Balıkçıya, denize, soframıza
- Oluşturulma Tarihi : 22.11.2025 09:58
- Güncelleme Tarihi : 22.11.2025 09:58
21 Kasım Dünya Balıkçılık Günü, dünyada uzun süredir bilinse de Türkiye’de ancak 2017’den sonra duyulur oldu. Çoğu zaman birkaç fotoğraf ve tebrik mesajından ibaret kalıyor. Oysa bugün bir “balık yiyelim günü” değil; denizlerin yardım çağrısını hatırlama günü.
Denizler eskisi gibi değil. Bunu hem balıkçılar hem de pazara giden vatandaş görüyor. Hamsi küçüldü, lüfer azaldı, palamut her yıl sürpriz gibi çıkıyor. Eskiden bereketli olan denizler şimdi sanki kırgın. Bilim insanları “Deniz nefes alamıyor” diyor. Marmara yıllardır alarm veriyor; buna aşırı avcılık, kirlilik ve iklim krizi eklenince hem balık hem balıkçı zorlanıyor. Balıkçı zor durumda. Bugün kıyıda konuşulan hep aynı: “Balık var ama eskisi gibi değil. Mazot pahalı, ağ pahalı, deniz dengesiz.” Küçük balıkçı giderek yok oluyor. Çoğu teknesini bağlayıp başka iş arıyor çünkü denize çıktığında kazandığından çok yakıt harcıyor. Yetiştiricilik büyüyor ama soru işaretleri de artıyor. Türkiye su ürünleri yetiştiriciliğinde hızla büyüyor; üretim ve ihracat artıyor. Ancak vatandaşın aklında hâlâ sorular var: Bu balıklar nasıl yetişiyor? Koylardaki kirlilik neden artıyor? Yem, ilaç ve çevresel etkiler ne olacak? Kısacası büyüme var ama kafa karışıklığı da büyük.
Peki deniz kendini toparlar mı? Toparlar; doğa kendini yenilemeyi bilir, yeter ki biz fırsat verelim. Yapılması gerekenler aslında basit: Balığı zamanında ve doğru yöntemle avlamak, kıyıları temiz tutmak, deniz koruma alanlarını artırmak, balıkçıyı desteklemek, yetiştiriciliği sıkı şekilde denetlemek ve tüketiciyi bilinçlendirmek.
Bunların hiçbiri zor değil; sadece kararlılık meselesi. Son söz: Balık sadece bir gıda değildir. Kıyı kasabasının sabahı, bir babanın çocuğuyla paylaştığı anı, balıkçının emeği ve soframızın bereketidir. Bu yüzden 21 Kasım bir “kutlama günü” değil, hatırlama günüdür. Bugün biraz düşünmek gerek: Denizden ne aldık, denize ne verdik?