Sayfa Yükleniyor...
Sabah gözümüzü açar açmaz elimiz telefona gider oldu. Göz kapaklarımız tam açılmadan parmaklarımız ekranı kaydırıyor. Kim ne yapmış? Kim tatile çıkmış, kim evlenmiş, kim kahve içmiş? Henüz kendi hayatımıza bile dönmeden, başkalarının hayatlarına konuk oluyoruz.
Sosyal medya, ilk çıktığında bizi birbirimize daha yakın hissettirmek için vardı. Eski arkadaşlara ulaşmak, sevdiğimiz insanlarla bağ kurmak, ilham almak, paylaşmak… Ama zamanla, bu dijital dünya bir vitrine dönüştü. Herkesin en güzel fotoğrafı, en mutlu anı, en estetik filtresi orada. Hayatlarımız ikiye ayrıldı: Gerçekte yaşadığımız hayat ve başkalarına gösterdiğimiz versiyonu.
Bir yere giderken önce “orada iyi fotoğraf çıkar mı?” diye düşünüyoruz. Bir yemeği paylaşmadan önce, tadını değil ışığını kontrol ediyoruz. Bir dostla geçirilen saat, bazen sadece iki kişinin ekrana baktığı bir zaman dilimine dönüşüyor. Yaşadığımız anların değeri, artık onu kaç kişinin beğendiğine göre ölçülüyor.
Bunun en büyük yan etkisi kıyaslama. Başkalarının “mükemmel” gibi görünen hayatlarına bakarak, kendi hayatımızı sorgulamaya başlıyoruz. Oysa unuttuğumuz bir şey var: Herkes yalnızca en parlak anını paylaşıyor. Kimse ağladığı selfie’yi koymuyor, boş kaldığı hafta sonunu, başarısızlıklarını, iç sıkıntılarını göstermiyor. Ama biz, onların %5’lik vitrinine bakıp, kendi yüzde 100’ümüzü eksik sanıyoruz.
Aslında bu durum sadece bireysel değil, toplumsal bir dönüşümün de göstergesi. Görünür olmak, beğenilmek, onaylanmak; modern çağın en güçlü bağımlılığına dönüştü. Sosyal medya, beğeni tuşuyla insanların psikolojisini yönetebiliyor. Bir paylaşım tuttuğunda kendimizi değerli, görünmediğinde ise eksik hissediyoruz. Oysa gerçek hayat, algoritmalara göre değil, iç sesimize göre yaşanmalı.
Bu platformlar elbette tamamen zararlı değil. Bilgiye ulaşmak, sesini duyurmak, ilham almak hala mümkün. Ama asıl sorun şu: Kontrol kimde? Biz mi sosyal medyayı kullanıyoruz, yoksa o mu bizi? Kendimiz için yaşadığımız anlar, ne zaman başkalarının onayına muhtaç hale geldi?
Bazen en güzel anlar fotoğrafı çekilmeyenlerdir. Belki bir kahkahadır, belki bir yürüyüş, belki de kimseye anlatmadığın bir sessizlik. Paylaşmadığımız anlar, bazen en gerçeklerimizdir. Ve bu anlar, hiçbir filtreye ihtiyaç duymaz.
Sosyal medya çağında gerçek olabilmek cesaret ister. Kendi hayatını, başkalarının temposuna göre değil, kendi kalp atışına göre yaşamak büyük bir seçimdir. Ve belki de bu seçim, bugün yapılabilecek en anlamlı direniştir.