Uluslararası Mutluluk Günü’nde Türkiye’nin çöküşü: Türkiye mutsuzluğun dibini yaşıyor

20 Mart Uluslararası Mutluluk Günü’nde, Türkiye’de ekonomik kriz, işsizlik ve toplumsal sorunlar nedeniyle bireylerin mutluluk seviyesi düşerken, uzmanlar Türkiye’deki genel mutluluk durumunu değerlendirerek, mevcut tabloya dair çarpıcı veriler paylaştı


  • Oluşturulma Tarihi : 20.03.2025 08:34
  • Güncelleme Tarihi : 20.03.2025 08:34
  • Kaynak : MERVE AĞRIÇ
Uluslararası Mutluluk Günü’nde Türkiye’nin çöküşü: Türkiye mutsuzluğun dibini yaşıyor

MERVE AĞRIÇ- ÖZEL HABER - Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 12 Temmuz 2012 tarihli 66/281 sayılı kararında, 20 Mart’ı Uluslararası Mutluluk Günü olarak ilan etti ve mutluluğun ve refahın dünya çapındaki insanların yaşamlarında evrensel hedefler ve özlemler olarak önemini ve kamu politikası hedeflerinde tanınmasının önemini kabul etti. Ancak Türkiye’deki mevcut tablo, bu hedefin oldukça uzağında. Ekonomik kriz, işsizlik, toplumsal kutuplaşma ve artan ruh sağlığı sorunları, bireylerin yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor. Uzmanlar, Türkiye’nin derin bir toplumsal bunalımın eşiğinde olduğunu belirtirken, özellikle gençler ve kadınlar arasında umutsuzluğun arttığına dikkat çekiyor. Türkiye’de yaşayan vatandaşların mutluluk durumunu değerlendiren Sosyolog Prof. Dr. Özkan Yıldız ve Psikolog Özlem Sena Depecik, çarpıcı veriler paylaştı. İşte Türkiye’de mutluluk seviyesine dair detaylar…

TÜRKİYE BÜYÜK BUNALIMIN EŞİĞİNDE 

Türkiye toplumunun, özellikle farklı toplum kesimlerinin pençelerinden bakıldığında ve gençler, kadınlar, yaşlılar olarak değerlendirildiğinde Dünya Mutluluk raporunda 156 ülke arasından 79’uncu sırada olduğunu ifade eden Sosyolog Prof. Dr. Özkan Yıldız, “2002 ve 2018 yılları arasında yayınlanan istatistiklere bakacak olursak geleceğinden umutsuz olan işsiz gençlerin oranı ise yüzde 60’larda. Türkiye 156 ülke içerisinde 79’uncu sırada. Geçim sıkıntısı ve ticari başarısızlık nedeniyle ise 5 bin 486 kişi intihar etmiş. Yalnızca 2018 yılında geçim sıkıntısının nedeniyle 246 kişi intihar etmiş. Bu intihar oranlarının her geçen gün daha da artmakta olduğunu görmekteyiz. Yani derin ekonomik yoksulluk beraberinde insanların umutsuzluğunu artırıyor. Türk toplumu aslında büyük bir bunalımın eşiğinde ve intihara doğru sürüklenen durumla karşılaşmaktayız. Şiddet artıyor, sadizm artıyor, zorbalık artıyor ve kuralsızlık artıyor. Çocuklar ve hayvanlara karşı şiddet oranlarında çok ciddi artışlar söz konusu. Mesela Türkiye Kadın Barış ve Güvenlik Endeksinde 167 ülke arasında 114 sırada” dedi. 

SOSYAL KONTROL KRİZE GİRİYOR 

Umutsuz, geleceğinden kaygılı ve endişeli bir toplumun oluştuğunu belirten Prof. Dr. Yıldız, “Bu umutsuzluk gençlere doğru giderek artıyor. Umutsuz gençler ise geleceğini yurt dışında arıyor. Yani her 4 üniversite mezunu öğrenciden birinin işsiz olduğunu düşündüğümüzde işsizlik ile umutsuzluk arasında çok ciddi bir bağlantı kurulabilir. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2017 raporunda Türkiye’nin yüzde 4,5’inin depresyonda olduğu bilgisi mevcut. Son 3 yılda psikiyatrik kliniklerine başvuranların sayısı 8 milyon olmuş. Sağlık Bakanlığı verileri 2013-2018 yıllar arasında antidepresan kullanımı ise yüzde 27 artmış. Uyuşturucu madde kullanımı Türkiye’de bir salgın haline geldi zaten. Kadınlarda özellikle kullanımın arttığını görüyoruz. Toplumumuz gerçekten mutsuzluğa ve umutsuzluğa sürükleniyor. Sosyal destek ağlarımız ise zayıflıyor. Sosyal kontrol giderek krize giriyor. Dolayısıyla sosyolojik olarak, ağır bunalım, mutsuzluk ve yoksulluk koşullarında, sağlıklı bir toplumun olduğunu söylemek mümkün değil” diye aktardı. 

ULUSAL, SOSYAL POLİTİKALAR İNŞA EDİLMELİ 

Empati kültürünün yeniden inşa edilmesi gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Yıldız, “İçinde bulunduğumuz karanlık tablodan çıkış için toplumsal huzurun sağlanması, kutuplaşmanın ve çatışmaların azalması için yeni bir dayanışma, kucaklaşma ve empati kültürü inşa edilmesi gerekiyor. Bunun gerçekleşeceği ilk yer ise aile. 2025 yılını aile yılı ilan etmek güzel ancak çatırdayan aile sistemi incelenmeli ve aile kurumunun güçlendirilmesi için ciddi ulusal sosyal politikalar inşa edilmeli. Artık toplumun, mevcut hükümete, anlayışa ve kurumlara dair umutları giderek yok oluyor. Yurttaşlarımız ağır bir borç batağında, ağır bir ekonomik kriz içerisinde ve orta sınıf çökmüş durumda. Hoşgörü, barış ve demokrasi kültürümüz ise giderek yok oluyor. Mevcut sistem vatandaşlarımızın beklentilerini ve sorunlarını çözebilme noktasında yetersiz. Sadece hükümetle ilgili kurumların değil, yerel yönetimlerin de bu noktada güçlendirilmesi gerekiyor. Sosyal adaletin, barışın sağlanması, sosyal kalkınmanın özellikle işlevsel bir hale getirilmesi için yeni bir politik kültüre, yeni bir sosyal devlet inşasına ihtiyaç var. 1980’lerden itibaren Türkiye’de uygulanan özelleştirme, liberalleşme ve neoliberal politikalar, devletin güçsüzleri ve yoksulları koruma işlevini zayıflatarak, sosyal bağların çözülmesine ve yok olmasına yol açıyor. Kamucu, halkçı bir sosyal devlet anlayışının Türkiye’de yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Özellikle gülümsemeyen toplum gerçeğiyle karşı karşıyayız” ifadelerini kullandı.

EKONOMİ ÖNEMLİ ÖLÇÜDE ETKİLİYOR 

Türkiye’deki bireylerin mutluluk düzeyini etkileyen birçok faktörün bulunduğunu ifade eden Psikolog Özlem Sena Depecik, “Bunlara ekonomik durum, sosyal ilişkiler, sağlık durumu, eğitim düzeyi, toplumsal faktörler ve kişisel değerler ve yaşam amaçları gibi birçok faktör sayabiliriz. Gelir düzeyi, işsizlik, borçluluk gibi ekonomik faktörler, bireylerin mutluluk düzeyini önemli ölçüde etkiliyor. Ekonomik güvencesizlik, kaygı ve stres düzeyini artırarak mutluluğu olumsuz etkileyebiliyor. Aynı zamanda güçlü sosyal destek, yalnızlık duygusunu azaltarak mutluluğu artırır. Bu nedenle Aile, arkadaşlık ve romantik ilişkiler gibi sosyal bağlar da bireylerin mutluluğu için hayati öneme sahip. Diğer etkenler ise fiziksel, ruhsal sağlık ve eğitim düzeyi. Son yıllarda yaşanan ekonomik kriz ve toplumsal olaylar, bireylerin psikolojik durumunu önemli ölçüde etkiledi. Bu kapsamda bireylerde kaygı, stres, depresyon, travma sonrası stres bozukluğu, sosyal izolasyon ve en önemlisi ruh sağlığı sorunlarının kronikleşmesi gibi vakalara rastlıyoruz” dedi. 

SÜRDÜRÜLEBİLİR MUTLULUK EKSİKLİĞİ 

Türk toplumunda mutluluğun sürdürülebilirliği açısından eksikliği hissedilen bazı temel psikolojik ihtiyaçlara değinen Depecik, “Türk toplumunda, öz şefkat ve kabul, anlam ve amaç duygusu, duygusal zekâ ve iletişim becerileri, aidiyet, başarı hissi ve özgürlük gibi kavramlar eksik kalabiliyor. Bu nedenle bu noktalara değinilmeli. Aynı zamanda Türkiye’deki genç nüfusun mutluluk düzeyi, çeşitli faktörlerin etkisi altında değişkenlik gösterebiliyor. Özellikle bazı unsurlar gençlerin mutluluğunu oldukça etkileyebiliyor. Bunlar arasında; kariyer kaygısı ve gelecek belirsizliği, eğitim ve fırsat eşitsizliği, sosyal baskı ve beklentiler ile teknolojinin etkisi yer alıyor. Ekonomik zorluklar, işsizlik oranları ve rekabetçi iş piyasası, gençlerde ciddi kariyer kaygısı yaratıyor. Gelecek belirsizliği, eğitimden iş hayatına geçişte yaşanan zorluklar ve toplumsal değişimler, gençlerin umutsuzluk ve endişe duymasına neden olabiliyor. Eğitimdeki fırsat eşitsizlikleri de gençlerin gelecek beklentilerini ve dolayısıyla mutluluklarını etkileyebiliyor. Her gencin potansiyelini gerçekleştirebileceği fırsatlara sahip olmaması, hayal kırıklığı ve umutsuzluk yaratabiliyor. Toplumsal normlar ve ailevi beklentiler, gençlerin üzerinde baskı oluşturabiliyor. Kendi ilgi alanlarına ve değerlerine uygun seçimler yapamama, gençlerin mutsuzluğuna yol açabiliyor” ifadelerini kullandı. 

PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK YAYGINLAŞTIRILMALI 

Türkiye’de ruh sağlığı farkındalığının artırılmasının, bireylerin psikolojik sorunlarını erken fark etmelerini ve yardım aramalarını teşvik etmek açısından önemli olduğunu aktaran Depecik, “Ruh sağlığı sorunlarının damgalanmasıyla mücadele etmek, bireylerin yardım aramaktan çekinmelerini önleyebilir. Eğitim sistemi, öğrencilerin sadece akademik başarılarını değil, aynı zamanda duygusal ve sosyal becerilerini de geliştirmelerine yardımcı olmalı. Okullarda psikolojik danışmanlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, öğrencilerin ruh sağlığı sorunlarıyla başa çıkmalarına destek olabilir. Medya ise ruh sağlığı konularında doğru ve bilinçlendirici yayınlar yaparak toplumsal farkındalığı artırabilir. Şiddet, ayrımcılık ve olumsuz haberlerin yoğun bir şekilde sunulması, bireylerin ruh sağlığını olumsuz etkileyebilir. Sivil toplum kuruluşları ve gönüllü çalışmalar, toplumsal dayanışmaya katkı sağlayabilir. Son olarak ise pozitif psikoloji yaklaşımlarının desteklenmesi, bireylerin güçlü yönlerini keşfetmelerine ve olumlu duygularını artırmalarına yardımcı olabilir. Minnettarlık, iyimserlik ve umut gibi kavramların önemi vurgulanmalı” sözlerine yer verdi. 

Yazarımız Kim ?

MERVE AĞRIÇ