Sayfa Yükleniyor...
I-ATATÜRK’ÜN MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI
Büyük adamlar, ulusların sosyal, siyasî ve askerî bunalım dönemlerinde ortaya çıkmaktadır. Tarih bize pek çok büyük asker ve devlet adamlarını anlatır, fakat her iki özelliği kişiliğinde toplamış pek az kimselerden söz eder. İşte Atatürk, yetişmiş bulunan bu az kişilerden biridir. (Kinross, s.1) Dünyanın ender yetiştirdiği dâhi asker ve devlet adamı, Türk Ulusunun kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurucusu, inkılâpçı ve düşünür Atatürk; düşünceleri, görüşleri, felsefî inançları ile ulusumuza bugün ve yarın, her alanda, değerlerini asla yitirmeyecek birçok ilkeler bırakmıştır. İçinde yaşadığımız koşullar nedeniyle, Atatürk’ün -Türkiye’nin çimentosunu oluşturan- Milliyetçilik (Ulusalcılık) anlayışını ana hatlarıyla inceleyelim.
Milliyetçilik, Cumhuriyetçilik gibi yeni Türkiye’nin siyasal yaşantısında olduğu kadar, sosyal ve kültürel yaşantısında da yeni bir ilkedir. Atatürk İnkılâbı’ndan önce, imparatorluğun son yıllarında İslâmcılık ve Osmanlıcılık devletçe benimsenmişlerdi. Halk kendisini “Osmanlı” veya “Muhammed Ümmeti” diye benimsiyordu. Bir avuç Türk aydını da ırk esasına dayanan bir Türkçülük peşine düşmüş bulunuyordu. (Eroğlu, s.217) Türk milliyetçiliği Balkan Savaşı’nda filizlendi, Kurtuluş Savaşı’nda şahlandı. Kutsal Savaşın, ulusal sınırlar içinde bir Anavatan oluşturması ve yeni bir Türk Devleti’nin kurulması ile sonuçlanması, Türk milliyetçiliğini oluşturan başlıca etkenlerdir. Bu bakımdan Türk milliyetçiliği bir doktrin değil, tarihsel ve siyasal bir olaydır. Irkçılık, emperyalizm ve faşizm ile herhangi bir ilgisi yoktur. Türk milliyetçiliği hümanisttir. Bu özelliğini Atatürk’ün Türk ulusunu ve Türk’ü tanımlamak için söylemiş olduğu sözlerde bulur: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.”
“Biz ulusal sınırlarımız içinde hür ve bağımsız yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz. Biz Avrupa’nın diğer ülkelerinden esirgenmeyen haklarımıza saygı gösterilmesini istiyoruz.” (Kubalı, s.112)
“Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve uluslararası temas ve ilişkilerde, bütün çağdaş uluslara paralel ve onlarla dengeli bir şekilde yürümekle birlikte, Türk toplumunun özel karakterlerini ve başlı başına bağımsız kimliğini saklı tutmaktadır.(İnan, s.13) “Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde güç bulacaktır.” “Ben soylu bir milletin çocuğuyum.” “Gerçi bize milliyetçi derler, ama biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği eden bütün milletlere saygı ve uyum gösteririz. Onların milliyetlerinin bütün gereklerini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz her halde bencil ve gururlu bir milliyetçilik değildir.” “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın çocukları, hep aynı cevherin damarlarıdır.” (Cevizoğlu, s.27-28) “Doğudan doğacak olan güneşe bakınız. Bugünün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün tutsak ulusların da uyanışlarını öyle görüyorum.” (Kubalı, ay)
Atatürk, millî sınırlar içinde yaşayan ve Türk ulusunun, Türk ülkesinin bütünlüğü, bugünü, yarını için kader birliğinde olan herkesi Türk sayar. Ulusu dinsel, mezhepsel, budunsal ayrılıklara, bölünmelere itecek her davranışın, her hareketin, her düşüncenin karşısında yer alır. Başka uluslara saygı duyar, dünyadaki ulusal kurtuluş hareketlerini destekler.
Milliyetçilik toplumsal, siyasal, kültürel içeriği yanında, ekonomik içeriği de olan bir ilkedir. Ulusun, devletin yer altı, yer üstü varlıklarının işletilmesinde, endüstrinin kurulup geliştirilmesinde, iç ve dış ticaretinde bağımsızlığı öngörür. (Kili,s.184)
Milliyetçilik anlayışını bir ilke olarak getiren Atatürk, bu düşünce ve duygunun, karşı görüşlere rağmen söndürülemediğine ve halâ kuvvetle yaşadığına işaret etmektedir. Atatürk’ten sonraki devirde enternasyonalizmin en ateşli taraftarları, özellikle Stalin II. Dünya Savaşı içinde Rus milliyetçiliğine başvurmak zorunda kaldı. Zaman zaman peyk devletlerde ayaklanmalara kadar varan bunalımlar XX. yüzyılın sonunda bağımsızlıkla sonuçlandı. XXI. yüzyılın başındaki Dünya haritası, II. Dünya Savaşı sonunda şekillenenden çok farklıdır.(Dirier, s.5)
Globalleşmenin yanı sıra, dünyanın tek kutupluluğa sürüklenmesi, ABD’nin iki dünya ile Kore savaşlarındaki barış havariliğini terk edip; rantiyeci, despot, İsrail kuklası emperyal görüşlü yöneticilerin eline geçmesi, Orta Doğu’yu kan ve ateş kazanına dönüştürmüş, kıvılcımları bölgenin barış ve istikrar adası olan yurdumuza da sıçramıştır. Megalomanların Irak’tan sonra İran’ı da parçalayıp, nereye yönelecekleri herkesin malumudur. Bu hain planlara karşı -geçmişte olduğu gibi, et ve tırnaktan farksız olduğumuz kardeşlerimizle- ulusal birlik ve beraberliğimizi pekiştirerek set çekebilir, oyunlarını bozabiliriz.
Unutmayalım ki, XI.yüzyıldan beri Alparslan’dan başlayarak atalarımız Orta Doğu’ya yönelik tüm saldırıları püskürtmüş, sonuncusunu XX. Yüzyılda Atatürk göğüslemiştir. XXI. yüzyılda hortlayan aynı tehdide karşı, Atatürk’ün bağımsızlık anlayışını özümsemiş birkaç liderimiz var.