Atatürk'ün Milliyetçilik Anlayışı ve Dış Türkler -2


  • Oluşturulma Tarihi : 12.11.2020 09:35
  • Güncelleme Tarihi :
Atatürk'ün Milliyetçilik Anlayışı ve Dış Türkler -2 yazının resmi

II-ATATÜRK VE DIŞ TÜRKLER
    Atatürk, 1933 Mart’ında bir gece sabaha karşı Mısır elçiliğinden konukluktan ayrılırken, Elçiye söyledikleri kimselere açmadığı, uluorta dillendirmediği rüyasını açıklar: “Doğudan doğacak olan güneşe  bakınız. Bugünün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün tutsak  ulusların da uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak olan çok kardeş ulus vardır. Onların yeniden doğuşu, kuşkusuz ki ilerlemeye ve refaha yönelik olarak görülecektir. Bu uluslar bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen alip çıkacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerine uluslar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği egemen olacaktır. Size bu sözleri söyleyen Cumhurbaşkanı değildir, sadece Türk Ulusunun bir bireyi olarak, Mustafa kemal’dir. Buna özellikle dikkatinizi çekerim.”(Dirier,s.15)
    “Türk Cumhuriyetleri Birliği” Atatürk’ün kimselere açamadığı, gönlünde sızıldayan bir ülküydü. Yukarıdaki deyişten anlaşıldığı gibi bunu açıkça belirtmeyip, yakınlarına dolaylı yoldan dile getirirdi. “Elbet her milletin bir ülküsü olacaktır. Ama bu ülküler, devletler tarafından açıklanmaz; millet tarafından yaşanır! Nasıl, bakarken gözlerimizi görmüyor, onunla her şeyi görüyorsak… Ülkü de onun gibi farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve her şeyi ona göre yaparız.” (Bozdağ,s.30) 
    Kurtuluş Savaşı’nda çıkarı için safımızda yer alan eski düşman Rusya’nın yerini alan, yeni dost Sovyetler Birliği’ni gücendirmemek için titiz davranıyor, ama yeri geldiğinde de dolaylı yoldan ülkü edindiği rüyasını dolaylı bir şekilde açıklıyordu. “Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir… Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var! Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan imparatorluğu gibi parçalanabilir! Bugün, elinde tuttuğu milletler, avuçlarından sıyrılabilir. Dünya, yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir! Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalayamaya hazır olmalıyız! Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir; hazırlanmak lazımdır… Milletler buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak!..  Dil, bir köprüdür; inanç bir köprüdür; tarih bir köprüdür!.. Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur.  Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; bizim onlara yaklaşmamız gerekli… Tarih bağı kurmamız lazım. Folklor bağı kurmamız lazım. Dil bağı kurmamız lazım. Bunları kim yapacak? Elbette biz!” (Bozdağ,s.31)
    Önce büyük birliğin alt yapısını oluşturacak dil, tarih ve kültür çalışmalarını şevkle başlattı. Türkiye dışında yaşamakta olan Türklere ulaşmak, onlarla gönül bağı kurmak amacıyla, zaferin hemen ardından 1924 yılında Türkiyat Enstitüsü kurularak, başına Prof.Dr.Fuat Köprülü getirildi. Atatürk’ün Köprülü’ye verdiği direktif, amacı açıklar: “Size, önem verdiğim bir görevi veriyorum. Bilgili ve zeki arkadaşlarınızı toplayın! Onlara görev verin; oralara gitsinler, oradaki insanlarla dostluk kursunlar ve toplumlar arasındaki benzerlikleri, kültür ve tarih beraberliğimizi hatırlatarak canlandırsınlar! Siz onları memleketimize davet edin. Cumhuriyetimizi yakından görüp tanısınlar. Oralarda gereken araştırmaları yapın, bilime hizmet edin! Ortak bir tarihten geliyoruz, birbirimizi tanımakta yarar var!”(Bozdağ,s.62)
    Ardından Türk Tarih Kurumu(1931) ve Türk Dilini Tetkik Cemiyeti(TDK-1932) kurularak,Tarih Kongreleri toplandı. Atatürk, Rusya’daki Sovyet rejiminden kaçıp Türkiye’ye sığınan Türk bilim ve düşünce adamlarına kucak açarak onlara önemli görevler verdi. Prof. Dr. Sadri Maksudî Arsal, Prof. Dr. Zeki Velidî Togan, Prof. Dr. Yusuf Akçura, Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Ahmet Ağaoğlu, Cafer Seydahmet Kırımer, Mehmet Emin Resulzade, Mirza Bala gibi Dil ve Tarih bilginleri genç Cumhuriyet’in kökleşmesinde ve Türkoloji’nin gelişmesinde ciddi katkılar sağladılar.
    Atatürk, Türklükle ilgili sorunları her alanda gündeme getirmeye çalıştı. Güvenlik kuşağı stratejisi bağlamında gerçekleştirdiği, “Balkan Antantı”(1934),  “Sadabat Paktı”(1937) gibi uluslararası yapılanmaların özünde, sadece bölgesel güvenlik değil, mütekabiliyet ilkesi ile birlikte, aynı zamanda taraf ülkelerde yaşayan Türk azınlıkların durumları da yer aldı. Nahçıvan ile Türkiye arasında bağı sağlayacak yol İran’dan satın alındı. Tuna’dan Çin Seddi’ne kadar olan coğrafyada aynı dili konuşan Türklerin bulundukları ülkelerde millî kimliklerini koruyarak varlıklarını sürdürmeleri için,  alanında otorite olan en çok güvendiği bürokratları görevlendirdi. Tahran elçiliğine büyük şairimiz Yahya Kemal, Kâbil elçiliğine Memduh Şevket Esendal, Romanya büyükelçiliğine de Türk Ocakları başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver gönderildi. İdealist öğretmenleri de o coğrafyaya, Anadolu Türklüğü’nün sesi olarak gönderdi.
     Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de vefatından sonra hepsinin arkası kesildi. 3 Mayıs 1944’te komünistlere karşı
Ankara’da yapılan yürüyüş bahane edilerek; başta Z.Velidî Togan ve bütün milliyetçiler tutuklanıp,  tabutluk
denilen hapishane hücrelerine atıldı. Türklük ülküsünün zirveye ulaştığı bir devirden, Türk milliyetçilerinin “Irkçı-Turancı” diye insafsızca suçlandığı bir döneme geçildi. Dış Türklerle kurulan tüm köprüler yıkılınca, Türkî kardeşlerle Alparslan Türkeş dışında ilgilenen kalmadı. Boşlukları ABD ve AB sempatizanları, CIA ajanları hızla doldurdu. Dilde sadeleşme, öztürkçe teraneleriyle yeni kelimeler icat edilip, yalnız Türk Devletleri ile değil, kuşaklar arasında da dil bağı koparıldı.
    Atatürk’ün; “Sovyetler bir gün dağılacak, o güne hazırlıklı olalım” öngörüsü, 26 Aralık 1991’de gerçekleşti. Sovyetler Birliği dağıldı, ama ardından Azerbaycan’ın Karabağ bölgesi işgal edildi, Hocalı katliamı yaşanda. Amaç Türkiye ile yakın bağı koparmaktı. Bugün Türk Devletleri ve topluluklarıyla sağlıklı ilişkiler kurulması için büyük çaba harcanıyor. Atatürk sonrası kopukluk yaşanmasaydı,  “Türk Devletleri Birliği” çoktan kurulmuştu.  
    “Özgürlük ve bağımsızlık” benim karakterimdir diyen Atatürk, aslında bütün Türk Milletinin fıtratını dile getirmiştir. Özgürlük hem devlet, hem de vatandaşlar için söz konusudur. Devletin özgürlüğü, bağımsızlığı demektir. Bağımsız olmak, başka bir devletin güdümüne girmemek, diğer devletlerle birlikte oluşan topluluklarda ulusal çıkarların gerektirdiği biçimde davranabilmektir. Milletin kendi alınyazısını çizebilmesi, ileri bir toplum olabilmesi için kişisel ve toplumsal özgürlüğün ilk koşul olduğuna inanan Atatürk, bu özgürlükten doğabilecek sakıncaların bile yine özgürlükle ortadan kaldırılabileceğini savunur:
Sonsuz bir özgürlük düşünülemez, hakların en büyüğü olan hayat hakkı bile mutlak değildir. Her bireyin özgürlüğü, diğer bireyin özgürlüğü ile sınırlıdır.”
“Tam bağımsızlık denildiği zaman doğaldır ki; siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik belirtilmektedir.” Parolası kesindi: “Ya istiklâl, ya ölüm!”
    Yine de Uluslar arası dayanışma ve her alanda işbirliği yapılmasını önerip, bağımsızlık, egemenlik ve özgürlüğü kısıtlayan bir durum olmaması için çalıştı.(Dirier,s.13)
    Günümüzde Atatürk’ün arkasına saklananlar bu konuda tavizler verirken, Atatürk’ün işaret ettiği yolda yürüyenler, dış güçlerin hedefindedir. Basiretli milletimiz her şeyin farkında olup, tarihî fıtratı gereği kardeş devletler için tüm varlığıyla çalışmaktadır. Atatürk’ün rüyası için uğraşanlar ve gerçekleştirenlere ne mutlu…
   “Benim Türk milletine, Türk cumhuriyetine, Türklüğün bağımsızlığına ait ödevlerim bitmemiştir.  Siz onları tamamlayacaksınız. Siz de, sizden sonrakilere benim sözümü yineleyiniz.” ATATÜRK-1.XI.1938                                                
KAYNAKÇA:
İsmet Bozdağ: Atatürk’ün Avrasya Devleti, 2. Basım 1999, s 62
Hüseyin Cevizoğlu: Atatürkçülük, -1973
Ayten Dirier: Atatürk İlkeleri, İzmir-1983
Hamza Eroğlu: Türk Devrim Tarihi, Ankara-1967
A.Afet İnan: M.Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, Ankara-1969,
Suna Kili : Türk Devrim Tarihi, Ankara-1982
Lord Kinross : Gerçekçi Atatürk, Konferans broşürü, l968  (GATSEB.Yay.ATATÜRK Komutan,Devrimci ve Devlet Adamı Yönleriyle, kitabından naklen, s.614, Ankara-1980)
H.Nail Kubalı : Türk Devrim(İnkılâp) Tarihi, İstanbul-1973

 

Atatürk'ün Milliyetçilik Anlayışı ve Dış Türkler -2
Ayten Başabaş Dirier
Yazarımız Kim ?

Ayten Başabaş Dirier