Sayfa Yükleniyor...
Karl Marx’ın yazılarını ne zaman okumaya başlasam satır aralarına sinmiş bir duygunun sessiz bir çığlık attığını hissederim...
“Öfke...
Ezilmeye, horlanmaya, dışlanmaya, fakirliğe, yoksulluğa ve yoksunluğa duyulan öfkedir satır aralarına gizlenen...
‘Das Kapital’i yazmak için British Library’de geçirdiği uzun saatlerde Marx’ın eline İngiliz hükümetinin resmi bir belgesi geçer.
Belgeye göre 12 yaşındaki çocuklar haftanın yedi günü günde 14 saat izbe fabrikalarda karın tokluğuna çalıştırılıyordur...
İnsanlık tarihinin en önemli eserlerinden biri olan Das Kapital, gördükleri, duydukları ve okudukları karşısında perişan olan yazarın öfkesinin dışa vurumundan başka bir şey değildir aslında...
Marx gençliğinden itibaren kendisi de yoksullukla mücadele etmek zorunda kalan bir isimdi...
Babadan zengin Engels çıkmasaydı karşısına karnını doyurabilir, ailesini geçindirebilir miydi? Diye insan düşünmeden edemiyor.
Ömrünün son günlerinde karsına kalan miras ve Engels zayesinde bağlanan emekli maaşıyla yoksulluk zincirini kıran Marx bugün yaşasaydı eğer sadece seminerlerden alacağı ücret ve büyük ihtimalle kazanacağı Nobel sayesinde sayılı zenginlerden biri olarak yaşamını sürdürürdü.
Yoksulluk kader değildir elbette ama kaderinde yoksulluk varsa o başka...
Daha 4 yaşındayken gözü önünde camide namaz kılarken bıçaklanarak öldürülen babasının ölümüne şahit olan Yaşar Kemal de yoksullukla imtihan edilen isimlerden biridir.
Köyün en zengini aileyken annesi amcasının ikinci karısı haline gelir, altınlar, tarlalar, hayvanlar bir iki yıl içinde yok pahasına elden çıkar.
Girmediği iş, yapmadığı meslek kalmayan Yaşar Kemal yoksulluk zincirini, Çukurova’nın yoksullarını kalemiyle anlatarak aşar...
Orhan Kemal de Orhan Veli de yoksulluğun acısını sonuna kadar yaşamış isimlerdendir.
Ama bana en çok ece Ayhan’ın yoksulluğu yürek burkucu gelir.
Öyle bir yoksulluktur ki bu, bir arkadaşıyla sözleştiği çay bahçesinde içtiği bir bardak çayın parasını, arkadaşı gelmekten vazgeçince ödeyemeyen, ödeyemediği için saatlerce bir tanığı gelse de para istese diye bekleten türden bir yoksulluk...
Yaşadığı hayatta tek bir eserinden bile para kazanamayan Van Gogh, akıl hastanesinde kaldığı dönemde yaptığı resimlerden birini doktorlarından birine verir.
Doktorun atış talimi yapması için o resimi oğluna vermesi onun sadece sanattan anlamadığını değil ayrıca kaderinin de bu olduğunu gösterir.
Üstad Sezai Karakoç’un dediği gibi ‘Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır’’...
Van Gogh’un, Marx’ın, Orhan Kemal’in, Yaşar Kemal’in, Orhan Veli’nin ya da Ece Ayhan’ın kaderleirnde yoksulluk olması isimlerini tarihe kazımalarına engel olmadı...
Unutmayın; sanat ve edebiyata sığınan hayatların yoksulluğu olur ama yoksunluğu olmaz...
Sanat ve edebiyat her zaman sizlerle olsun...