Sayfa Yükleniyor...
Meslek olarak çok ince sınırı olan bir noktada duruyoruz. Amacımız kamuoyunu bilgilendirmek bu kadar basit. Ama burada meslektaşlarımın da sinir uçlarına dokunacak, sürekli tartışılan bir konuyu gündeme getirmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Gazeteci olarak verdiğimiz bilginin içeriği ne olmalı, sınırı neresi, bilginin yarattığı etki, verilen bilginin fayda mı yoksa daha fazla zarar mı verdiği gibi birçok merak uyandıran soru sorulabilir. Konuların elbette bilimsel olarak ve uzun yıllar süren araştırmalar sonucunda ortaya çıkabileceğini tahmin ediyorum.
Bazı konularda gerçeğin tüm çıplaklığıyla verilmesinin kamuoyu oluşturma noktasında önemli buluyorum. Örneğin Gazeteci Nilüfer Demir’in çektiği Aylan bebek fotoğrafı savaştan kaçan mültecilerin göç yollarında ölümleri konusunda tüm dünyanın dikkatini çekti. Fotoğraf Türkiye ve uluslararası kamuoyunda infial yarattı. Sadece bir fotoğraf buna yetti. Ya da Macar gazeteci Petra László, kucağında çocuğu bulunan bir mülteciye çelme takması… Bu tür konular elbette tüm çıplaklığıyla verilmeli. Kamuoyunun bilgisine muhtaç ve oluşacak kitlesel tepkilerle belki de yaşanan çaresizliğe çözüm bulması adına elbette verilmeli.
Başlıkta da kurduğum cümle noktasından bakmak gerekiyor: Şiddet görüntüleri haber değeri taşıyor mu?
Çünkü bu konuların gerçekten kamuoyu bilgilendirme adına mı yoksa reyting uğruna insanların psikolojisini altüst etmeye mi yarıyor anlamış değilim.
Kamuoyu bilgilendirmekle görevli basın yayın kuruluşları uzun yıllardır özellikle çocuk istismarı, şiddet, kadın cinayetleri gibi toplumda infiale yol açan haberleri verirken otokontrol uygulayarak bilgilendirmeyi yapmaya çalışıyor. Birçok kurumsal yapıya kavuşan medya kuruluşu bunu yaptığına dair taahhütlerde dahi bulunuyor. İzmir’de de özellikle günlük yayın yapan yazılı basın ve bağlı bulunan İnternet Haber Siteleri bu noktaya dikkat ederek kamuoyu bilgilendirme görevini yapmaya çalışıyor.
Verilen şiddet içerikli haberlerin, ileride oluşabilecek başka olaylarda örnek teşkil etmemesi adına önemsenmesi gereken bir durum.
Bir farklı görüş açısında ise; Gerçeği olduğu gibi vererek caydırıcılık özelliği olabileceği görüşünü savunmaktadır. İnsanın bilinçaltı her şeyi kaydediyorsa bunun faydası zararından fazla olamaz diye düşünüyorum. O yüzden şiddet olayları ile ilgili haberlerin sansasyonel bir şekilde verilmesi ve kamuoyu ile paylaşılması taraftarı değilim.
Medya yolu ile verilen haberlerin bir şekilde engellenebileceği. Gerek yasalar gerek meslek örgütlerinin ilkesel uzlaşısı ile bu sorun çözülebilir.
Burada riskli gördüğüm en önemli nokta. Sosyal medya, cep telefonu ya da başka kitle iletişim araçları tarafından çekilen ve görüntüsü alınan şiddet olaylarının haber öncesi adeta yemek öncesi ara sıcak gibi sunulması çok tehlikeli bir boyut haline geldi. İzlenme uğruna televizyonların en fazla izlendiği saatlerde bu tarz şiddet içeriği taşıyan haberlerin verilmesi kamyonu bilgilendirme adına nasıl bir hizmet veriyor?
İki kişinin kavga etmesi, birbirilerine şiddet uygulaması bilgisinin verilmesi neyi değiştiriyor? Sosyal medya uygulamaları şiddet, kavga, küfür söylemlerinden geçilmiyor. Telefon kullanma yaşının ilkokula kadar düştüğü bir dönemde sosyal medya içeriklerinin bu denli kontrolsüz olması bence en büyük tehlike. Gelişen yapay zeka teknolojileri şiddet dilinin engellenmesi bununla birlikte görüntülerinin de en başta oluşturulacak kontrol mekanizması denetlenmesi rahatlıkla yapılabilir.
Bir yumrukla birinin beyin kanaması geçmesine ve daha sonra beyin ölümünün gerçekleşmesine sebep olan şiddet olayının milyonlarca kez izlenmesi, tüm sosyal medya kanallarında dönmesi nasıl bir kamuoyu bilgilendirme görevine sebep olabilir ki?
Son söz: Gazetecilik mesleği adına yapılan içeriklerin, haber değeri ve kamuoyu bilgilendirme noktasında bir çerçeve oluşturulması çok önemli. Sosyal medya uygulamalarının da içerik oluştururken bireyin içerik paylaşma sınırının ne olacağına dair ciddi bir mekanizma kurması gerekiyor…