Sayfa Yükleniyor...
Kurban Bayramımız kutlu olsun değerli okurlar. Birlik, sağlık, huzur dolu nice Bayramlar dilerim.
Eski dile İ’d/Bayram; İ’dil İkbir/ Büyük Bayram demekti. Mardin’de Kurban Bayramı hala böyle anılır. Bir yandan Kurban, öte yandan Hac olgusu bayrama farklı bir nitelik kazandırırken; Arefe günü sabahı başlayıp, dördüncü gün ikindi farzında sona eren Teşrik Tekbirleri, bayramın manevi havasını yoğunlaştırır. Teşrik; sözlükte, eti sıcak günlerde taşların üzerine serip kurutmak demektir. Özellikle kesilen kurbanların etlerinin kurutulduğu Kurban Bayramı günlerine de teşrik günleri adı verilmiştir. Teşrik Tekbiri şöyle getirilir: “Allahu ekber, Allahu ekber, la ilahe ilallahu vallahu ekber, Allahu ekber ve lillahi’l hamd.” (Allah en büyüktür, Allah en büyüktür, O’ndan başka ilah yoktur, sadece o vardır, Allah en büyüktür ve her türlü övgü Allah içindir.) Kurban ibadeti yerine getirilerek nasıl Allah’a bağlılık ve teslimiyet fiilen gösterilmiş oluyorsa, teşrik tekbirleri de bu bağlılık ve teslimiyetin sözlü bir ifadesi olmaktadır. İslam Dünyasına estetik kazandıran Türkler, musıki alanında da ince duygular kattılar. Ezanın farklı makamlarda okunmasının yanı sıra, Segah Kurban Bayramı Tekbirini de, Türklerin Klasik Dönemin son demlerini yaşadığı XVII. asırda Buhurizade Mustafa Itri kazandırdı. Beş gün boyunca her farzın ardından makamlı okunan tekbir; ruhumu kanatlandırır, kainat üstü yüceltir ve sonunda birer inci tanesi halinde yanaklardan süzülüp, günlük yaşantıya döndürür. O sırada ruhum Mavi Tuna kıyılarından kanatlanır, İstanbul Topkapı Sarayında Itri’yi dinledikten sonra, Ağrı Dağı’nın doruklarına konar; Nil deltasından boydan boya Akdeniz’in güneyini katedip, Atlas Okyanusu dalgalarına dalar. Ardından yavaş adımlarla, zamanı çatlatırcasına istemsiz gerisin geriye aynı rotada çekilmeye başlar. En umutsuz anlarda bile Çanakkale siperlerinde, Doğu’da, Güney’de, Sakarya boylarında, İzmir’in Kordon rıhtımında o ölümsüz nağme duyulur hep… Bugün “biz-siz” söylemiyle aramıza nifak sokmaya çalışanların aksine, üçyüz yıldır üç kıtayı birbirine kenetleyen ölümsüz nağme Teşrik Tekbirleri’nin sonsuza dek ruhları kanatlandıracağı nice bayramlara erişilmesini dilerken; bestecisini anıp, ruhunu şad edelim…
BUHURİZADE MUSTAFA ITRİ
Itri adıyla Müzik Tarihi’ne geçen Buhurizade Mustafa Efendi, XVII. asrın 2.çeyreğinde İstanbul’da doğdu. (1640?-1712) Zamanına göre iyi bir öğrenim gördü. Hafız Post, Nasrullah Vakıf Halhali, Derviş Ömer Efendi, Kasımpaşalı Koca Osman Efendi gibi XVII.asır bestecilerinden ders aldı. Yenikapı Mevlevihanesi’nin o zamanki şeyhi Cami Ahmed Dede’ye kapılandı. Müzik sevgisiyle Mevlevi olup, Mevlevi tekkelerinde okunmak üzere bir ayin ile bir naat besteledi. Itri beş padişah dönemi gördü. Sultan IV.Mehmed zamanında tanındı. Sarayda düzenlenen fasıllara hanende(şarkıcı) olarak katıldı. Bestelediği eserlerle padişahlardan büyük yakınlık gördü. XVII. asra şiirleri ve müzik sevgisiyle damga vuran Kırım Hanı I.Selim Giray’ın da ilgisini çekip, yakınları arasına katıldı.
Saraya girmeden önce bahçe işleriyle uğraşan Itri, padişah IV.Mehmed’ten, kendisine “Esirciler Kethüdalığı” görevinin verilmesi dileğinde bulundu. Bu dileğinin temelinde, İstanbul’a getirilen esirlerin ülkelerinin müziği üstüne bilgi edinmek, içlerinden müziğe yeteneği olanları da yetiştirmek yatar. Itri uzun yıllar Enderun’da müzik öğretmenliği ve hanendelik ettikten sonra, elli yaşına doğru emekli olarak saraydan ayrıldı. Ancak, müzikteki ünü XVIII. asırda Lale Devri’nde doruğa tırmandı. Meyvecilikle çiçekçiliğe meraklı olduğudan, emekli olunca kendi adıyla anılan ünlü Mustabey armudunu yetiştirdi. Itri mahlası da, bu merakından kaynaklanıp, esrik kokulu Itır çiçeğini çok yetiştirmesine bağlanır. Divan şairlerinden Şeyhi’nin yazdığına göre, ölümünden sonra Mevlevihane Yenikapısı dışına gömülmüştür. Itri devrinin tanınmış şairleri arasında yer alır. Divan ve aşık tarzlarında şiirleri vardır. Naatlar, gazeller, tahmisler, nazireler, tarih düşüren beyitler ve şarkılar dışında, hece ölçüsüyle türküler de yazmıştır. Asıl ününü besteciliğiyle kazandı. Kaynaklarda, kuramsal müzik bilgisinin çağdaşlarına göre çok üstün bir düzeyde olduğundan söz edilir. Eserleriyle bir çığır açmış, Klasik Türk Musıkisi’nin kurucusu olmuştur. Ondan önceki bestecilerde, bir ölçüde de olsa Orta Doğu müziklerinin izleri sezilir. Bu etkiler onda bütünüyle silinmiş, Klasik Türk Musıkisi diye adlandırılan, Osmanlı-Türk üslubu en belirgin çizgileriyle ortaya çıkmıştır. Itri, Abdülkadir Meragi(1353-1435) ve Hammamizade İsmail Dede Efendi(1778-1846) ile birlikte, Türk müziğinin gelişimini yönlendiren üç önemli besteciden biri olmuştur. Itri müziğe yepyeni bir hava getirmiştir. Dini içerikli eserleri, cami ve tekke müziği örnekleri olarak ikiye ayrılır. Günümüze ulaşan eserlerinin çoğunda mistik bir hava vardır. Bu yönü bir ölçüde, Mevlevi olmasına bağlanabilir. Seçtiği formlar için en uygun anlatımı bulan Itri, cami müziği olarak bestelediklerinde, derin bir dindarlık duygusunu; Mevlevi müziği eserlerinde tasavvufi bir içe dönüş heyecanını dile getirmiş; din dışı yapıtlarında ise, yoğun müzik cümleleri arasında beliren düşündürücü bir tavrı benimsemiştir. En ünlü eserleri:
1-Segah Kurban Bayramı Tekbiri; 2-Segah Salat-ı Ümmiye; 3-Dilkeşhaveran Gece Salatı, 4-Maye Cuma Salatı, 5-Segah Mevlevi Ayini’dir. Muhteşem bir medeniyeti meydana getiren ruha sahip olmak için; Itri gibi san’atkarları yakından tanımak ve tanıtmak gerek… “Avazeyi bu aleme davud gibi sal, Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş” dense de eski değerler için; Itri’nin ölümsüz nağme Teşrik Tekbiri ruhlardan gökyüzüne dipdiri yükseldikçe; adı yaşayacak, ruhu şad olacaktır.
“Kurban, babanız İbrahim aleyhisselamın sünnetidir. Kurbanın her bir kılı için bir sevap vardır.” Hadis-i Şerif