Türkiye’de gündem hiçbir zaman boş kalmaz. Her hafta farklı bir olay, kamuoyunun dikkatini bir noktaya çeker. Ancak geçtiğimiz hafta patlak veren sahte diploma skandalı, diğerlerinden oldukça farklı. Çünkü bu kez mesele, bireysel bir yolsuzluk ya da münferit bir usulsüzlük değil; devletin dijital güvenliğine ve kurumsal güvenilirliğine yönelmiş, sistemli ve organize bir saldırı.
Cumhuriyet gazetesi yazarı Murat Ağırel’in ortaya çıkardığı bilgiler, Türkiye’nin nasıl derin bir güvenlik ve liyakat krizinin eşiğine geldiğini gözler önüne serdi. Sahte e-imzalarla devletin en kritik kurumlarının sistemlerine sızan bir suç çetesi, yüzlerce kişiye sahte diploma, akademik unvan, hatta sürücü belgesi temin etmiş. Bu belgelerin arasında hukuk, mühendislik, öğretmenlik ve eczacılık gibi doğrudan insan hayatını etkileyen meslekler var.
Bu noktada durup düşünmek gerekiyor: Eğer Bilgi Teknolojileri Kurumu (BTK) başkan yardımcısının e-imzası bile kopyalanabiliyorsa, vatandaşların kişisel verileri ve kamu sistemleri ne kadar güvende? Sadece bu örnek bile, dijital altyapının ne denli açıklarla dolu olduğunu ve kötü niyetli kişiler tarafından nasıl kolayca istismar edilebildiğini gösteriyor.
İçişleri Bakanlığı’nın yürüttüğü operasyonlarda şimdiye kadar 23 ilde 197 kişi gözaltına alındı, 37’si tutuklandı. Bu kişilerin arasında sahte belgelerle kamu kurumlarına yerleşen kişiler de var, çeteyi yöneten isimler de. En çarpıcısı ise Osmanlı torunu olduğunu söyleyen Abdülhamit Kayıhan Osmanoğlu’nun da bu skandalda adının geçmesi. İnönü Üniversitesi’nden aldığı diplomanın sahte olduğunun ortaya çıkması, bu olayın ulaştığı derinliği ve kapsamı bir kez daha ortaya koydu.
Fakat burada asıl önemli olan, bu skandalın yol açtığı toplumsal güven bunalımıdır. Bugün sosyal medyada en çok konuşulan başlıklar arasında “Son 20 yılın tüm diplomaları incelensin” çağrısı var. İnsanlar, işe giren bir uzmanın, doktorun, mühendisin gerçekten o diplomaya sahip olup olmadığından artık emin değil. Bu, sadece dijital bir güvenlik sorunu değil; aynı zamanda adalet, liyakat ve toplumsal sözleşmenin temelini sarsan bir krizdir.
Bu olay, Türkiye’de son yıllarda çokça tartışılan “liyakatsizlik” meselesini tekrar gündeme getiriyor. Bir yandan gerçek emekle sınavlara giren, yıllarını eğitimine veren bireyler var; diğer yanda ise para karşılığında sahte belgelerle iş sahibi olan kişiler. Bu dengesizlik, sadece bireysel mağduriyet değil, tüm sistemin çürümesine zemin hazırlar.
Elbette tek suçlu bu çete değil. Asıl sorulması gereken soru şu: Bu çete bu kadar belgeyi nasıl ve kimlerin yardımıyla düzenledi? Bu sahtecilikler yapılırken kimler göz yumdu? Kimler denetlemedi? Kimler görmezden geldi?
Yetkililer, operasyonların süreceğini, sistem açıklarının kapatılacağını söylüyor. Ancak sadece teknik önlemlerle bu krizi aşmak mümkün değil. Türkiye’nin dijitalleşme sürecini ciddiyetle yeniden ele alması, liyakat esaslı bir kamu reformunu gündeme alması gerekiyor. Ve en önemlisi, “mış gibi” yapılan denetimlerin yerini gerçek, şeffaf ve bağımsız denetim mekanizmalarının alması şart.
Bu skandal bize bir gerçeği daha hatırlatıyor: Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, sistemlerin güvenliği onu yöneten iradenin şeffaflığı ve samimiyeti kadar güçlüdür.