2

İSTİKLÂL MARŞI’NIN 100.YILINA ARMAĞAN İŞGALLERE KARŞI TEPKİLER -1


  • Oluşturulma Tarihi : 11.03.2021 10:38
  • Güncelleme Tarihi :

Milletlerin zor günlerinde sanatçıları toplumun sesi olur. Türk Milleti'nin ateşle sınandığı 1911-1922 yılları arasındaki o karanlık günlerde; şair, yazar ve diğer sanatçılarımız toplum için ürettiler. Trablusgarp, Balkan ve I.Dünya Savaşları’nda ardarda 7 yıl süren savaştan sonra başlayan işgallerle yorgunluk umutsuzluğa dönüşürken; Kurtuluş Savaşı öncesinde millî şuur refleksini tetikleyen sanatçılarımızın katkıları belirtilmezse anlatılanlar eksik kalır…

“Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et

Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,

Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.”

diye haykıran Mehmet Emin’in yanısıra, diğer sanatçılarımız ve Mehmet Âkif de, kalemini sanatla allayarak toplum hizmetinde kullandı. Balkanlar’daki dağılma karşısında;

“Sahipsiz kalan memleketin batması haktır,

Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”

dizeleriyle umutsuzluğa kapılanları uyardı. “Çanakkale Şehitlerine” mersiyesinde dağılan İmparatorluğa ağıt okuyan, “İstiklâl Marşı” ile Türkiye Cumhuriyeti’ni selâmlayan Şairimiz, İstiklâlin ulu sesi olarak tarihimizde yer aldı.

I.Dünya Savaşı’nı 30 Ekim 1918’de sonlandıran Mondros Ateşkesi’nin ardından 7 ve 21. maddelerine dayanılarak Türk vatanı işgal edilmeye başlandı. Geçici sanılan işgal başta sessizce karşılanırken; İzmir’in işgali düşmanların kalıcı olduğunu, Doğu Anadolu’nun da Ermenilerin tehditi altında bulunduğunu kanıtladı. Doğu Karadeniz’de güvenliği sağlamak üzere görevlendirilen M.Kemal Paşa, işgale karşı direnen sivil halkı mitingler, çeteler, kongrelerle örgütleyerek Kuvayı Milliye Ruhunu diriltirken; M.Âkif Türklerin Ordu Millet hasletini şiirinde dillendirerek, kurtuluş için umut verdi.

Ey milletimin lâhzada halkettiği ordu

Baktın ki bütün memleket elden gidiyordu.

Boğdun coşarak düşmanının gayzını kanda

Derler ki esaret denilen halka cihanda.

Bir geçti mi hür boyna asırlar kıramazmış

Bir secde eden bir daha baş kaldıramazmış.

Lâkin sen o zenciri bugün kırmayı bildin

Gökten geniş alnınla ne taptın ne eğildin.

Son şanlı macerasını tarihe anlattın

Zencir içinde bağlı duran kahraman atın.

Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor

Asrın baş eğdi sandığı at şâhâ kalkıyor.

M.ÂKİF BİRLİK PEŞİNDE

M.Âkif İstanbul’da gelişmeleri izlerken büyük bir ızdırap çekiyor, Anadolu’da başlamış olan Millî Mücadele’nin İttihatçıların eseri sayılmasına tepki duyuyordu. “Hayır! Artık buna da İttihatçılık denemez. Bu memleket meselesidir. Buna herkes el birliğiyle sarılmalı” diyerek, karşı çıkıyordu. Kur’an-dan “Birbirinize girmeyin ki; maneviyatınız sarsılmasın, devletiniz gitmesin.” ayetini okurken, duygularını “Yine mi boğuşmak?” şiirinde dillendirip, halkı birlik olmaya çağırıyordu. “İngiliz Muhipleri Cemiyeti”ne vatanseverler de katılınca, Anadolu’daki direnişi kırarlar endişesiyle düşüncesini şöyle dillendirdi: “Türklerin 25 asırdan beri istiklâllerini muhafaza etmiş oldukları tarihen müspet bir hakikattir. Halbuki Avrupa’da bile istiklâlinin başlangıcı bu kadar eski zamandan başlayan bir millet yoktur. Tarih de gösteriyor ki Türk, istiklâlsiz yaşayamamıştır.”

Balıkesir Zağanos Camiinde Kuvayı Millîye’yi öven, Kastamonu Nasrullah Camiinde Batı Medeniyeti’nin gerçek yüzünü, Müslümanlara olan nefretini vaazlarında dile getirip; barış vaat edilen Sevr Antlaşması’yla gerçekte son direniş kalesi Türk vatanının yok edildiğini, sığınacak başka yer kalmadığı için Millî Mücadelenin gerekli olduğunu anlattı.

M.Âkif’in bu vaazları İşgalcileri çok kızdırdığından, İstanbul Hükûmeti onu görevden alıp, Kuvayı Milliyecilerle birlikte asî ilan etti. Güney Doğu’daki El-Cezire Cephesi Komutanı Nihat Paşa vaazı çoğaltıp orduya dağıtarak, Mehmet Âkif’i kutladı. Doğu ve Güney Doğu’da birlik sağlanarak; Mardin akılcı bir savunma ile düşmanı şehre sokmadı, Urfa, Antep, Maraş işgalcilere kahramanca direnerek kurtuldu.

M.Âkif artık İstanbul’da kalmanın millî birlik ve beraberliğe bir yarar sağlamayacağı kanaatine vararak, Anadolu’ya geçmeye karar verdiği sırada Ankara’dan davet aldı. M.Kemal Paşa onu karşılarken, Hakimiyet-i Millîye gazetesi gelişini şöyle duyurdu:“...Milletin giriştiği vatan mücadelesi, İslâm şâiri Mehmet Âkif Beyin fikirlerinden çok kuvvet alacaktır…”

M.Âkif Ankara’ya geldiği zaman henüz düzenli ordu kurulmadığı için Anadolu’da ardı arkası kesilmeyen isyanları milis halinde olan Kuvayı Milliye bastırmak zorunda kalıyordu. Halk şaşkındı; bir yandan 621 yıllık Halife Sultana bağlılık geleneği; öte yandan Şeyhülislâm tarafından asî ilân edilen, ama esarete karşı kalkan özgürlük ve bağımsızlık bayrağını elinde tutan Kuva-yı Milliyeciler…

Ankara Hükûmeti isyanlara karşı iki yol izlemekteydi. Önce isyancılara “Nasihat Heyeti” göndermekte; sonuç alınamayınca askeri kuvvet sevk edilmekteydi. M.Âkif hiç vakit geçirmeden kendisinden beklenen görevi yerine getirmeye, vaazları ile halkı aydınlatmaya, Millî Mücadele etrafında birleşmeye çağırdı. Burdur Mebusu seçilen Mehmet Âkif, Anadolu’da şehir şehir gezerek Millî Mücadele’yi halka anlatıp, birlik ve beraberliğe çağırdı. Sebilûrreşad dergisinde yazdığı şiir ve makaleleri ile Millî Mücadele’ye destek verdi.

“Ey benim her taşı bir ma'bedi iman yurdum

Seni er geç bana mutlak verecek ma'bûdum.”

dizeleri, Kurtuluşa olan inancının kanıtıdır. Kuva-yı Milliye’ye silah ve cephane temin edebilmek için varlıklı kişilerle birebir görüşmeler yapan M.Âkif bir sanatçı, dava ve eylem adamı gibi hareket ediyordu.

ORDUNUN DUASI

Kuva-yı Milliye birliklerinin isyancılar ve işgalcilere karşı çift cephede mücadele ettikleri günlerde, M.Âkif’in 19 Haziran 1920’de yazdığı “ORDUNUN DUASI” şiiri, Ali Rıfat (Çağatay) tarafından nihavend makamı, marş formunda bestelenerek, Erkan-Harbiye Reisi Fevzi Paşa tarafından bütün Ordu birimlerine dağıtılıp, millî marş oldu.

Yılmam ölümden, yaradan, askerim;

Orduma 'Gazi' dedi Peygamber'im.
Bir dileğim var ölürüm isterim.

Yurduma tek düşman ayak basmasın.
Amin desin hep birden yiğitler,

“Allahu ekber!” gökten şehitler.

Amin! Amin! Allahu ekber!

bilincin yurdu sardığı sırada; Yunan askerleri İngilizlerin desteğiyle taarruza geçerek, 8 Temmuz 1920′de Bursa’yı işgal ettiler. Osmanlı’nın ilk başkentlerinden Bursa’nın işgali duyulunca BMM. yasa büründü. Meclis kürsüsü siyah örtüyle kaplandı. Kuvayı Milliye çetelerinin işgal ve isyanları durduramayacağı anlaşıldığından hızla Düzenli Ordu kurulmaya başlandı. Orduya katılımda İrşad Heyetlerinin önemli katkısı oldu. M.Âkif’in yerleştiği Taceddin Dergâhı bir Sanat-Sohbet Meclisi’ne dönüştü. Devrin siyaset ve sanat aydınları; onun edebî, fikrî ve kültürel konuşmalarını dinlemek, tasavvuf ve mûsıkî sohbetlerinden yararlanmak, ordunun durumu ve cephelerdeki son gelişmeler hakkında bilgi almak için geç saatlere kadar odaları doldurmaya başladı.

İSTİKLÂL MARŞI’NIN 100.YILINA ARMAĞAN İŞGALLERE KARŞI TEPKİLER -1
Ayten Başabaş Dirier
Yazarımız Kim ?

Ayten Başabaş Dirier