Eda Çakır
İlkses Gazetesi Yazarımız

Eda Çakır

Yazarın Köşe Yazıları

Kadın..

Yüreği hoşgörü sevgi ve centilmenliğe açık her insan birer ilham kaynağıdır. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kaleme alırken, kadınlarımızın emek günü sadece 8 Mart’tan ibaret olmadığını bir kadın olarak yaşadığım yalın hayatta daha yakından tanık olum. Burada kadın erkek ayırt etmeksizin hayat alanındaki sorumluluk ve yükümlülüklerini ivedilikle irdelemek önem arz eder. Kadının hayatta bir barınak erkeğin ise bu barınağın ayakta kalmasını sağlayan önemli bir unsur olarak rol oynadığını önceki köşe yazısında belirtmiştim. Yiğitliğin sadece erkeğe has olmadığı yiğitliğin bilekte değil mertlikte. Ölçüldüğünü daha önce de vurgulamıştık. Bir Kürt özdeyişinde “Şêr şêre, çi jıne çi mêre” (Aslan aslandır ne kadın veya ne erkek fark etmez) ibaresi ifade edilir. İnsan neslinin ve insanlığın kadınların bağrından koptuğu görmezden gelinmemeli. Yer yüzünde gördüğümüz bütün nesnelerin kadın eseri olduğu göz ardı edilemez. Şiir yürekli kadını duygusuyla, sevgisiyle, sanatıyla güzelliği ve derinliğiyle tepeden tırnağa onu defalarca okumanız gerekir. Çünkü o en zorlu yolları aşmış en büyük acıları atlatmış hayatın çemberinden geçmiş duygusunu sevgisini ve nefretini nerede ne zaman dile getireceğini bilmiş kültürlü bilgili aklı başında kadındır. Bakmak ile görmek arasındaki farkı onu tanıdığınız zaman anlarsınız. Okumayı beceremeyen sevemez şiir yürekli kadını. Çünkü ne ruhundaki dinginlikten anlar o adam, nede içinde


8 Mart Dünya Kadınlar Günü...

Kadın erkek ayırımı yapmaksızın yaşanacak bir dünyada ancak özgür bir toplum yapısına kavuşabiliriz. Özü olduğumuz kadınlara anne şefkatiyle, kolektif yaşam birlikteliğini sürdürmek için kardeşçesine, hayata dair kurguladığımız planda arkadaşçasına, insanlık neslinin devamı içinse bir kadınla eşleşip ilkeli bir yaşam sürerek hayatımızı sürdürmeliyiz. “Kadın hayatta bir barınak, erkek ise bu barınağın ayakta kalmasını sağlayan direktir”.

Kadınların, erkeklere eşit eşit haklara sahip olmak yönünde verdiği mücadelenin başlangıcı, 8 MART 1857 yılında ABD’nin Newyork kentinde tekstil fabrikasında çalışan yüzlerce kadının düşük ücretlerini, uzun çalışma saatlerini ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmek için grevler yapması olarak kabul edilmektedir. Bu grevler esnasında çıkan yangında, işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan çıkamaması sonucunda çoğu kadın 129 emekçi insan can vermiştir. Bu dramatik olaydan 52 yıl sonra, 1910 yılında Danimarka’nın Kopenhag kentinde düzenlenen, ll. Sosyalist Enternasyonal toplantısında, Clara Zetkin’in önerisiyle, 1857’de başlayan kadın haklarının kazanılması ve kadınların birlikteliği mücadelesinin her yıl “Kadın Günü” olarak kutlanması kararlaştırılmıştır.

Kadın hakları mücadelesinde 1975 yılı büyük önem arz etti. 1975 yılı uluslararası kadınlar yılı olarak kutlandı. Buna müteakip yapılan etkinlikler kapsamında, Birleşmiş Milletler, 8 Mart’ı Dünya Kadın günü olarak kutlamaya başladı. 1977’de Birleşmiş Milletler genel kurulunda 8 Mart kadın hakları, uluslararası barış günü olarak kabul edildi. 8 Mart kadın hakları


İnsan İnanç İlişkileri

İnsanoğlu tarih boyunca inanca bağlı bir şekilde yaşam sürdürdü. Kimi kendi dönem somut koşullarını hayal gücüyle düşleyerek hayata geçirmeye çalıştı, kimi çıkarları doğrultusunda başkalarını inandırmaya çalıştı. Çoğu insan ise, doğal olarak inanmış ve inanç duyduğu kavram ile kendi yaşam tarzını çağının değer yargılarıyla perçinleyerek huzuru, mutluluğu iç dünyasına sığdırdı. Her inanç anlayışı tehdit ve şiddet unsuru oluşturmadığı sürece hoşgörüyle saygı duyulmasını gerektirir. İnançlar arasındaki farklılıklara rağmen aralarındaki tahammül gücü ve karşılıklı anlayış, tarafların olgunluk niteliğini belirler. Bireyin başkasına üstünlük taslayamayacağı gibi, inanç bazında da öteleme anlayışına sahip olunmamalı. İkamet ettiğim, Almanya’nın Bochum kentinde 19.05.2024 tarihinde yakınlık duyduğum Kısmet hanımefendi arkadaşım tarafından Cemevine davet edildim. Cemevi Alevi dedesi, her insan kendi vicdanının sesiyle hareket etmesi gereği üzerine yaptığı konuşmada cennetin gönlü güzel insanların vicdanında yer edindiği, cehennemin ise insanın katı yüreğinde yer bulduğunu ima etti.


Yüce Ana      

Anaların bağrındaki umutlar, gönüllerindeki ütopyalar (hayaller) yüreklerinin en ücra köşesinde çocukları ile yaşayamadıkları hayata dair tamamlanmayıp kalan örselenmiş bir ökteli serüvenle noktalanan bir yaşam. Analar evlatlarını en içten duygularla büyütmüş, okşayarak sevmiş, gözlerindeki parıltı deryasında umut dalgalarıyla, heybelerindeki kucak dolusu sevgilerini esirgemeden bir ömür tüketmişlerdir. Gönüllerinde çocuklarına nakşettikleri sevgiyi, emeği, çabayı vefayı, kendilerinden ziyade evlatları ile paylaşarak çocukları için yaşam sürmüşlerdir. Her canlı doğurgandır. Analarda bu canlı öğelerden biri olarak hayatta ön saflarda yer bulmuş canlı türler arasında centilmence davranışlarda bulunan değerli varlıklardır. Yaşam biçimleri farklıda olsa genel olarak ortak özelliklere sahiptir analar. Her canlı analığın emek ile bütünleşen vicdanının sesi kutsallığını taşıyamaz. Kendinden ziyade evladının yaşam kalitesini artırmak için çırpınandır Ana. Bütün canlıların yaşamlarını sürdürmesinde iki önemli etken, barınma ve üremedir. Kadın hayatta bir barınak, bu barınağın ayakta kalmasını sağlayan direk ise erkektir. Tabiri ise ne kadınsız yaşam, nede erkeksiz hayat olur. Bu iki öge, birbirlerini tamamlayan unsurlardır. Bir kadın olarak, kendi şahsıma ve kutsanmış değerler adına bütün annelerin 2024 yılının 12 Mayıs Anneler Günü kutlu ve mutlu olsun. 12 Mayıs’tan öte her zaman dilimi içinde bütün dünya annelerine en içten saygı ve sevgilerimi bütün kalbi duygularımla sunarım.


Yüce ana

Anaların bağrındaki  umutlar, gönüllerindeki ütopyalar ( hayaller )  yüreklerinin en ücra köşesinde çocukları ile yaşayamadıkları hayata dair tamamlanmayıp kalan örselenmiş bir ökteli serüvenle noktalanan bir yaşam. Analar evlatlarını en içten duygularla büyütmüş, okşayarak sevmiş, gözlerindeki parıltı deryasında umut dalgalarıyla, heybelerindeki kucak dolusu sevgilerini esirgemeden bir ömür tüketmişlerdir. Gönüllerinde çocuklarına nakşettikleri  sevgiyi, emeği, çabayı, vefayı, kendilerinden ziyade evlatları ile paylaşarak çocukları için yaşam sürmüşlerdir. Her canlı doğurgandır.


Filistin’de kadın olmak

Dünyanın neresinde olursa olsun, kadın olmak oldukça zordur. Bilhassa İsrail vahşetinin, Filistin annelerine bebek ve çocuklarının naaşı yanında zaman geçirmek zorunda kalan anneler olunca. Yaklaşık 42 gündür İsrail haydutlarının Filistin’de sürdürdüğü savaş ile uyguladığı vahşete dünya kamuoyu ile hep birlikte tanık olduk.


İnsan Doğa İlişkisi

Bu ilişkiler silsilesinde en önemli faktör, yeşil bitki örtüsü ile ağaçların önemi yerküremize, insanlığa ve canlı türler için hayati önem taşımaktadır. Dünyamızı bitki örtüsü ve ağaçsız varsayacak olursak, hayatımızın elverişli yaşanabilir olanağının olmayacağı kesindi.


Kültür Politikasının Amacı

Uygarlığın Sümerlerde üst seviyeye gelmesinde en önemli etken, coğrafi koşulların rolü büyük olmuştur. Her medeniyetin önünü açıp gelişmesini beraberinde getiren, uygun coğrafi şartların katkısı çok önem arz etmiştir. İnsanoğlunun yerleşik düzende, kendi temel ihtiyacını karşılamada, nehir, ırmak, su havzaları ve göletler başlıca tercih ettikleri alanlar olmuştur.


Kültür Politikasının Amacı

Yazılım alanında ilk atılımı yapan Sümerler, çivi yazısı diye bildiğimiz yazı şeklî ile insanlığa eğitsel, kültürel, sanatsal ekonomik ve sosyal anlamda çığır açmıştır. Çivi yazısı olarak nitelediğimiz, genel anlamda Cuneiform diye adlandırılan Sümer yazı şeklî kütleler, yapraklar ve değişik nesneler üzerine oyularak yazı yazılırdı.


Kültür Politikasının Amacı

Sümerler; Mezopotamya’da yaşayan farklı kavimleri bünyesinde barındıran harmanlanmış güçlü bir oluşumun tezahürüdür.


Kültür Politikasının Amacı

Dünya kültür mirasının sıçrama tahtası medeniyetinin temellerini atan Sümerler; insanlığa büyük bir ilham kaynağı olmuştur. Sümerler; ilk yerleşik yerleşim birimlerini M.Ö, binlerce yıl aşağı Mezopotamya’da yayarak kent hayatına atıldırlar. Sümerler; şehirleşmeye paralel yazı, lisan, tıp, matematik, astronomi, gibi bilimsel gerçeklerin yanı sıra, inanç, fal ve büyü gibi soyut düşüncelerin diğer medeniyetlere yayılmasında belirleyici rol oynamıştır. Sümerlerin tarih sahnesine çıkmaları M.Ö. 4000 yıllarına dayanmaktadır.


Mevlâna Celâleddini-i Rûmi - 4

Ezber yaşam alışkanlığını terk etmek; yeni bir yaşama adapte olmaktan daha zordur. Ancak ezber yaşamın çadırdamasında, ve eski alışkanlıkların yerini, yeni alışkanlıklara terk etmesinde öngürülü şairlerin rolü etkileyici olmuştur. Süreç içerisinde somut Koşullar ve şartların insan zihni ve ufkunun gelişmesi sonucu yeni bir dönemin başlangıcına işaret etti. Burada emektar ve zihin gücünün katkısı belirleyici olmuştur diyebiliriz.


Mevlâna Celâleddini-i- Rûmi-3

Halkın sıkıntılarını paylaşanlar Ozan, acılarını hissedenler Derviş, sorunlarını dile getirenler şair olur. Toplumları kuşaklar boyu motive eden etkenleri bu eksen çerçevesinde sıralayabiliriz. Sorunlar bizler doğmazdan evvel vardı, hayata gözlerimizi açtıktan sonrasında da sürdü, bizler hayata veda ettikten sonra da devam edecek. Önemli olan toplumların bağrında yetişen, âkil, kanaat önderi, aktivist, bilim ve ilim insanının her türlü sorunla baş etme becerisini elde edebilmeleridir.


Mevlâna Celâleddini-i Rûmi - 2

Hislerini en içten duygularla icra edenler, gerek kendi çağına, gerekse çağının ötesine hitap eden şahsiyet sahibi olanlardır. Bilek, beyin ve yüreğini bir arada kullanan dahi, gücünü perçinleyen maddi güç, duygularını somut bir anlayışla irdeleyenler ruhani güç haline gelirler. Kanımca bu öncü ruhani liderlerden biride, Mevlâna’dır.


Mevlâna Celâleddini-i Rûmi

30 Eylül 1207 tarihinde Afganistan’da gözlerini dünyaya açar Mevlana. Afganistan’ın Belh Şerhinden ailesiyle Erzincan’a yerleşir, burada iki yıl kaldıktan sonra, ömrünün sonuna kadar adıyla özdeşleşen Konya’da 17 Aralık 1273’te hayata veda eder. 13’üncü yüzyılda Anadolu’da yaşam sürmüş Fars bir tasavvufçu, ilahiyatçı ve sufi bir şair olarak tarih sahnesinde yer alan olağanüstü bir şahsiyettir Mevlâna. Hz. Muhammed, Şems-i Tebrizi, Muhyiddin İbnü’l Arabi, Feridüddin Attar, Selman-i Farisî, İmam Cafer-i Sadık, Abdülkadir Geylani, Zü’l Nün el Mısri gibi önemli şahsiyetleri kendine örnek; rehber edinerek, ufku geniş engin bir evliya vari şahsiyete sahip olmuştur Mevlana. Moğolların Anadolu istilasıyla, başlayan harekata karşın Mevlâna’nın; hoşgörülü duruşu ile kıvrak zekâsı neticesi Anadolu halkı katliama maruz kalmaz. Mevlâna; tasavvufçu, şair kişiliğinin yanı sıra kendi çağının en önemli; akil, kanaat önderi, eğitmen, kucaklayıcı ve birleştirici yanı belirleyici olmuştur. Dikkat edecek olursak, Mevlâna’nın ilkeli yaşamında derlediği sözler, insanların ufkunu açmada etkili olmuştur. Hiçbir ırk, din ve mezhep gözetmeksizin, “Kim olursan ol yine gel” deyimi onun şahsında yer bulmuştur. “Bir defasında yolda ilerlerken, kendinden bezmiş serseri tipli bir şahıs Mevlana’nın önünü keser. Mevlana’ya hakaret ederek, “Sen ne biçim bir sahtekarsın, ne biçim bir riyakarsın, senin soyun bile belli değil diye sitem eder. Avazının çıktığı kadar Mevlâna’ya hakarette bulunur. Mevlâna’nın müritleri bu hakarette bulunan şahsı tartaklamaya gidecekleri sırada, Mevlana bu girişime müdahale eder. Bu olay karşısında Mevlana, bu şahsa daha söyleyecek bir şeyin kaldı mı diyerek karşılık verir. Daha sana söyleyecek bir şey mi kaldı ey sihirbaz adam. Bunun üzerine Mevlana üstün bir hoşgörü anlayışı içerisinde cübbesini her iki yana açarak, o halde sende gel diyerekten adamın gönlünü fetheder... Dünyada birçok dile çevrilmiş Mevlâna’nın 7 öğüdü. “Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol / Şefkat ve merhamette güneş gibi ol / Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol / Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol / Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol / Hoşgörülükte deniz gibi ol / Ya olduğun gibi görün, yada göründüğün gibi ol”. Mutlu bir hafta sonu geçirmeniz dileklerimle kalın sağlıcakla.


Yunus Emre - 3

Duygusal insanların hayattan beklentileri her nesneyi kendilerinden ziyade başkaları için arzulamalarıdır. Duygularını zekalarıyla yalın tarzla işleyerek hayata aktaran şahsiyetler ardlarında iz bırakır. Davasına gönül verip uğruna sevdalandığı yolda duygularını zekalarıyla betimleyenler tarihte iz bırakanlar her çağa mal olmuşlardır. Bu sıraladığımız dizelerin tümünü kendi bünyesinde barındırmaktadır saygı değer Yunus Emre... “Ben yürürüm yana yana / Aşk boyadı beni kana / Ne âkilem ne divane / Gel gör beni aşk neyledi. Gah eserim yeller gibi / Gâh tozarım yollar gibi / Gâh akarım seller gibi / Gel gör beni aşk neyledi. Akarsuların çağlarım / Dertli ciğerim dağlarım / Şeyhim anuban ağlarım / Gel gör beni aşk neyledi. Ya elim al kaldır beni / Ya vaslına erdir ben-i / Çok ağlattın güldür beni / Gel gör beni aşk neyledi. Ben yürürüm ilden ile / Şeyh anarım dilden dile / Gurbette halim kim bile / Gel gör beni aşk neyledi. Mecnun olunan yürürüm / Ol yâri düşte görürüm / Uyanıp melül olurum / Gel gör beni aşk neyledi. Miskin Yunus bir çareyim / Baştan ayağa yareyim / Dost elinde avareyim / Gel gör beni aşk neyledi”... Yunus Emre, Anadolu sahasında divan sahibi ilk sanatçı olarak değerlendirilmektedir. Divan’ında kullandığı dilden dilden hareketle Oğuz dilinin en yetkin isimlerinden biri olarak kabül görmüştür. Yunus Emre Divan’ında 400 civarında şiiri mevcuttur. Onun asıl ölmez eser-i ise büyük bir aşk ve düşünüş ve coşkuyla söylediği şiirlerini bir araya toplayan Divandır. Yunus Emre’nin ikinci önemli eseri ise, Risaletü’n nushiyye yani (Nasihatlar kitabıdır). Bu eser mesnevi olarak kaleme alınmıştır. Risaletü’n Nushiyye’nin 14 üncü yüzyılın hemen başında yazıldığı araştırmacılarla kabul görmüştür. Bu eser Yunus Emre 3 Duygusal insanların hayattan beklentileri her nesneyi kendilerinden ziyade başkaları için arzulamalarıdır. Duygularını zekalarıyla yalın tarzla işleyerek hayata aktaran şahsiyetler ardlarında iz bırakır. Davasına gönül verip uğruna sevdalandığı yolda duygularını zekalarıyla betimleyenler tarihte iz bırakanlar her çağa mal olmuşlardır. Bu sıraladığımız dizelerin tümünü kendi bünyesinde barındırmaktadır saygı değer Yunus Emre... “Ben yürürüm yana yana / Aşk boyadı beni kana / Ne âkilem ne divane / Gel gör beni aşk neyledi. Gah eserim yeller gibi / Gâh tozarım yollar gibi / Gâh akarım seller gibi / Gel gör beni aşk neyledi. Akarsuların çağlarım / Dertli ciğerim dağlarım / Şeyhim anuban ağlarım / Gel gör beni aşk neyledi. Ya elim al kaldır beni / Ya vaslına erdir ben-i / Çok ağlattın güldür beni / Gel gör beni aşk neyledi. Ben yürürüm ilden ile / Şeyh anarım dilden dile / Gurbette halim kim bile / Gel gör beni aşk neyledi. Mecnun olunan yürürüm / Ol yâri düşte görürüm / Uyanıp melül olurum / Gel gör beni aşk neyledi. Miskin Yunus bir çareyim / Baştan ayağa yareyim / Dost elinde avareyim / Gel gör beni aşk neyledi”... Yunus Emre, Anadolu sahasında divan sahibi ilk sanatçı olarak değerlendirilmektedir. Divan’ında kullandığı dilden dilden hareketle Oğuz dilinin en yetkin isimlerinden biri olarak kabül görmüştür. Yunus Emre Divan’ında 400 civarında şiiri mevcuttur. Onun asıl ölmez eser-i ise büyük bir aşk ve düşünüş ve coşkuyla söylediği şiirlerini bir araya toplayan Divandır. Yunus Emre’nin ikinci önemli eseri ise, Risaletü’n nushiyye yani (Nasihatlar kitabıdır). Bu eser mesnevi olarak kaleme alınmıştır. Risaletü’n Nushiyye’nin 14 üncü yüzyılın hemen başında yazıldığı araştırmacılarla kabül görmüştür. Bu eser 13 beyitlik bir mukaddimedir. Mutlu bir hafta sonu geçirmeniz dileklerimle kalın sağlıcakla.


Yunus Emre - 2

Halkının sıkıntılarından kendine pay çıkararak, halkıyla birlikte yaşamayı kendine ilke edinen Yunus; Ozandır. Sırtına aldığı abası, elinde uzun değneği başındaki sarığı ile köşe bucak, dağ bayır demeden, durmaksızın gezinen Yunus; Derviştir. Tasavvuf’çu kimliği ile davasına sevdalı olan Yunus; âşıktır. Anadolu insanının kısır döngülü yaşantısı ve içindeki çıkmazlara söylemleri ile çıkış yolu arayan Yunus; Şairdir. “Dolaştım dünyayı giymedim başıma taç/ Ne zengini gördüm tok, ne fakiri aç/ Ya Rab! Öyle bir feyz-i kanaat ver ki, namerde değil, merde dahi eyleme muhtaç”... “Sular hep aktı geçti kurudu vakti geçti Nice han nice sultan tahtı bıraktı geçti/ Dünya bir penceredir her gelen baktı geçti”... “Bir bahçeye giremezsen durup seyran eyleme/ Bir gönül yapamazsan yıkıp viran eyleme”... “Biz gelmedik dava için, bizim işimiz sevda için/ Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldik”... “Çiçeklerle hoş geçin balı incitme gönül/ Bir küçük meyve için dalı incitme gönül/ Başın olsa da yüksek gözün enginde gerek/ Kibirle yürüyerek, yolu incitme gönül”... Yunus Emre’nin dil ve sanat anlayışında üç milletin, üzerinde yüzyıllarca işlediği Acem dili bile, yani vahdet-i vücut inanışını bile Yunus kadar kolay söyleyememiştir. Onun hiçbir yapmayacağına sapmadan, bir sanat kaygısına düşmeden söylediği sade, külfetsiz, fakat bir o kadar da güzel şiirlerine bütün Tasavvuf edebiyatında benzer şiirler bulmak kolay değildir. Yunusun şiirlerinde tasavvufun söylenmesi güç fikir ve heyecanları, berrak bir su içindeymiş gibi hemen görülür. Yunusun şiirlerinde İslami bir duyuş ve düşünüş sistemi olan Tasavvuf felsefesi, Yakın Doğu Medeniyeti’nin ilhamıdır. Fakat geri kalan her şey dil, vezin, nazım şekli ve eşsiz bir Türkçe ile söyleyiş, hemen tamamıyla millidir. Bunun içindir ki Yunus, yedi yüzyıldan beri gittikçe artan ilgiyle, bütün Türk halkı tarafından sevilmiş, okunmuş, taklit olunmuş şiirleri bestelenmiştir. Bu şiirlerin benzeri ancak onun yolunda yürüyen ve Yunus gibi söylemeyi ilke edinenlerin bazı şiirleridir. Devam edecek. Mutlu bir hafta sonu geçirmeniz dileklerimle kalın sağlıcakla.


Yunus Emre

Divan edebiyat-ı, Şiir, Tasavvuf, İslâm ve Alevilik” ilmini kendi ilgi alanı ekseninde gören, Anadolu tasavvuf öncüleri arasında yer alan Yunus emre 1328 tarihinde Sivrihisar’da dünyaya gözlerini açtı. “Taptuk Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran-ı Veli, Barak Baba, Sarı Saltuk’tan etkilenerek, Ahmet Yesevi tekke şiir geleneğini kendine has özgün bir tarzla eserlerini kurumsallayarak, buna müteakip yıllarda abdallar ve dervişler vasıtayla ilkin Anadolu, daha sonraları Rumeli coğrafyasına yaydı. Rivayete göre, Yunus 3000 şiir yazmış. Ancak Molla kasım adında bir zat bunları şeriata aykırı bularak, 1000 tanesini yakmış, 1000 tanesini suya atmış, kalan bin şiirini okurken, “Derviş Yunus bu sözü eğri böğrü söyleme/ Seni sigaya çeken bir Molla kasım gelir” deyimini okuyunca, Yunustan özür dileyen Molla Yunusun veliliğine inanır. 13. Yüz-yıl Divan edebiyatının Tasavvuf yorumunu benimseyen Yunus Emre, Türk düşünüş edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Onun uzun, devamlı hayat tecrübeleri varlık, yokluk, aşk ve Allah hakkında hummalı zihin yoruşları var-dır. Yoksulu zenginden, kafiri Müslümandan ayırmaksızın, Allah’ın eseri olan bütün insanlara karşı, onlarda Allahtan yankılar bulan, engin bir sevgiyle doludur. Onun vatan edindiği topraklar üzerinde asıl vatanından bir ömür boyu uzak durması gereken kalmış bir insan üzüntüsüyle duyduğu gariplikler, vardır. Özlediği vatan, Tanrı diyarıdır ve Yunus durmaksızın iç ve afa hareketleriyle olgunlaşıp derinleşen, rint ve coşkun bir hayatını, hep vatana doğru, maddî, manevî yürüyüşlerle geçirmiştir. Tasavvuf yorumunu benimseyen Yunus Emre’nin keskin bir gözlem gücü derin bir hoşgörü anlayışı vardı. Şiirlerini hece ölçüsü ile yazdı. Fakat bunun yanı sıra aruz denemelerine de yer verdi. Hece ölçüsüyle yazdığı dörtlüklerin yanı sıra yine hece ile beyitler ve bir-çok gazellerde yazdı. Devam edecek. Mutlu bir hafta sonu geçirmeniz dileklerimle kalın sağlıcakla.


Aşık Veysel-3

Her sanatçı kendi hayal gücünü döneminin somut koşulları ile birleştirmeyi kendine ilke edinerek, duygularını ebedi kılar. Kimi sanatkarlar nesneye şekil verir, kimi sanatçılar toplumları motive ederek, kendi halklarına duygusal anlamda yön verir. Özellikle şair, ozan, tiyatro ve sinema sanatçıları toplumları kuşaklar boyu, düşündürdü, duygulandırdı, güldürdü ve eğlendirdi. Kendilerinden ziyade kendi halkları için yaşamayı kendilerine görev kılan bu değerlerin hayatı hep buruk ve acılarla geçti. Kimileri sürgünde, kimileri zindanda ve cezaevlerinde hayatını kaybetti.


Aşık Veysel-2

Eda ÇAKIR


Aşık Veysel

Dünya sanat tarihinde sayılarını tahmin edemediğimiz isimlerini dahi telaffuz edemeyeceğimiz, düzinelerle hatta binlerce sanat insanı dünyamızdan göçüp gitti. Şu anda yaşamakta olan binlerce sanat insanının tümünü tanıyamadığımız isimlerini dahi işitmediğimiz, hayata veda edenlerin çoğunu hatırlayamadığımız gibi. Hayata veda edenleri anarak, yad ederken, yaşamlarını sürdürmekte olan dünya sanat insanına nice sağlıklı mutlu ve huzurlu bir yaşam geçirmeleri temennilerimizle. Daha önceki köşe yazılarımda sanatın toplum üzerindeki katkısı ve eğitsel yönde önemli bir dal olduğu ehemmiyetini dile getirmiştim. Sanat toplum yararına icra edildiği vakit, toplumlar hayatın somut mecrasında kendine yer bulur. Sanatın, sanat için yapıldığında özellikle çıkar amaçlı para güdülerek yapılan sözde sanat toplumdan soyutlanmış ayakları havada yapılan sözde sanat laçka bir anlayışa sahip olur.


Felsefe-Sanat

İnsan ve canlı türler için en değerli varlık, artlarında bırakacakları anılarla yad edilerek anılmalarıdır. Mal, mülkle variyetli olmakla maddi temelde anılmak doğanın eşyasına aykırıdır. İnsan yaşamı süresince değer yargıları hususunda tarih boyunca gündemde kaldığına hep tanık olduk.


Sanat Etik İlişkisi

 Etik terimi Yunanca karakter anlamına gelen "ethos" sözcüğünden türemiştir. Türkçede etik sözcüğü yanlış biçimde ablak sososgoyle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Halkın kendi kendine oluşturduğu, hiçbir yazılı metine dayanmayan kanunlara "etik ilkeler" denir. İnsan davranışlarının etik temelleri her sosyal bilime yansır. Her ne kadar etik anlayışının tam olarak ne za-man başladığı bilinmesede, dünyanın farklı yerlerinde bir-çok farklı toplulukta çok eski çağlardan beri ahlaki anlayışın var olduğu bilinmektedir. O yıllarda dinler tarihi, felsefe tarihiyle antropolojik ve arkeolojik bulgular bunu kanıtlar nitelikte ilgiye dayalıydı. Sokrates'in etik düşüncesi bilgiye dayalı etik düşüncenin ilk örneklerindendir. Platon ( Eflatun ) etik sorunlarını devlet toplum kavramlarıyla birlikte ele almış, bireysel etikten ziyade toplumsal etik üzerine yoğunlaşmış  platon'un etik anlayışıda o yıllardan günümüze dek önemli rol oynamıştır. Sanat yapıtının etikle olan bağ-ı değerleri önemsemesi yâda basite alması kendi içinde öngörüsünü ortaya koyma biçimi olarak karşımıza çıkar. Bir sanatçı yapıtını hangi değerler çerçevesinde yaratacağını belirlerken, bu değerlerin içinde etik değerlerin varlığını ve önem derecesinide belirlemek durumunda olacaktır. Bu tez için ( M.Ö. 384- 322 ) yaşamış olan etik sanat felsefesinin düşünürlerinden Aristoteles'in düşünce sisteminde sanat- etik ilşkisi temelde  eylem üzerinden kurulmuştur. Aristoteles tarafından Sanatın, etik faydayı gözeten ve etik kaygı taşıyan bir faaliyet olduğu ve insanın yaşam amacını gerçekleştirmesinde  bir araç konumunda görüldüğüne dikkat çekilmiştir. Aristoteles'in insan yaşamını eylemler üzerinden açıklaması doğrultusunda sanatın eylemi kolaylaştıran ve ona rehberlik eden bir misyona sahip olduğu belirlenmiştir. Aristoteles'e göre sanat, taklit yani mimesis ile başlar ve arınma yani katharsis ile son bulur. Mimemis'te sanatçı ve nesne ilişkisi, katharsis'te ise yapıt arasında bir ilişki, etki- tepki söz konusudur. Buna görede biçim, form güzelliği yapıtın yani nesnenin güzelliğinden farklı bir konumdadır. Bunu akıllarda kalıcı bir örnekle süslersek, Aristonun  Retorik Sanatı" kitabını ve içeriğindeki dikkatimi çeken bu resimle bütünleştirmek mümkündür. Toplumun bakış açısınıda dikkate alarak, bireylerin uygun ve uygun olmayan davranışlarını belirlemektedir. Dolayısıyla yaşam tarzı ve davranışlarımızın yansıması olan etik anlayışımız, sanatsal yapıta sanatçıya bakış açımıza ve yaşamın içindeki her unsura yansımaktadır. Buna kısaca ahlaki değerler diyebiliriz. Nice sağlıklı huzurlu ve mutlu kurban bayramı geçirmeniz temennilerimle kalın sağlıcakla.


Toplum- Sanat

Sanat sözcüğünün kelime kökeni ( san-a ) Arapçadan Türkçeye geçmiştir. Sanatı her toplumun telaffuz etme biçimi yetişmiş olduğu coğrafi koşulların kendine sunduğu olanak ve imkânlar doğrultusunda yer almıştır. Osmanlıda birçok sözcükte kullanılan Lügat terimi sanat içinde kullanılmıştır. Farsçada ve doğu Asya toplumlarında yer, yer zanaat olarak geçer. Bu aynı zamanda Kürt dilinde de kullanılan bir terim.