Yüreği hoşgörü sevgi ve centilmenliğe açık her insan birer ilham kaynağıdır. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kaleme alırken, kadınlarımızın emek günü sadece 8 Mart’tan ibaret olmadığını bir kadın olarak yaşadığım yalın hayatta daha yakından tanık olum. Burada kadın erkek ayırt etmeksizin hayat alanındaki sorumluluk ve yükümlülüklerini ivedilikle irdelemek önem arz eder. Kadının hayatta bir barınak erkeğin ise bu barınağın ayakta kalmasını sağlayan önemli bir unsur olarak rol oynadığını önceki köşe yazısında belirtmiştim. Yiğitliğin sadece erkeğe has olmadığı yiğitliğin bilekte değil mertlikte. Ölçüldüğünü daha önce de vurgulamıştık. Bir Kürt özdeyişinde “Şêr şêre, çi jıne çi mêre” (Aslan aslandır ne kadın veya ne erkek fark etmez) ibaresi ifade edilir. İnsan neslinin ve insanlığın kadınların bağrından koptuğu görmezden gelinmemeli. Yer yüzünde gördüğümüz bütün nesnelerin kadın eseri olduğu göz ardı edilemez. Şiir yürekli kadını duygusuyla, sevgisiyle, sanatıyla güzelliği ve derinliğiyle tepeden tırnağa onu defalarca okumanız gerekir. Çünkü o en zorlu yolları aşmış en büyük acıları atlatmış hayatın çemberinden geçmiş duygusunu sevgisini ve nefretini nerede ne zaman dile getireceğini bilmiş kültürlü bilgili aklı başında kadındır. Bakmak ile görmek arasındaki farkı onu tanıdığınız zaman anlarsınız. Okumayı beceremeyen sevemez şiir yürekli kadını. Çünkü ne ruhundaki dinginlikten anlar o adam, nede içinde kopan fırtınalardan. Göz kapaklarından süzülen hüznü, sizden gizlemeye çalışan kadın gibi kadındır o minicik serçe yüreğiyle. “Kimi derki kadın, uzun kış gecelerinde yatmak içindir. Kimi derki kadın, yeşil harman yerinde, dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir. Kimi derki ayalimdir. Boynumda taşıdığım vebalimdir. Kimi derki hamur yoğuran. Kimi derki çocuk doğuran. Ne o, ne bu, ne döşek ne köçek, ne ayal, ne vebal. O benim kollarım, bacaklarım, başımdır. Yavrum, annem, karım, kız kardeşim, hayat arkadaşımdır.” Ve kadınlar, bizim kadınlarımız. Korkunç ve mübarek elleri, ince küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yârimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız… (Nazım Hikmet Ran)