bireyin kendisini değerli ve kabul edilmiş hissetmesini sağlayan bir varoluş biçimi olduğunu ifade etti. Çocukluk dönemindeki sevgi eksikliğinin ise bireylerin ilerleyen yaşlardaki ilişkilerinde bağlanma problemlerine yol açabileceğine dikkat çeken Olataş, yalnızlıkla başa çıkmanın ve sağlıklı ilişkiler kurmanın yollarını paylaştı.
Sevgililer Günü’nün, bireylerin yalnızlık hissiyle yüzleşmesini tetikleyebileceğini ifade eden Olataş, “Ancak burada önemli olan, yalnızlığın bir eksiklik mi yoksa varoluşsal bir deneyim mi olduğu sorusudur. Toplumsal normlar ve romantik ilişkilerin idealleştirilmesi, bireyin kendi varoluşsal anlam arayışını gölgede bırakabilir. Sevgi, yalnızca bir başkasından alınan bir duygu değil, bireyin kendi içinde geliştirdiği ve dünyaya sunduğu bir varoluş biçimidir. Sevgi, bireyin kabul gördüğünü ve değerli olduğunu hissettiği bir alan yaratır. Sevgi eksikliği, kişinin kendilik algısını zayıflatabilir, değersizlik hissini pekiştirebilir. Bu durum uzun vadede depresyon, kaygı bozuklukları ve bağlanma problemlerine yol açabilir. Ancak burada kritik nokta, bireyin sevgiyi nasıl tanımladığı ve hayatına nasıl dahil ettiğidir” dedi.
Çocukluk dönemindeki sevgi eksikliğinin bireylerin ilerleyen yaşlardaki ilişiklerine nasıl yansıdığını değerlendiren Olataş, “Türkiye gibi kolektivist yapıya sahip toplumlarda aile ve sosyal çevre güçlüdür, ancak bu bağlar bazen bireysel özgürlüğün önüne geçebilir. Modernleşme ve bireyselleşme, insan ilişkilerinde dönüşüme neden oluyor. Eğer bu süreç sağlıklı yönetilmezse, birey hem geleneksel bağlardan kopma hem de yeni anlam arayışında yalnız kalma ikilemi yaşayabilir. Çocukluk ise bireyin kendini ve dünyayı anlamlandırdığı bir süreç. Sevgi ve ilginin eksik olduğu bir çocukluk, kişinin kendilik algısında kırılmalara yol açabilir. Güvensiz bağlanma stilleri, ilişkilerde kaygılı veya kaçınmacı tutumlar geliştirmeye neden olabilir. Bu durum, yetişkinlikte sağlıklı ilişkiler kurmayı zorlaştırabilir ve kişinin anlam arayışında engeller yaratabilir” ifadelerini kullandı.
Sevginin, bireyleri bir arada tutan en temel unsurlardan biri olduğunu vurgulayan Olataş, “Sevgi eksikliği, empatiyi zayıflatır, güven duygusunu azaltır ve toplum içinde yabancılaşmayı artırır. İnsanlar anlam arayışlarını başka alanlara yöneltebilir ve bazen bu arayış, sağlıksız ilişkilere veya aidiyet duygusunu yanlış yerlerde bulmaya sebep olabilir. Öncelikle yalnızlık, bir eksiklik değil, bireyin varoluşunun doğal bir parçasıdır. Bunu kabullenmek, bireyin kendisiyle olan ilişkisini güçlendirebilir. Bu süreçte kişi, kendi anlam dünyasını keşfetmeye yönelebilir. Sosyal bağları kuvvetlendirmek, farkındalık geliştirmek ve kendine şefkat göstermek önemli adımlardır. Ayrıca, yalnızlıkla yüzleşmek, bireye kendi değerini dış etkenlere bağlı olmadan keşfetme fırsatı sunar. Sevgi, sadece romantik bir bağlamda değil, dostlukta, sanatta, doğada ve insanın kendisiyle kurduğu ilişkide de var olabilir. Son söz olarak; sevgi, insanın varoluşsal yolculuğunda her zaman kendisini keşfetmesine rehberlik eden bir unsur olmalı diyerek seven-sevilen herkesin sevgi gününü, Sevgililer Günü’nü en içten şekilde kutlarım” dedi.
MERVE AĞRIÇ