Yol, insana kendini tanıtır

İzmir aşığı Gezgin Fotoğrafçı Tarık Gök, çıktığı yolculuklarda kendini bulmaya çalıştığını belirterek, “7 bin kilometrede kendime bir adım yaklaştım. O olamadım bu olamadım diye kendimize bakmamalıyız. Öncelikle kendimiz olmalıyız” dedi


  • Oluşturulma Tarihi : 25.11.2016 08:00
  • Güncelleme Tarihi : 25.11.2016 08:00
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Yol, insana kendini tanıtır

ÖZKAN PEKÇALIŞKAN - ÖZEL RÖPORTAJ

O bir gezgin. Aynı zamanda fotoğrafçı. Bir taşın 7 bin kilometre ile başlayan serüveni 40 bin kilometreyi geçti. Durmadan bıkmadan yol almaya, yeni yerler görmeye ve yeni yerler keşfetmeye devam ediyor. Ona göre tek değişmeyen ve vazgeçemediği şey İzmir… Dönüp dolaştıktan sonra gezdiği yerlerde fotoğrafladıklarını ilk önce İzmir’de sergiliyor. İzmir onun için bir tutku. İzmir onun için vazgeçilmesi zor bir aşk… Kendisini tanımlamayan herhangi bir kalıbın içine sığdırmayan İzmirli Gezgin Fotoğrafçı Tarık Gök ile yaşamını, serüvenlerini, yaşadıklarını ve bundan sonra yapmak istediklerini konuştuk.

Öncelikle sizi biraz tanıyalım, Tarık Gök kimdir?

Benim çocukluğum 9 yıl Almanya’da geçti. Sonra Türkiye’ye kesin dönüş yaptık. Türkiye’ye döndüğümde bir kültür çatışması yaşadım. Sonra alıştım ama aklımda hep Almanya’ya geri dönmek vardı. İlk gözlerimi açtığım yer orasıydı. Orasını evim olarak benimsemiştim. 23 yaşında Hollanda’ya gittim. 5 yıl orada yaşadım. 23-28 yaş arası kritik bir dönemdi. 28 yaşında aşırı bir İzmir ve Ege özlemi ile Türkiye’ye döndüm. Bodrum’da çalışmaya başladım. Çalıştığım yerde sırt çantalıların gelip kaldığı bir yer vardı. Avrupa’nın hemen hemen her yerini gezmiştim. Biraz da Asya’ya açılmak istedim. Küçüklüğümden beri yaptığım fotoğrafçılığa 2001 yılında başladım. Yakınlarımın baskısı ile kendi fotoğraflarıma daha yakından bakıp çok radikal bir karar aldım ve bundan sonra fotoğraf sanatı ile hayatımı devam ettirme kararı aldım. İşten ayrıldım ve fotoğraf üzerinden para kazanmanın yollarını aradım. 2009 yılında İzmir’e taşındım. Avrupa’da büyümüş olmanın etkisi ile çekmek istediğim fotoğraflamak istediğim hayalimde olan yerler vardı. Bunlardan bir tanesi Himalayalar’dı. Gidip Everest’e tırmanmak istedim. 

 

21 GÜN, 200 KM VE 5 BİN 600 METRE

Himalayalar’a ve Everest’e gidiş hikayenizi biraz anlatır mısınız?

Everest’e gitmek için 5 kişi yola çıktık. İki kişi geri döndü ve yolu tamamlayamadı. Ben dönmedim. Çünkü ulaşmam gerekiyordu. Dönseydim oraya bir daha zor giderdim ve onu bir daha yapmaya çalışmazdım. O zaman bıraksaydım bir daha o yolu çekemeyeceğimi düşündüm. Sırt çantamla çıktığım yolculukta; Myanmar, Kamboçya gibi ülkelere de gittim. Gürcistan’dan başlayıp İtalya’dan Bodrum’a kadar gittim. 7 bin kilometre ile başlayan hikaye şu anda 40 bin kilometreye geldi. Ben bunun 40 bin kilometredeki sergisini Bodrum’da ve Çanakkale’de açtım. Ama hayalimde hep Hindistan vardı. İki tane hayalimi neden birleştirmeyeyim diye düşündüm. 2012’nin aralık ayında internetten 5 kişi ile tanıştım. Herkes farklı farklı ülkelerdendi. İngiliz, G. Afrikalı, Avustralyalı, Hollandalı bir de ben Türk olarak Katmandu’da buluştuk. Katmandu’dan Everest’e en soğuk ay olan aralık ayında yolculuğa başladık. En soğuk ay olmasına rağmen, Himalayalar’ın ve gökyüzünün en açık olduğu ay aralık ayıdır. Aynı zamanda fotoğraflamak için de en güzel aydır. Benim Everest’e ulaşmam 14 gün sürdü. Everest’e ulaştıktan sonra 7 gün daha ben başka bir bölgeye yürüdüm. 21 gün 200 km ve 5 bin 600 metreye çıkarak ben Everest’i ve Himalayalar’ı fotoğrafladım. Muhteşemdi benim için. Yürüyüşümün en son günü ağlayarak bir havaalanına ulaşmaya çalışıyordum. Son gün 25 km yürüdüm. Ama aslında ben oraya kafamda bir plan olmadan gittim. Planım Hindistan’a girmekti. Ama Hindistan’ın neresine gideceğime dair kafamda bir şey yoktu. Yolda duygular değişiyor ve yontuluyor. Aslında hikaye Evrerest’in ana kampında başladı. Durduk yere yerden bir taş aldım ve ben bunu Hindistan’ın en güney ucundan denize atacağım dedim. Bir taşın hikayesi de böyle başladı. Planda olmayan bir şeydi. Hayatımda ilk kez kendime oraya ulaşana kadar her şeyi bırakacağım. O taş beni nereye götürürse, rüzgar nereye eserse oraya gideceğim dedim. O taş ile birlikte Katmandu’ya geldik. 5 kişi başladığımız macerayı 3 kişi tamamladık. Hayalimin peşinden gittim ve Hindistan’a ulaştım. Üç denizin birleştiği Hindistan’ın en güney ucuna taşı atmak için yola çıkmıştım. Maddiyat ile dolu olan hayatta ben maneviyat için ne yaptığımı gösterdim. Oraya varmam benim 4 ay sürdü. Bu dört ay boyunca 120 gün ve gece hiç bilmediğiniz yerlerde yatıp kalkmak zorundasınız. Belli bir miktar bütçeniz var ve bütçenizin yetmesi lazım. Neyle karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz. Bazen sokaklarda yattım ve büyük tehlikeler atlattım.

Everest’e birlikte çıktığınız kişiler veya yarı yolda bırakıp gidenlerle daha sonra görüşme fırsatınız oldu mu?

O kişilerle daha sonradan da görüştüm. Avustralyalı kız ile geçen yıl Kamboçya’da görüştüm. Orada kimsesiz çocuklara yardım eden bir grupla orada çalışıyordu. Gittim onun evinde kaldım. O kişiyi tekrar görmek benim için enterasandı. 21 gün boyunca hayatınızı emanet ettiğiniz kişiyi görmek oldukça ilginçti. 21 gün boyunca o çeşitli sıkıntılar yaşamıştı. Ona destek olan ve yardım eden bendim. Bitirmeyenlerin hiçbirini bir daha görmedim. O gruptan da sadece bu kızı gördüm. Benle birlikte başından sonuna kadar yolculuğu tamamladı.

“ÇOCUĞUN FOTOĞRAFINDAN GELEN PARAYI CEBİME KOYAMADIM”

Taşı Hindistan’dan denize attıktan sonra hikayeniz bitti mi?

Taşı denize attım ve hikaye orada son buldu. Bu taşın 7 bin kilometrelik hikayesi diye sergi oldu. İzmir’e geldim. Serginin açılışına 600 kişi geldi. Hayatımın sergisiydi. 77 fotoğrafı o sergide sundum ve oradan çok daha güzel bir hikaye çıktı. Engelli bir çocuğun fotoğrafını o sergide sattım. Ben bu çocuğun fotoğrafını satma amaçlı sergilemedim. O fotoğrafı bir taşın 7 bin kilometrelik hikayesini tamamlamak için sunmuştum. Çok sürpriz bir şekilde bu fotoğrafı sattım ve o çocuğun fotoğrafından gelen parayı ben cebime koyamadım. Sonra ben Ankara’da sergi yaptım. Orada da bir fotoğrafını daha sattım. Orada da çocuğun ikinci fotoğrafının parası geldi. Tabi ben bunu sosyal medyadan yaydım. Fotoğraftan kazanılan miktarı kimseye söylemedim. Ben bu arada çocuğun ne adını biliyorum ne de adresini.  Eğer çocuğu bulamasaydım parayı çocuk esirgeme kurumuna bağışlamayı düşünmüştüm.

“DÖKÜLEN ÇAY BENİ TÜRKİYE’YE GÖNDERDİ”

Bir taşın 7 bin kilometrelik hikayesinden sonra başka seyahatiniz oldu mu?

Beni değiştiren bir tren yolculuğu yaptım. Bir taşın 7 bin kilometrelik hikayesini işledikten sonra bu taş daha başka hikayelere vesile olsun diye bu sefer benim Sibirya seyahatim başladı. Bu sefer de amacım Moskova’dan Vladivostok’a 9 bin 300 km yolu gidip denize bir taş atmaktı.  Bu sefer ben bu taşları Seferihisar’da Anadolu Otizm Vakfı’ndan aldım. Yedi tane otizmli çocuğun Seferihisar Sahili’nden yerden aldığı taşları bana verdiler. Üzerlerinde çocukların isimleri yazılı olan taşları ben yanıma aldım ve otizmli çocukların adına denize atmak üzere yola çıktım. Moskova’ya gittim ve trene bindim. Trendeki ikinci günümde çok enteresan bir olay yaşadım. Bilgisayarım yanımdaydı ve ikinci gün bilgisayarımın üzerine çay döküldü. Bütün bilgisayarım kapandı ve gitti. Sonra kızmadım kendime ve bunda bir hayır var dedim ve beni bu olayın bir yere götüreceğine inandım. Ben bu dökülen çayın beni nereye götüreceğini kendi kendime izleyeceğimi söyledim. Benim yolculuğum 10 gün sürdü ilk 4 gün trenden inmedim. Bu arada yazı yazamıyorum. Fotoğraflarımı ekleyemiyorum. İstanbul’daki dergiden arayıp sıkıştırıyorlar. Çıldırmak üzereydim. Vladivostok’a vardım ve taşları teker teker denize attım ve bu anları videoya aldım. Ondan sonraki rotam Çin’e gidip Çin Seddi’ni görmekti. Pekin’de kaldığım otelin bilgisayarlarında yazmaya çalışıyordum ama yazamıyordum. Bayağı bir bunaldım. Hedefime ulaşmış, taşları denize atmış ve kendi keyfim için Çin’e gitmiştim.  Bu durumda Çin’den başka bir yere uçak bileti ararken kendimi Türkiye’ye uçak bileti ararken buldum. Çay beni Türkiye’ye gönderdi. Kış günü evimde oturuyorum. Şubat ayında evdeyken bir telefon çaldı ve arkadaşım beni evine davet etti. Onun evine gittim ve oraya başka bir komşum yanında Alman bir kadın ile geldi. Kadın bana İzmir’de yoga elbiseleri ürettiğini ve bir ay sonra Hindistan’da fotoğraf çekimleri olduğunu söyledi. Bana Hindistan’a gitmeyi teklif etti ve bende kabul ettim. Bütün yol param, vize ve diğer bütün masraflarım onlar tarafından ödendi. Ben böylece Hindistan’a gittim ve orada 10 gün çekim yaptık. O işten sonra orada 1.5 ay kaldım. Fotoğraf çekimlerinin olduğu yer o çocuğun kaldığı yere 4 saat uzaklıktaydı. Oraya gittim ve çocuğu buldum. En son bıraktığım yerin karşı kaldırımında duruyordu.

TESADÜFLER SİZE BİR ŞEY ANLATMAK İSTER

Çocuğu bıraktığınız yerin karşı kaldırımında bulduğunuz anda neler hissettiniz?

Baktığınız zaman Sibirya ekspresinde dökülen çay beni o çocuğa götürdü. İnanılmazdı. Evren bana öyle bir şey verdi ki ben o çocuğu bulmak için para bile ödemedim. Olaylar silsilesi tamamen o çocuğa ulaşmam için kurgulanmıştı sanki. Tesadüf diye bir şey yoktur. Tesadüfler size bir şey anlatmak ister. Engelli çocuğun fotoğrafını çektiğim gün ile onu bulduğum gün aynı gündü. Bu kadar tesadüfte olmaz herhalde. Fotoğraf kariyerimde böyle bir şey yaşamak gerçekten muhteşemdi. Parayı verdim ve emanetten kurtuldum. Çocuk şaşkındı babası daha da şaşkındı. 30-40 tane Hintli etrafımızı çevirmişti. Hikayeyi duyan herkes ağlamaya başlıyordu. Parayı verdim oradan uzaklaşmak istedim fakat o etrafımızı çeviren insanlar bana sarılmak istiyordu.

PARA ONUN HAKKI OLDUĞU İÇİN GÖTÜRDÜM

Çocuğa verdiğiniz para ile çocuğa bir şey yaptılar mı?

Ne yaptıklarını bilemiyorum ama sadece çocuk ne istiyorsa isteyip de alamadığı ne varsa çocuğa almalarını söyledim. Ben bu parayı ona ihtiyacı var diye götürmedim. Bu para onun hakkı olduğu için götürdüm. Bu sefer çocuğun iletişim adresini aldım. O çocuğun satılan fotoğraflarının parasını yine o çocuğa göndereceğim. O kadar enteresandı ki o gezim. Çocuğun parasını verdikten sonra Dalay Lama’yı gördüm. Dalay Lama’nın bir hafta sonra öğreti verdiğini öğrendim ve tren bileti alıp oraya gittim. Evren bana ödül üstüne ödül verdi.

Not: Röportajın geri kalan kısmını yarın gazetemiz İLKSES’te bulabilirsiniz…

 

 

Haber Merkezi