Sayfa Yükleniyor...
Kültür, toplumun ve insanların, sosyal olarak kuşaktan kuşağa aktardığı maddî ve maddî olmayan ürünler bütünü, sembolik ve öğrenilmiş ürünler ya da özellikler toplamıdır. Milletlerin kültürünü şekillendiren öğelerin en önemlisi dinî ve millî geleneklerdir. Bayram ve önemli günler halinde yaşatılan bu gelenekler, kuşaktan kuşağa aktarılarak toplumun birlik ve beraberliğini pekiştirir.
Gelenek ve göreneklerin evrilmesi geçmişte asırlar, hatta çağlar boyu sürerken, günümüzde birkaç saatte erozyona uğrar. Emperyallerin topla, tüfekle yapamadığı erozyonu, şimdi minik bir cep telefonu kısa sürede gerçekleştirebiliyor. İstisnasız bütün milletler aynı tehditle karşı karşıyadır. Tehditin önemini fark eden devletlerin interneti yasaklamaları ne kadar etkili olur, tartışılabilir.
Kutsal Ramazan ayımız, Hıristiyan halkımızın 45 günlük perhiz orucu ve Paskalya Bayramı ile çakışınca, çocukluğumdaki Ramazanlara ve yitirdiğimiz değerlere odaklandım. Hayalî’nin “O mahiler ki, derya içredir, deryayı bilmezler” deyişindeki gibi Mardin’de hoşgörü denizi içinde yüzerken durumun farkında, bilincinde değildik. Süryani arkadaşlarımızla öğlen saatlerinde bir arada bir şeyler atıştırırken, Ramazan ayında görmediğimiz yerlere çekilip yemeklerini yer veya o merdivenli sokakları tırmanarak evlerine giderlerdi. İş yerlerine de öğlen saatlerinde perde çekerek beslenirlerdi. Püfür püfür sigara dumanları da ortadan kaybolurdu. Bu konuda kimse kimseye baskı yapmaz, aile terbiyesi içinde her şey öğretilirdi.
Ramazan ortasında facebookta akışı incelerken, efendi tavırları ile tanıdığım bir hemşerimizin Ramazan davulcularına çok ağır eleştirisini okuyunca şaşırdım. Nedenini araştırdığımda, davulcuların motor eşliğinde çok gürültü yaparak halkı uyandırdıklarını okudum. Herkesin işi, çocuğu, hastası var; bunları kaale almadan bunca gürültüyü yapanlara kızan arkadaş çok haklıydı.
1950-1970’lerin ortasına kadar yaşadığım Mardin’de yaşam, başkasının hakları gözetilerek sürdürülüyordu. Herkes haddini, sınırını bilir, ötekilerle yaşadığının bilincinde olarak onları huzursuz etmemeye çalışırdı. Özellikle dinî günlerde bu duruma çok dikkat edilirdi. Sadettin Noyan geçmişte Medrese mahallesinde sahurda davul yerine keman çalındığını yazınca, bu güzelliğin Süryani halkımızın yaşadığı mahallelerde olabileceğini düşündüm. Bizim Savurkapımahallesi tamamen Daşilerden oluştuğu için sadece Matârbe denilen Beyt Çazmelerin ahenkle çaldığı davul-zurna sahura uyandırırdı. (Matârbe deyimi Selçuklularda Musiki Heyetine verilen isimdi. Günümüzde de sadece Mevlâna etkinliklerinde görev alanlar için Mutrib Heyeti deyimi kullanılmaktadır.) Evin dış kapısı önünde uzun süre çalıp, ışığın yanmadığını gören Ammo Beşir müziği durdurup, babama seslenirdi: “Abe Ata yıkfe tıtrık ıl halay, ı’lık ız zav beke!/Ata Abi bu kadar halay teptiğin yeter, ışığı yak artık!” Gerçekten de babam uyku sersemliğimizi gidermek için, beni ve kız kardeşimi sağına soluna alıp, halay teperdi. Gülerek ışığı yakınca, “Tamam Ahuy rohu/Tamam kardeşim gidin!” diye seslenir, bazen kapıya kadar inerek sohbet eder veya bir şeyler verirdi. Genellikle toplumda sevilen şarkıların sadece müziği icra edilirdi. Bunları yaşadığım için grubumdaki arkadaşlarıma keman çalınıp çalınmadığını sordum. Servet Kaynak Beliktay Ulu Cami Mahallesindeki komşularının keman çalarak sahura uyandırdığını, Müşerref Çeppioğlu Şehidiye Mahallesinde keman çalındığını, sahurda inip onlara para verdiklerini anlattı.
Mardin Musıkisi’ndeki inceliklerin ta Selçuklu Dönemindeki Muğannim/Şarkıcı Vali dönemine kadar uzandığını bildiğimden buna şaşırmadım. Artuklular Döneminde şehre hakim olan hoşgörü, asırlar boyu farklı diller ve dinleri mozaik halinde yaşattı. Özellikle Süryanilere çok değer verildi. O anlayışın Süryanilerin yoğun yaşadığı mahallelerde sahurda keman halinde sürdürülmesi Atalarımla bir daha gurur duymama vesile oldu.
1980’lerden sonra Mardin’in hem fiziki, hem demografik dokusu değişince değerlerde erozyon başladı. Kalenin nöbetçileri ovaya inince şehir merkezi iyice hırpalandı. Restore edilemeyen tarihî evler birer birer çökerken, uzman olmayan kişilerce restore edilenler de farklı kimliğe büründü. Değerler erozyonunda önce “Mardin hoşgörüsü” deyimine saldırı başladı. O dönemi yaşayan, yaşatan kuşaklar göçünce gençler bu ard niyetlilere ne kadar direnebilecek bilemiyorum.
Birlik içinde huzurlu, sağlıklı Ramazan Bayramı diler, nicesine erişmenizi dilerim değerli okurlar…
*Bayram tatlımız KALBURA BASTI:
Malzeme:125 gram tereyağı, 1 çay bardağı sıvı yağ, 1 çay bardağı yoğurt, 1 çay bardağı irmik, 2 çay kaşığı kabartma tozu, vanilya, limon kabuğu rendesi, 3 su bardağı un. İçine: 1 kase ufaltılmış ceviz.
Şerbet: 3 bardak şeker, 3,5 bardak su, çeyrek limon suyu. Malzemeler yoğrulup, ceviz büyüklüğünde hamur rende üstünde yuvarlak açılır, ceviz doldurulup kapatılır. Altı üste gelecek şekilde tepsiye dizilir. Kıtır olması için 150 derecede pişirilir. Kızarınca çıkarılıp, üzerine soğuk şerbet gezdirilir. Afiyet olsun!