2

Heykel, Put Değil Tarih ve Bellektir-3


  • Oluşturulma Tarihi : 17.02.2022 08:59
  • Güncelleme Tarihi :

TÜRKLERDE HEYKEL SANATI

Heykel sanatı Antikiteden beri bütün uygarlıklarda zamanları aşıp, günümüze ulaşsa da; insanlıkla yaşıt Türk milletinde bu konudaki eserlere 6-8. asırda rastlanır. Onlar da alfabe değişikliği nedeniyle kayıp belleğimizin 18.asırda tesadüfen bulunmasıyla oldu. Bu alandaki kısıtlılığın nedeni; zamana, sosyal ve çevre koşullarına göre sürekli anlam değiştirse de, Göktengri/Göktanrı inancı nedeniyle tapınma amaçlı heykel yapılmaması, eserlerin çoğunun kurgan denilen mezarların içinde ve çevresinde yer alması ve çoğunun zamanla yerle aynı hizada kalarak, özelliğini kaybetmesidir. Çin’in kuzey topraklarının bu eserlerle dolu olduğu şüphesizdir. Uydulardan çekilen resimlerde görülen tümsekler aslında kurgan olup, bugün Çin’in tarlası durumundadır. İslâmiyet’in kabulünden sonra ortadan kalkan bu sanata ilgi, ancak 19. Asır’da başlayıp, Cumhuriyet Döneminde canlanır.

1-Eski Türklerde Heykel Sanatı

Türkler ilk dönemlerde göçebe oldukları halde, yerleşiklere özgü el sanatlarıyla ilgilenmişler, yaptıkları eserlerde millî özelliklerini yansıtmışlardı. Demir, altın ve gümüşü detaylı işlerken taş işçiliği ve dokumacılık gibi el sanatlarında da ilerlemişlerdi. Kurganlardan çıkan kılıçlar, kemerler, kap kacak, kadın süs eşyaları, ipekli ve yünlü kumaşlarda ince bir zevkin izleri görülür. Hunlardan kalma eserler üzerinde aktif insan ve hayvan resimleri bulunmaktadır. Pazırık Kurganı’ndan çıkan el halısı ile Esik Kurganı’ndan çıkarılan Altın Adam heykelindeki ihtişam, Türklerin el sanatlarında çok başarılı olduklarını kanıtlar. Halıcılık, metal işçiliğinin yanında resim ve çini sanatında da ileri gittikleri Göktürklere ait Varahşa Sarayı kalıntılarından anlaşılır. Bu sanat dalları Selçuklular, Türkiye Selçukluları, Artuklular ve Osmanlılar döneminde en mükemmel seviyeye çıktığı halde suret şeklinde heykeller yapılmamış, sanatlarını mezar taşlarında konuşturmuşlardır. Heykel sanatının ilk örneklerine Göktürkler Dönemi’nde rastlanmaktadır. Bu dönemde yapılan heykellerin özellikleri; Orta Doğu, Batı ve Uzak Doğuda yapılan heykeller gibi tapınma amaçlı değildi. Çok sayıda heykel bulunmayışının nedeni; Hunlardan beri var olan Göktengri inancından kaynaklanmaktadır. Bu inanca göre, her şeyi görüp gözeten, bilip işleyen ve mekânı gökler olarak tanımlanan bir Tanrı olduğuna inanılmıştır. Hakanların da Tanrı tarafından onandığı düşünülerek, kazandığı ilk zaferin ardından “Kut’unu aldı” denilerek biat edilmiştir. Göktengri İnancında tabiatla iç içe yaşayan Türkler, güneş, ay, toprak, ateş, ocak, sular, dağlar, ataların ruhları ve bozkurta kutsiyet (iduk) atfetseler de, bunları puta dönüştürmemiş, sadece Tanrı tarafından gönderilen nimetler olarak görmüş, saygı göstermiştir. Kutsal ve önemli yerlerde sembollerini tamga ve resim halinde kazısalar bile, diğerleri gibi tapınmak için heykeller ve tapınaklar yapmamışlardır. Yaylak-kışlak arasındaki göçebelik yaşamında heykellerin korunması güçlüğü, bu sanatı kısır kılmıştır. Orhun Abideleri denilen bu döneme ait en önemli heykeller, Orhun nehri dolaylarında olup, daha çok Tors (organsız dikili kaya) ve büst halinde yapılmışlardır. Orhun Abideleri denilen ve 9.asırdaki alfabe değişikliği nedeniyle Türklerin belleğinden çıkan bu eserler, 18-19. asırlarda gündeme gelmiştir. Yenisey Bölgesindeki Kırgızlara ait mezar taşlarını içeren heykel yazıtları bilim dünyasına ilk defa Ruslara esir düşen İsveçli subay Strahlenberg 1721’de bulup, kurtulunca yazdığı eserle tanıtmıştır (1730). Ardından 1889 yılında Rus bilgini Yadrintsev, anıtlar üzerinde çalışmış, 1890 yılında Heikel başkanlığında bir Fin heyeti, bir yıl sonra da ünlü Türkolog Radloff’un başkanlığında bir Rus heyeti bölgede incelemelerde bulunarak, kendi runik harflerine benzeyen harfler içeren Orhun Abidelerini incelemişlerdir. Sonunda Danimarkalı dil bilimci Thomsen 1893 yılında Göktürk yazısını çözmeyi başarmıştır. İlk çözdüğü kelime de Tanrı olmuştur. Yazının çözülmesinden sonraki süreçte Thomsen ve Radloff anıtların metin çevirisini yayınlamışlardır. Milliyetçilik duygusunu ilk kez seslendiren anıtların bir savaşta kahramanca ölen Kül Tigin (732), halkına seslenen Bilge Kağan(735) ve öğüt veren Vezir Tonyukuk (716-734) adına dikildiği, geleceğe mesaj Tarihi bellekler olduğu anlaşılmıştır. Kültigin’in heykelinin baş kısmı ile eşine ait yüz parçası mermerden yapılmıştır. Bilge Kağan ve Kültigin için tors ve büst şeklinde yapılan anıtların duvarlarında her ikisinin savaşlarını canlandıran tasvirler yer alır.

Balballar da Göktürk heykel sanatının en karakteristik örnekleridir. Türkler ölen kahramanların mezarları başına, hayattayken yendiği düşman kadar balbal denilen heykel dikiyorlardı. Göktürklere ait kurganlarda bulunan koç heykelleri geleneği, daha sonraları Anadolu’da da uzun yıllar devam etmiştir. Heykel sanatı Uygurlar döneminde oldukça gelişme göstermiş olup, kaynağı, balballara dayanıyordu. Başlangıçta normal insan boyundaki heykeller, giderek yerlerini devasa heykellere bırakırken, daha çok hayvan üslûbu ağır basmıştır. Heykel gibi Resim ve Müzik sanatı da Uygurlar döneminde, Uzak Doğu’nun etkisiyle teknik ve üslûp yönünden çok ilerledi. Tapınaklardan başlayarak duvarlarda yapılan aktif resimlerdeki renk ve çizim canlılığı, dönem hakkında çok net bilgi vermektedir.

2-Türk-İslâm Devletlerinde Heykel Sanatı

Tek tanrı, ahiret, cennet-cehennem inancı, cihat, güzel ahlâk ve kurban kesme ortak özellikleri nedeniyle İslâmiyeti kabul eden Türkler; Ön Asya’ya taze bir güç olarak egemen olunca, tüm gelenek ve törelerini de coğrafyaya yansıtırken, yeni dinin emirlerine de uymuşlardır. İslâm dini putçuluğa ve Hıristiyanların ikona/tasvire tapmalarına karşı olduğundan heykel ve resim sanatını yasaklamıştır. İlk Müslüman Türk Devletleri de bu yasağa hemen uysa da; bu dönemdeki heykel sanatının kısır oluşunu tamamen İslam dininin getirdiği kurallara bağlı olmayıp, göçebe yaşam nedeniyle eserlerin korunma güçlüğü de etkili olmuştur. Yerleşik yaşamın doğal sonucu olarak kurulan şehirler, insanlığın birikimleri, bilgisi ve bütün etkinliklerinin mekânı olsa da, toplumda yerleşik inanç her dönemde etkili olmuştur. Türklerin eskiden beri süregelen tapınak, heykel ve resim yapmama anlayışları da, B.Selçuklular’da cami, tors şeklindeki mezar taşlarına yansımış, fakat daha estetik bir zevkle yapılmaya başlanmıştır. Heykel sanatı mezar taşlarına, resim sanatı ise tezhip, ebru, hüsnü hat, minyatür denilen süsleme sanatlarına yansımıştır. İlk örnekleri Ahlat Türk Mezarlığı’nda olup, Dünyanın zamana meydan okuyan en büyük mezarlığıdır. Sanatçılar sanat aşkını tüm ustalığıyla taşlara bile yansıtarak, heykel ve portre yerine dokundukları her şeyi sanat eserine dönüştürmüşlerdir. Taşları aşkla oymuş, mimaride özgün duvar ve kapı süslemeleri günümüze kadar capcanlı durup, izleyenleri hayran bırakmıştır. Kılıç tutan eller coğrafyayı vatan yaparken, kalem tutan eller ilim ve kültürde İslâmî Rönesansı yaşatmış, sanatçılar ise mimaride şaheser camileri yapmışlardır. Fakat Allah mücerret/soyut sayıldığından, suret camilere de sokulmamıştır. Fetih Dönemi Beylikleri, Artuklular ve Anadolu Selçukluları tapınak yeri camilerin etrafında kurdukları her ihtiyacı karşılayan külliyelerde Anadolu’da ilkleri yaşatmışlardır. Anadolu Selçukluları dinin kökleşmesi nedeniyle tasvir yasağına uymayıp, paralar ve duvarlarda portre tasvirine yer vermişlerdir. Rölyeflerden o dönemin sosyal hayatı, giyim kuşamı canlı bir şekilde günümüze mesaj vermektedir. Kültür ve Medeniyetteki bu ilerleyiş Haçlı Seferleri ile Batıya taşınırken, Moğol istilasıyla duraklamıştır. Moğollar Döneminde Uygur kültür ve sanatı İslâm Sanatına etki yapsa da, siyasî duraklama nedeniyle sanat da kısır döneme girmiştir. Osmanlılar Dönemi’nde her alandaki yükseliş, kültür ve sanatı da klâsik hale dönüştürdüğü; Fatih, Bellini’ye portrelerini yaptırdığı halde, -insan gibi gölgesi yere düştüğü için- heykel yasağı sürmüştür. Gerileme Dönemi’nde yapılan Islâhat Hareketleri ve Batı’da eğitim gören Jön Türklerin etkisiyle sanat anlayışı da değişmeye başlamış, Rönesans’tan beri tapınma dışı yapılan heykellerin şehirlere kattığı estetik ve nostalji ilgi çekmeye başlamıştır. II. Abdülhamit Dönemi’nde İstanbul’da 1882’de kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi, güzel sanatlar alanında eğitim vermek üzere, Arkeoloji Müzesi’ne bağlı olarak eğitim hayatına başlamıştır. İlk güzel Sanatlar Yüksek Okulu Müdürlüğü’ne Osman Hamdi Bey atanmıştır. Resim ve heykel sanatının yeni yeni kabul görmeye başladığı bu süreçte, okulun öğrencileri de ağırlıklı olarak, gayrimüslimlerden oluşmuştur. Henüz kız öğrencilerin güzel sanatlara alınmadığı bir dönem olduğu için bünyesinde yalnızca erkek öğrencilerin bulunduğu okul; resim, heykel, mimarlık ve gravür gibi dört ana bölüm düşünülerek açılmıştır. II. Meşrutiyet sonrası, kız öğrencilerin de yükseköğrenimde okumalarına karar verilince, 1914’te “İnas Sanayi-i Nefise Mektebi-Kız Güzel Sanatlar Okulu” adıyla eğitim hayatına başlamıştır. Kız öğrencilerin, güzel sanatlar alanında eğitim görüp, kendini geliştirmesi amacıyla açılan bu okulda; resim ve heykeltıraşlık bölümü de kurulmuştur. 1917’de Maarif Bakanlığına bağlanan okulda, Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk kadın heykel sanatçıları yetişmiştir. Kız ve erkek öğrencilerin bir arada eğitim görmesi ise, 1923 yılında başlamış, okul Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüşmüştür. Okulda eğitim gören en önemli kadın heykeltıraşlar; Sabiha Bengütaş, Nermin Faruki gibi isimlerdir. Okulda, belli bir süre misafir öğrenci olarak eğitim gören isimler Melek Celal Sofu, İraida Barry ve Mari Gerekmezyan’dır. Bu öncü isimleri takip edenler sayesinde heykel sanatında bir gelişim süreci başlamıştır.

3-Cumhuriyet Döneminde Heykel Sanatı

Her dönemde insanın içgüdüsel olarak biçim yaratma, biçimde kendini ifade etme, yeni boyutlara ulaşma, sanat yaratma coşkusunu yaşama arzusu, Cumhuriyet Döneminde gerekli ortam ve kaynağı fazlasıyla buldu. Kurtuluş Savaşı’nı kazanan önder, silah arkadaşları ve toplumun anısını yaşatmak, belleği canlı tutmak için heykel sanatı önemsenmiş, anıtlar ve heykeller önemli şehirlerin meydanlarını süslemeye başlamıştır. Atatürk ve arkadaşlarının yetiştiği dönemde tesadüfen bulunan Orhun Abideleri, Arap alfabesi nedeniyle belleklerden silindiği için, bilinmeyen İslâm öncesi Türk Tarihi’ni gündeme getirdiğinden, hepsi çok duyarlıydı. Millî Kültürün canlanması için gerekli kurumlara öncelik verdiler. Dışardan getirtilen ünlü heykeltraşlar, Türk heykel sanatçılarını etkilemiş, yarışmaları kazanmalarına yol açmıştır. Cumhuriyet Dönemi ünlü Türk heykeltıraşlar şunlardır(Alfabetik ): Ali Hadi Bara (Türk heykelciliğine yeni ifade biçimleri getiren sanatçı, Beşiktaş’taki Barbaros anıtını Zühtü Müridoğlu ile birlikte yaptı), Ali Teoman Germaner, Ayşe Sibel Kedik, Burhan Alkar, Can Göknil, Can Küçüktepepınar, Cemil Eren, Cengiz Çekil, Davran Erdayı, Engin Türker, Ercan Sağlam, Ernur Tüzün, Füsun Onur, Genco Gülan, Güler Güçlü, Gürdal Duyar, Hakkı Atamulu, Hakkı Karayiğitoğlu, Hale Ürkmezgil, Haluk Tezonar, Hülya Vurnal İkizgül, Hüseyin Anka Özkan, Hüseyin Gezer, İhsan Özsoy, İlhan Koman, İsa Behzat, İsmet Değirmenci, İsmet Yedikardeş, Kenan Yontunç, Koray Ariş, Kuzgun Acar, Lerzan Bengisu, Mari Gerekmezyan, Mehmet Aksoy, Mesrur İzzet Bey, Metin Yurdanur, Mine Sunar, Mithat Şen, Mümtaz Demirkalp, Mümtaz Işıngör, Münir Hayri Egeli, Nasip İyem, Nedim Celkan, Nejat Kavvas Sculpture, Nermin Farukî, Nevide Gökaydın, Nevzat Kasman, Nijat Sirel (Bursa Atlı Atatürk Anıtı, Malatya Atatürk Anıtı, Çanakkale Atatürk Anıtı), Nimet Demirbağ Sanlıman, Nusret Suman, Osman Dinç, Osman Özcan, Rahmi Aksungur, Ratip Aşir Acudoğu (Menemen’de bulunan Kubilay Anıtı, Erzincan’daki İsmet İnönü Anıtı, Ankara Ziraat Fakültesi önündeki Atatürk Anıtı) Refa Emrali, Remzi Savaş, Sabiha Bengütaş Taksim Cumhuriyet Anıtı’nı yapan İtalyan heykeltıraş (Pietro Canonica’nın asistanıydı), Sadi Öziş, Selim Turan, Serdar Tekebaşoğlu, Server Demirtaş, Seyfeddin Soysal, Seyhun Topuz, Songül Telek, Şadi Çalık, Şahin Özyüksel, Şinasi Tek, Tamer Başoğlu, Tankut Öktem, Tanzer Arığ, Turgut Pura, Turhan Çetin, Türkan Elçi, Uğur Çakı, Uğur Seyrek, Ünal Cimit, Yavuz Görey, Zerrin Bölükbaşı, Zühtü Müridoğlu (1906-1992, Beşiktaş Meydanı’ndaki Barbaros Anıtı ve Zonguldak’taki atlı Atatürk ve İnönü heykeli)

SONUÇ

 Heykel, Antik Çağdan, Rönesans’ın başladığı Yeniçağ’a kadar -Türk Dünyası dışında- her yerde tapınma ve kahramanlara saygı amacıyla yapılmıştır. Türkler ise Göktengri inancı nedeniyle, tapınma amaçlı tapınak, heykel ve resim yapmamışlardır. Önemli olaylar ve kahramanlara saygı, geleceğe öğüt vermek amacıyla yaptıkları tors (organsız heykel) ve büstlere tapmamışlardır. Günümüzde bulunan ve Tarihin başlangıcını değiştiren Göbeklitepe tapınağındaki anıtların da bu anlayışla yapıldığı, en eski Türk heykelleri olduğu kuşkusuzdur. Üzerlerindeki figür ve yazılar Tanrıya ait olmayıp, millî değerlerle ilgilidir. Türkler, Müslüman olduktan sonra heykel ve resim yasağına uyup, güzel sanatların diğer alanlarında klâsik eserler yaptılar. İslâmiyetin iyice yerleşmesi üzerine, A.Selçukluları resim/suret sanatını duvar ve paralar üzerine uyguladılar. Avrupalılar da Haçlı Seferleri’nde onlardan etkilenip, sanatı Hz. İsa ve Hz. Meryem heykelleri dışında yapmaya başladılar. Osmanlılar Döneminde ise Fatih portresini Bellini’ye yaptırmaktan çekinmedi. Çünkü Rönesans’ın yaşandığı o dönemde artık heykel ve resimler tapınmadan çok, şehirleri süslemek ve önemli olayları toplumun hafızasına kazımak amacıyla yapılmaya başlanmıştı. Atatürk’ün yaptığı Devrimler gibi heykel sanatı da Osmanlıların son döneminde başlamış, özellikle kızların da bu eğitimi görmesi önemsenmiştir.

Anıt, heykel kavramının Türk toplumunda algılanışı günümüzde de en eski dönemden farksızdır, yani tapınma amaçlı değildir. Önemli olaylar ve kahramanların tasviri olan heykel çok yüklü bir bilgiyi, çok kısa bir zamanda izleyenin belleğinde canlandırıyor. Bu sanatın gelişmesi için kurumlara ciddi sorumluluklar düşüyor, ama her aklına esen estetikten yoksun heykel yapmasın… Maalesef son yıllarda kazanç amacıyla yapılan heykeller bu özelliğe sahipler. Samsun’un onur anıtı sayılan bronz Gazi heykeli, Samsun halkı tarafından Avusturyalı heykeltıraş H. Kriphel’e yaptırıldı. Heykel bir Alman vapuruyla 1931’de Samsun’a getirildi. Kriphel’in de bulunduğu açılış töreni 15 Ocak 1932 Cuma günü saat 14’te büyük bir kalabalığın katılımıyla gerçekleşti. Şaha kalkmış atın kabarmış sinirlerinin bile çok canlı işlendiği heykel, işgaller karşısında Türk milletinin şahlandığı 19 Mayıs’ı simgeliyor. Bu heykele saygı duruşunda bulunan kişinin aklından asla tapınma geçmez. Sadece geçmişi hatırlayıp, minnet hisseder, özgüvenle geleceğe bakar. İzmir’deki, Ankara, İstanbul ve diğer şehirlerdeki heykel ve anıtların anlattıkları da Tarihimizdeki önemli dönüm noktaları olup; Kurtuluş ve Devrimleri simgeler. Atatürk heykellerine put gözüyle bakıp saldıranlar; İslâmın özünü anlamamış, geçmişini unutan mankurt, meczup veya provokatör 5.Kol üyesi ajanlar ve kuklalarıdır. 5.Kol 100 yıldır her kılıkta karşımıza çıkar, Peygamberimiz, Atatürk, kutsal ve millî değerlerimize saldırarak, toplumu birbirine düşürürler. Bunlar sadece Türkiye’mizi değil, bütün İslâm Dünyasını bir mikser gibi karıştırmaktadırlar. Atatürk heykellerini kaldıranların de iflah olmayıp, toplumun gözünden düştükleri gerçeğini unutmadan, bu konuda uyanık olalım. Birbirimize düşeceğimize failleri yakalayıp, topluma teşhir edelim; birlik ve dirliği sağlamak için Tarih ve belleğimize sahip çıkalım…

Heykel, Put Değil Tarih ve Bellektir-3
Ayten Başabaş Dirier
Yazarımız Kim ?

Ayten Başabaş Dirier