2

15 Temmuz Milli İradenin Şahlanış Destanı


  • Oluşturulma Tarihi : 15.07.2021 07:37
  • Güncelleme Tarihi :

AYTEN BAŞABAŞ DİRİER

 15 Temmuz 2016 gecesi… Yatsı namazını kıldıktan sonra yürüyüşe çıkmadan önce, televizyonu açtım. Başbakanımız Binali Yıldırım’ın “Bu bir kalkışmadır! Gereken yapılacaktır” söylemiyle eşimle dışarıya fırladık. Ortaköy’deki kafenin büyük ekranlı televizyonu önünde durumu sükûnetle izleyenler dışında, olağanüstü bir durum görmeyince, yine evdeki televizyonun başına koştuk. Aklıma ilk gelen “Cumhurbaşkanımız nerede?” sorusu oldu. Benliğimi saran paniğe, uğultulu bir ses eşlik etti; “Yine Amerikalıların ‘Our boys’u darbe yaparak, demokrasi tekerleğimize çomak soktu!” Kanaldan kanala atlayarak gelişmeleri izlerken, olayların geçmişte yaşadığımız, 27 Mayıs 1960-12 Mart 1971- 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 darbelerinden farklı geliştiğini gördüm. Geçmişte emir-komuta zinciri içinde gerçekleşen darbelerde; Cumhurbaşkanı, Hükûmet ve Milletvekilleri tutuklandıktan sonra, anlaşmalar konusunda dışarıya güvence verilip, her şey eskisi gibi devam eder, Türk milletinin -ekonomi başta olmak üzere- her alanda birkaç yıllık kaybı sineye çekilirdi.

 İstanbul’da Atatürk Hava Limanı ve Boğaziçi köprüsü, TV kanalları, Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü, Özel Harekât ve önemli kurumlar şiddetle ele geçirilmeye çalışılıyordu. Saldırılara ‘Emir-komuta zinciri’ görüntüsü verilmeye çalışılsa da, bir kargaşa yaşanıyordu. Darbenin Şanlı Ordumuz ve devlet kurumlarına sızan FETÖ’cüler tarafından gerçekleştirildiği anlaşılınca, halkımızın tutumu da farklı oldu. Geçmişte olduğu gibi eve kapanacağına, tüm kesimleriyle dışarıda saldırganlara göğsünü siper ediyordu. Gözüm ekranda olduğu halde, yakın geçmiş zihnimde resmî geçide başladı.

 III.Milenyum denilen 2000 yılına girildiğinde, Dünya hegemonyasında tek kalan batı dünyası (AB), Demokrasi havarisi kesilen ABD ile yüzyıl önceki hesapları yine tezgaha koydu. Çünkü Batılı Tarihçi ve Stratejistler 21 asrın ortasında Yeni Türk Çağının başlayacağını dillendirmişlerdi. 1991’de bağımsızlıklarına kavuşan Türkî Devletler, Türkiye ile Balkanlara kadar el ele tutuşmuş bir görüntü arz ediyordu. Bu gücün birleşerek büyümesi, İslâm ülkeleriyle kaynaşması, Dünya siyasetinde etkin olması demekti. Bu durum tabii ki, dünyayı keyfince yöneten batılı sömürücülerin işine gelmezdi. Her yönden dünyanın merkezi sayılan, enerji deposu Orta Doğu’yu “Diktatörlerden kurtarma” bahanesiyle, gerçekte yağmalamak ve İslâm dünyasını parçalayıp, güçlenmesini önlemek amacıyla başlatılan ‘BOP/Arap Baharı Projesi’ ile kısa sürede amaçlanan hedefe ulaşıldı. Orta Doğu’da İsrail için tehdit oluşturan devletler savaş, darbe, abluka ile zayıflatılırken; Erdoğan yönetiminde palazlanan ve söz dinlemeyen müttefikleri Türkiye’nin ‘İslâm ve Türk Dünyası ile bağını koparmak’ için, Akdeniz’den Ermenistan’a kadar uzanan ‘Kürt Koridoru’nu kurmak için hazırlıklar yapıldı.

 Yalan haberlerle dünya kamuoyu kandırılarak önce Irak’a saldırı hazırlığı başlatıldı. Başarı Türkiye’den kestirmeden yapılacak saldırı ile kısa sürede sağlanabilirdi. 1 Mart 2003’te TBMM’nde yapılan oylamada salt çoğunluk sağlanamayınca, kıyılarımıza kadar gelen ABD kuvvetleri ayrılmak zorunda kaldı. Güney kıyılarından Irak’a yapılan saldırı başarısızlıkla sonuçlanınca, Kürt ve Şiilerin yardımıyla insanlık onuruyla bağdaşmayan vahşetle Irak tarumar edilip, üçe bölündü. ABD kuvvetlerini kıyılarımızdan geri dönmesi, Irak’taki askerî kayıpların ağır faturası Türkiye’ye ödetilmeye başlandı. 4.VII.2003’te Irak-Süleymaniye’de görevli Türk subaylarının başına çuval geçirilerek, Orduya gözdağı verildi.

 Tehlikeyi sezen Erdoğan yönetimindeki AK Parti, komşu ve Osmanlı sınırında kurulan devletlerle dostluğu perçinlemeye çalışırken, 1980’den beri bukalemun gibi devletin her kademesine sızan Humeyni özentisi devşirme bir din adamı yönetimindeki Paralel Devlet Yapılanması (PDY) aracılığıyla, Balyoz-Ergenekon kumpaslarıyla Türkiye’nin güçlü ordusunu darmadağın edip, kozmik sırlarına ulaştılar. Özgüveni sarsılan ırdu ile AK Parti Hükûmeti karşı karşıya getirilirken; tezvirat dolu haberler, dinleme böcekleri, kasetler, kalkışmalar, darbelerle ülkenin siyasî, sosyal ve ekonomik yapısını çökertmeye, bölücüleri kuvvetlendirmeye çalıştılar. Türkiye’nin Doğu-Güney Doğusu karıştırılırken, iç savaşla kavrulan Suriye’nin kuzeyinde taşıma savaşçılarla Kantonlar oluşturdular.

 Tuzak fark edildiğinden Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti anında tedbirler alarak, tehlikeyi savuştursa da; diğer kurumlarda olduğu gibi Ordunun üst kademelerinin de büyük kısmının Liseden itibaren -kul hakkı yiyerek- yetiştirilen FETÖ mensubu komutanların eline geçtiği geç anlaşıldı. Türklerin, diğerlerinin aksine millî iradesini kolay çiğnetmeyeceğini, dış saldırılara karşı kenetleneceğini bilen Batı’nın güdümünde “devlet içinde devlet” gibi davranan mankurtlar; eylem-söylemleriyle, tek hedefin Erdoğan olduğunu her vesileyle dillendirdi. 27 Nisan 2007 e-muhtırası, 2013’te dershanelerin kapatılmasına canhıraş şekilde karşı çıkmaları, 17/24 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet operasyonları, ekonomide kurlarla oynanarak yapılan darbeler, 19.I.2014 MİT Tırlarını durdurma girişimleri, Türkiye’nin dostluk kurduğu enerji partneri Rusya’nın uçağı düşürülerek aralarının açılması, hep bu amaca yönelikti. Başka liderlerin kolaylıkla safdışı olacağı bu girişimleri, Erdoğan güçlü ve karizmatik liderliğiyle aştı…

 Gelişmeleri izlerken aklımız Cumhurbaşkanı Erdoğan’da idi… “Cumhurbaşkanı neredeydi?!” TRT’de spiker Tijen Karaş korkulu bir ifadeyle; sokağa çıkma yasağını duyurup, “Yurtta Sulh Konseyi” adıyla Türk Silahlı Kuvvetleri bildirisini okuyunca her şeyin bittiğini düşündüm. Cumhurbaşkanımıza ameliyat masasına yattığı andan itibaren kurulan tuzakları hatırlayınca ürperdim. Ama hepsinden, kaderin üstünde başka kaderin varlığını kanıtlarcasına kurtulması, son sözü alın yazısının söylediğini düşününce, rahatladım…

ŞANLI MİLLET, KUT’LU ÖNDER

Düşünceler birbirini kovalarken, CNN Türk ekranına yansıyan muhabir Hande Fırat’ın cep telefonundaki görüntüsü ve “Meydanlara çıkın, direnin!” diyen sesi yüreklere su serpti…

O anda belleğimde, güç anlarda “Ya istiklâl ya ölüm!” diyen Çi-çi Yabgu, Kürşad, İlteriş Kutluk Kağan, Baybars, Osman Gazi, Yıldırım Bayezid, Yavuz, Kanunî, II.Abdülhamit ve Gazi Mustafa Kemal Paşa resmî geçide başladılar. Cumhurbaşkanımız Erdoğan da direniş çağrısıyla, ataları gibi KUT’unu 15 Temmuz gecesi aldı. Kadim Türk devletlerinden beri süregelen devleti yönetmek üzere, Allah tarafından görevlendirildiği anlayışı, yine zor bir anda tecelli etti…

 Demokraside hanedan olmaz, ama Başbakanımız Binali Yıldırım da olay anı ve sonrasında soğukkanlı, kucaklayıcı, uzlaştırıcı, uyumlu tavırlarıyla Erdoğan’ın halefi olduğunu, her doğanın bu göreve layık olduğunu kanıtladı. Çağrıya uyan Türk halkı kadın-erkek-çocuk, açık-kapalı, yaya-araçlı tüm renk armonileriyle dışarıya bir sel gibi akmaya başladı. O insan seli, “Özgürlük ve bağımsızlık karakterimdir!” söyleminin dirilmiş hali, Gazi meclisi bombalanan millî iradenin tecellisiydi. Halkımız büyük bir feraset, cesaret ve özgüvenle kitleler halinde kalkışmanın olduğu yerlerde tankların üzerine yürüdü, uçaklara meydan okuyup, göğsünü namlulara siper ederek Demokrasi Destanı’nı yazdı. Marmaris’ten dönen Erdoğan; havadaki kovalamacadan sıyrılıp, tanklarla sarılı, çarpışmaların sürdüğü Atatürk Havalimanı’na indiğinde; halkın ona duyduğu güven katmerlenirken, darbecilerin de akıbeti belli oldu. Cumhurbaşkanımız halkı direnmeye çağırmasa; darbe gerçekleşecek, devlet çökecek, Humeyni gibi biri başa geçirilerek ülke parçalanacak, millet Irak-Suriye-Libya-Yemen halkı gibi bir felaketle karşılaşacaktı. Gece karanlığının en yoğun olduğu an, şafağın sökmesine yakın zamandır. Şafak söktükten sonra ya içten işgal edilmiş veya bağımsızlığını korumuş bir ülke ile karşılaşacaktık. Çatışmaların en yoğun olduğu gecenin şafağı sökerken, devşirme darbeciler derdest edildi. Üsleri Akıncı Üssü’nde tarih yine tekerrür etmiş, ama Allah talih rüzgârını ters estirmişti. Akıncı Üssü’nün adı geçen asra kadar mürted idi. 28 Temmuz 1402’de saldırgan Timur’a karşı Ankara’da savaşan Yıldırım Bayezid’e ihanetin yaşandığı bu yer, Mürted (dönek) adını aldı. Altı yıl önce tüm Avrupa’ya Niğbolu’da diz çökerten, İstanbul Fethi için uğraşan Y.Bayezid’i arkadan vuran Anadolu Beyleri, Timur’un safına geçince Ankara Savaşı kaybedildi, Osmanlı Devleti parçalanarak Fetret Devrine girdi. Tarihimiz, -iki ayda on yaşındaki kavağın boyuna erişip, yaz sıcağında kuruyan sarmaşık gibi- haddini bilmezlerle doludur. Türk veraset sisteminin herkese devleti yönetme hakkını vermesi bu faciaya yol açtı. Fatih Kanunnâmesi ile merkezi sistemi getirince devlet uzun süre bu tür ihanetlerden kurtuldu. 15 Temmuz’da içten işgal darbe girişiminin aynı ay yerde başlaması boşuna değildi.

Cumhurbaşkanımızın on beş yıl boyunca her konuda özgüven aşıladığı, IMF kıskacından kurtararak ekonomik bağımsızlığa kavuşturduğu halkı; 240’ı aşkın şehit, binlerce gazi vererek Başkomutanın buyruğunu yerine getirdi. Türk halkı kendi parası ile beslenen ve donatılan Ordu’daki silahları kendisine çeviren bukalemun devşirme darbecileri hizaya sokarak, millî iradesine artık kimseyi karıştırmayacağını bütün dünyaya gösterdi. Türkiye ve dünya tarihinde önemli bir kırılma noktası oluşturan 15 Temmuz gecesi yalnız biz değil; kardeş, komşu, dost, düşman ülkeler, kısacası tüm dünya uyumadı. 16 Temmuz gecesinden itibaren bir ay boyunca tutulan Demokrasi Nöbetleri ve Yenikapı Ruhuyla kenetlenen halkımız; Darbeler konusunda makus talihin yenilebileceğini, Dünyanın darbelere boyun eğen kafasına yerleştirdi. Türk halkı, tıpkı bir asır önce Çanakkale’de dirilen millî ruhla, İstiklâl Savaşı’nda şahlanıp, mazlum milletlere Kurtuluş meş’alesini yakan ataları gibi; darbeler ve ardından dayatılan prangadan farksız IMF reçetelerine karşı ne yapılacağını Dünyaya gösterdi. Çağrı ve salâ ile millî iradeyi uyararak milleti birleştiren; hatalarını yüzlerine vurup, emperyal hedeflerine çomak soktuğu için Batı’da sevilmeyen “Kut”lu Önderimizin, milletimiz gibi ümmeti de yüzyıldır kavrulduğu kaostan çıkarması dileğimiz…

PARLÂMENTER SISTEM BÜNYEMIZE UYGUN DEĞİL!

 Ülkemizin yönetildiği Cumhuriyet rejiminde esas olan ilk öğe, Devlet Başkanının beli bir süre için seçimle iş başına gelmesidir. Yürütme(Hükûmet) ve Yasama(Meclis) görevini yüklenenlerin seçimle belirlendiği Cumhuriyet rejimi özelliklerine göre birkaç sisteme ayrılır: 1-Aristokrasi (Seçkinler), 2-Teokrasi (Dinî), 3-Oligarşi (Cunta), 4-Demokrasi: milletin, egemenlik hakkını belirli bir süre için kendisi veya seçtiği temsilciler aracılığıyla kullanmasıdır. Demokrasi sitemi de birkaç bölüme ayrılır: a) Doğrudan, b) Yarı Doğrudan/ Parlâmenter. Parlâmenter sistem de iki bölüme ayrılır: 1)Bütüncül/Tek Partili- 2-Özgürlükçü /Çok Partili. Her millet bünyesine uygun olanı kabul eder.

 Bugün Türkiye’nin uyguladığı; darbe girişimleri ve istikrarsızlığa yol açan parlâmenter sistem, Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923’ten sonra birkaç kez denendi. Cumhuriyet rejiminin demokrasi sistemini en ideal devlet biçimi kabul eden Gazi M. Kemal Paşa, Özgürlükçü/Çok Partili çeşidini iki kez deneyip, uygulamadan kaldırdı ve 1938’de ölünceye kadar Türkiye’yi Bütüncül/Tek Partili sistemle, tek adam olarak yönetti. Çok yakını olduğu halde Başbakan İnönü ile anlaşmazlığa düştü. Yerini alan İnönü de Bütüncül/Tek Partili sistemle yönettiği halde, Başbakanlarıyla aynı sorunu yaşadı. 1946’da Özgürlükçü/Çok Partili sistem benimsendi. 1950’den beri uygulanan Parlâmenter Sistemin bize uygun olmadığı, her on yılda bir Cumhurbaşkanı seçiminin kilitlenmesiyle gerçekleşen darbelerle, kanıtlandı.

 Türkiye’yi yöneten bütün Başbakanlar; Cumhurbaşkanı ve bürokrasi ile yaşadıkları sorunların ülkeyi yavaşlattığını, darbelere açık hale getirdiğini belirterek Başkanlık Sistemini savundular. Demirel, Erbakan, Özal, Türkeş, Çiller, Yazıcıoğlu ve Erdoğan; Başkanlık Sisteminin, tarihimiz ve töremize uygun olduğunu, Türkiye’yi hantallıktan kurtaracağını, siyasî ve ekonomik istikrarı sağlayacağını dillendirdiler. Darbe ve muhtıralar nedeniyle gerçekleşmeyen bu istem, günümüzde koşulların uygun olmasıyla gerçekleşti. Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Türkiye’ye özgü bir sistemin getirilmesi için millî iradeye başvurdu. Milletimiz güç anlara çözüm bulmaya, destanlar yazmaya alışıktır. Millî iradesine ipotek koymaya çalışanlara dersini her dönemde verdi. Demokrasi tekerine çomak sokan darbecilerin dayattığı partileri iktidara getirmeyip, millî iradeyi üstün tutan, halkçı her çabaya “evet” dedi. Yeni Anayasa ve sistemi töresine göre uygun göreceğinden eminim.

15 TEMMUZ KAHRAMANLARI UNUTULMAYACAK

 15 Temmuz gecesi millî irade uğruna korkusuzca tankların önüne dikilen, üstüne çıkıp, altına yatan, uçak ve bombalara göğsünü siper eden yüce milletimize Allah zeval vermesin. Gazilerimize şifa, esenlik versin. Demokrasi şehitlerimiz P.Astsb. Bçvş. Ömer Halisdemir, İlhan Varank, Erol Olçok, Abdullah Tayyip Olçok, Mustafa Yaman, Sedat Kaplan, Ümit Çoban, Yalçın Aran, Murat Akdemir, Mustafa Direkli, Ramazan Konuş, Serhat Önder, Yasin Yılmaz, Muhammet Yalçın, Recep Gündüz, Hüseyin Kısa, Halil İbrahim Yıldırım, Fazıl Gürs, Metin Arslan, Osman Yılmaz, Mehmet Oruç, Lokman Oktay, Mahmut Coşkunsu, Muhammed Ali Aksu, Muhammed Ambar, Mustafa Cambaz, Mustafa Kaymakçı, Yasin Naci Ağaroğlu, Volkan Pilavcı, Ömer Can Açıkgöz, Mustafa Avcu, Murat Kocatürk, Mehmet Karaaslan, İbrahim Yılmaz, Muhammed Fazlı Demir, Necati Sayın, Selim Karakoç, Tolga Ecebalın, Ümit Çoban, Ümit Yolcu, Yakup Kozan, Yusuf Elitaş, Emrah Sapa, Hasan Yılmaz, Ümit Güder, Samet Cantürk, Ali İhsan Lezgi, Yasin Yılmaz, Ali Anar, Eyyüp Oğuz, Nedip Cengiz Eker, Serdar Gökbayrak, Yasin Bahadır Yüce, Bülent Yurtseven, Murat Alkan, Ahmet Oruç, Cüneyt Bursa, Mucip Arıgan, Burak Cantürk, Fahrettin Yavuz, Hakan Yorulmaz, Adil Büyükcengiz, Burhan Öner, Haki Aras, Ahmet Kara, Fatih Kalu, Askeri Çoban, Celaleddin İbiş, Emrah Sağaz, Fatih Satır, Halil Işılar, Akın Sertçelik, Ayhan Keleş, Cemal Demir, Halil Kantarcı, Cengiz Polat, İhsan Yıldız, İzzet Özkan, Mehmet Şefik, Akif Kapaklı, Çetin Can, Hakan Ünver, Hasan Kaya, İsmail Kefal, Lokman Biçinci, Mete Sertbaş, Mustafa Koçak, Yunus Emre Ezer, Salih Alışkan, Suat Aloğlu, Timur Aktemur, Ömer Takdemir, Sümer Deniz, Yusuf Çelik, Dursun Acar, Alpaslan Yazıcı, Akif Altay, Münir Murat Ertekin, Mustafa Tecimen, Önder Güzel, Cennet Yiğit, Gülşah Güler, Ufuk Baysan, Fikret Metin Öztürk, Kübra Doğanay, Muhsin Kiremitçi, Zeynep Sağır, Demet Sezen, Erol İnce, Birol Yavuz, Faruk Demir, Halil Hamuryen, Hüseyin Gora, Hurşit Uzel, Hüseyin Kalkan, Fevzi Başaran, Hakan Yorulmaz, Feramil Ferhat Kaya, Niyazi Ergüven, Mustafa Aslan, Muhammet Oğuz Kılınç, Mehmet Karacatilki, Murat Ellik, Seher Yaşar, Mehmet Demir, Köksal Kaşaltı, Mehmet Çetin, Münir Alkan, Mehmet Şevket Uzun, Ozan Özen, Mustafa Serin, Halit Gülser, Zafer Koyuncu, Hüseyin Goral, Hüseyin Kalkan, Serhat Koç, Varol Tosun, Edip Zengin, Velit Bekdaş, Yakup Sürüc, Turgut Solak, Seyit Ahmet Çakır, Sevda Güngör, Mehmet Demir, Kemal Tosun, Hasan Gülhan, Meriç Alemdar, Mehmet Akif Sancar, Yunus Uğur, Fırat Bulut, Ayşe Aykaz, Barış Efe, Mehmet Ali Kılıç, Mahir Ayabak, Murat Mertel, Murat Naiboğlu, Ahmet Kocabay, Ahmet Özsoy, Mehmet Yılmaz, Onur Ensar Ayanoğlu, Onur Kılıç, Cuma Dağ, Erhan Dural, Volkan Canöz, Mehmet Kocakaya, Erkan Yiğit, Serkan Göker, Fuat Bozkurt, Oğuzhan Yaşar, Aydın Çopur, Beytullah Yeşilay, Erdem Diker, Erkan Er, Gökhan Eser, Hasan Altın, Mehmet Kocakaya, Mehmet Güder, Mehmet Ali Urel, Hasan Yılmaz, Yıldız Gürsoy, Uhud Kadir Işık, Türkmen Tekin, Suat Akıncı, Ali Alıtkan, Aytekin Kuru, Ahmet Oruç, Mehmet Oruç, Yusuf Çelik, Ömer İpek, Murat İnci, Mustafa Solak, Emin Güner, Köksal Karmil, Vahit Kaşçıoğlu, Vedat Barceğci, Mutlu Can Kılıç, Tahsin Gerekli, Şükrü Bayrakçı, Ömer Cankatar, Recep Büyük, Batuhan Ergin, Erkan Pala, Kader Sivri, Orhun Göytan, Ömer Cankatar, Samet Uslu, Battal İlgün, Şeyhmus Demir, Şirin Diril, Özgür Gençer, Vedat Büyüköztaş, P. Kur. Alb. Sait Ertürk, Topçu Astsb. Kd. Bçvş. Bülent Aydın, P. Uzm. Çvş. Halit Yaşar Mine, Rüstem Resul Perçini, Mesut Acu, Resul Kaptancı, Fatih Dalgıç, Murat Demirci, Sevgi Yeşilyurt, Şenol Sağman, Zekeriya Bitmez, Yılmaz Ercan, Jouad Merroune, Cemal Abuatuye, İbrahim Ateş, Muzaffer Aydoğdu, Osman Arslan, Davut Karaçam, Alper Kaymakçı, Necmi Bahadır Denizcioğlu, Mehmet Şengül, Özkan Özendi, Hakan Gülşen, Mehmet Gülşen, Osman Evsahibioğlu, Lütfi Gülşen, Mesut Yağan, Gökhan Yıldırım, Mustafa Karasakal, Selim Cansız, Medet İkizceli, Tevhit Akkan, Bülent Karalı, Hüseyin Güntekin ve onlarla bayraklaşan arkadaşlarına rahmet, Peygamber Efendimize komşu eylesin...

 İnsanlıkla yaşıt, Dünya Tarihi’ne her dönemde yön veren asil milletimiz; bağımsız ruhu ve yönetici vasfıyla, ebed müddet var olsun.

15 Temmuz Milli İradenin Şahlanış Destanı
Ayten Başabaş Dirier
Yazarımız Kim ?

Ayten Başabaş Dirier