Sayfa Yükleniyor...
Büyük milletlerin tarihsel yapısında derin izler bırakan ve hayati öneme sahip olan önemli hadiseler vardır. Milletimizin tarihsel geçmişine baktığımızda da bizim için hayati bir öneme sahip dört önemli hadisenin olduğunu görüyoruz. Birinci önemli hadise, 1040 yılında gerçekleşen Dandanakan Savaşıdır. Bu savaşın sonunda kazanılan zafer ile Büyük Selçuklu Devleti kurulmuştur. Böylece Türkler Anadoluya ilk adımlarını atmış oldular. İkinci önemli hadise ise; 1071 yılında gerçekleşen Malazgirt Zaferidir. Bu zafer ile; Anadolunun kapıları Türklere açılmış, Bizans İmparatorluğunun İslam dünyası üzerindeki baskısı sona ermiş, Türkiye tarihi başlamış ve Anadoluda ilk Türk beylikleri kurulmuştur. Üçüncü önemli hadise, 1176 yılında gerçekleşen Miryokefalon Savaşıdır. Bu savaşta kazanılan zafer ile Türklerin Anadoludan atılamayacağı ve Anadolunun kesin bir Türk yurdu olduğu tescillenmiştir. Dördüncü önemli hadise ise; 30 Ağustos 1922 yılında, bizzat Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından sevk ve idare edilen Başkomutanlık Meydan Savaşı sonunda kazanılan zaferdir. Bu zafer; Mondros ve Sevr Antlaşmaları ile topraklarımızı işgal eden devletlere karşı başlatılan kurtuluş savaşı sonunda elde edilen bir zaferdir. Bu zaferle işgal güçleri vatanımızdan çıkarılmış ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.
İşte bu gün Cumhuriyetimizin kuruluşuna vesile olan 30 Ağustos Zafer Bayramının 94. Yıl dönümüdür. Bu gün tarihimizde önemli yeri olan bir gündür. Bu anlamda bu gün, 1935 yılında resmen Zafer Bayramı olarak ilan edilmiştir. Ayrıca bu gün resmi tatil olarak kabul edilmiştir. Bu çerçevede her yıl 30 Ağustosta; ülkemizde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde ve dış temsilciliklerimizde 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlanmakta ve konu ile ilgili etkinlikler yapılmaktadır.
Evet, görüldüğü üzere 1000 yılı geçkin bir süredir üzerinde yaşadığımız, atalarımızın yurt olarak kabul ettikleri ve adı Anadolu olan bu topraklar, ülkemizin sınırlarını oluşturmuş ve bizim yaşam alanımız olmuştur. Ancak 1950lerde, Orta Doğuda kurulan İsrail devletinin yürüttüğü baskıcı ve yayılmacı politika ile gerek Ortadoğudaki komşularımızda gerekse ülkemizde huzursuzluklara sebep olmaya devam etmektedir. Ayrıca, yıllardır içine dahil olmaya çalıştığımız Avrupa Birliğinin hemen hemen tüm ülkeleri ve müttefikimiz diye bildiğimiz Amerika Birleşik Devletleri de İsrailin ülkemizde ve Orta Doğuda kimi zaman dolaylı kimi zaman doğrudan yaptığı zulüm, işgal ve haksızlıklarına destek vermeye devam etmektedirler. İsrail devletinin yürüttüğü bu politikanın altında; peygamberleri Hz. Musaya gönderilen Tevratta (Allah tarafından Hz. Musaya gönderilen Tevratın aslının yok edildiği ve şu anki Yahudilerin savundukları Tevratın sonradan insanlar tarafından kaleme alındığı ile ilgili pek çok kaynak bulunmaktadır. Kaldı ki, hiçbir ilahi dinde zulüm, baskı, yayılmacı ve işgalci bir hedef yer almamıştır. Dolayısıyla bu iddiaların gerçeklik payı bulunmamaktadır) İsrailin gizli bir planının olduğu iddia edilmektedir. İddia edilen bu plana göre; içinde ülke topraklarımızın önemli bir bölümünün de yer aldığı Orta Doğudaki toprakların Tanrı tarafından İsrailoğullarına vaat edildiği, bu dünyadaki tek asil ve üstün ırkın Yahudilik olduğu ifade edilmektedir. Bu iddialar çerçevesinde İsrail devletini yönetenler; İsrailoğullarına vaat edildiğine inandıkları toprakları ele geçirmek için her türlü zulüm ve haksızlığı yapmaya devam ederken İsrailin yandaşı ve destekçisi olan ABD ve AB ülkelerinin bir kısmı İsrailin gizli planlarına desteklerini esirgememektedirler. Orta Doğuda yaratılan ve pek çok Arap ülkesinde karışıklığa sebep olan aynı zamanda Arap Baharı adı verilen girişimlerin de bu gizli planın bir parçası olduğu iddia edilmektedir. İsrail, Birleşmiş Milletlerin aldığı kararları tanımamakta ve uluslararası yasaları sürekli olarak çiğnemektedir. İşte yıllardır gerek ülkemizde ve gerekse Orta Doğudaki komşu ülkelerde yaratılmaya çalışılan çatışmaların altında yatan en önemli sebeplerden birisi budur. Bir diğer sebep de; Orta Doğu komşularımızda var olan petrol kaynaklarını ve ülkemizdeki zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarımızı ele geçirme planlarıdır. Bir başka sebep de adı geçen bu ülkelerin çıkarlarına ters gördükleri güçlü bir Türkiyeyi istememeleridir.
Ancak ifade etmek gerekir ki, demokrasi ve insan hakları savunuculuğuna soyunan ABD ve AB ülkeleri bu güne kadar menfaatleri olmayan hiçbir yere müdahalede bulunmamışlardır. Örneğin: Avrupanın dibindeki Bosnada, Sırplar tarafından binlerce Bosnalı genç öldürülürken, binlerce Bosnalı kadına tecavüz edilirken, Bosna halkına her türlü insanlık dışı muamele yapılırken sözüm ona dünyanın demokrasi ve insan hakları savunuculuğuna soyunan ABD ve AB ülkeleri kıllarını dahil kıpırdatmamışlardır, sadece seyretmekle yetinmişlerdir. Benzer şekilde Çin devleti tarafından acımasız işkencelere maruz bırakılan, öldürülen ve her türlü haksızlıklara duçar edilen Uygur Türkleri ile ilgili de ne Avrupa ülkeleri ne de Amerika tarafından hiçbir girişimde bulunulmamıştır. Kardeş ülke Azerbaycana bağlı toprakların Ermenistan tarafından işgal edilmesine ve Azeri kardeşlerimize uygulanan zulme hiçbir zaman dur dememişlerdir. Ancak yakın bir zamanda Fransada meydana gelen terör olayında hayatını kaybeden 12 kişi için dünya liderleri Fransaya akın etmiş ve birlikte terörü lanetleme yürüyüşü yapmışlardır. Fakat ülkemizde meydana gelen terör olaylarında şehit verdiğimiz onlarca insanımız için hiçbir dünya liderinin müspet bir girişim yaptığı görülmemiştir. Demokrasi sözünü dilinden hiç düşürmeyen AB ve Amerika; 15 Temmuz 2016 tarihinde ülkemizde yaşanan darbe girişimine karşı halkımızın alanlara çıkarak demokrasiye sahip çıkmasını ve bu bağlamda canı pahasına tankları ve gözü dönmüş canileri durdurarak kazandığı demokrasi zaferini tebrik etme inceliğini göstermekten kaçınmışlardır.
Evet, artık gözlerimizi açmamız ve gerçekleri görmemizin zamanı gelmiştir. Yıllardır beraber yaşayan, tabiri caizse et ve tırnak gibi birbirine geçmiş bir milletin evlatlarıyız. Bizim birbirimizden ayrımız gayrımız yoktur. Geçmişte nasıl mutlu ve mesut yaşamışsak bu gün de mutlu ve mesut yaşayabiliriz. Farklılıklarımız bizim için bir zenginliktir. Bu bizim için bir avantajdır, dezavantaj değildir. Dünyanın en güçlü ordularını bozguna uğrattığımız Çanakkalede şehit yatanların mezar taşlarındaki kimlik bilgileri bizim geçmişteki birlik ve beraberliğimizin en güzel örneklerini göstermektedir. Geçmişte nasıl birlik ve beraberlik içinde yaşadıysak bugün de birlik ve beraberlik içinde yaşayabiliriz. Ancak ifade etmek gerekir ki, birlik ve beraberliğimizi bozmak için yıllardır ülkemiz üzerinde çeşitli bölücü, zayıflatıcı, yıpratıcı ve yıkıcı planlar yapan yukarıda isimlerini zikrettiğimiz ülkelere karşı çok dikkatli olmamız lazım. Hangi görüşe ve hangi inanca sahip olursak olalım milli menfaatlerimizin söz konusu olduğu zamanlarda yekvücut olabilmeyi başarmamız lazım. Bölücülere, hainlere, kandan beslenenlere kesinlikle fırsat vermememiz lazım. İnsan hakları ve demokrasi adı altında bizlere yutturulmaya çalışılan düşüncelere şiddetle karşı çıkmamız lazım. Bizim bizden başka kimsemizin olmadığını bilmemiz, bu şuurla hareket etmemiz ve kaynağı ister içerde olsun ister dışarda olsun her tehlikeye karşı gerekli tedbirleri almamız şarttır. Şer güçlerinin gizli planlarına alet olmamamız lazım. Bizim bu vatandan başka bir vatanımız yok. Bizim başka gidecek bir yerimiz de yok.
Bu duygu ve düşüncelerle; 30 Ağustos Zaferinin 94. yıldönümünü kutladığımız bu günde, zaferin kazanılmasında emeği geçen Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Paşa ve kahraman silah arkadaşlarına teşekkür ediyoruz. Ayrıca kahraman ordumuzun Suriyede karadan ve havadan yürüttüğü ve halen devam eden Fırat Kalkanı harekatının başarılı geçmesini ve tarihimize yeni bir zafer olarak yazılmasını temenni ediyoruz.