Bir Uçak Yolculuğunda Ayna Tutan Gerçekler...


  • Oluşturulma Tarihi : 02.12.2025 13:02
  • Güncelleme Tarihi : 02.12.2025 13:02

Türkiye’den göz ameliyatım sonrası İsveç’e dönerken, yanımda oturan yaşlı bir İsveçli amcayla güzel bir yol arkadaşlığına denk geldim. Yol boyunca sohbet ettik… Konu, elbette dönüp dolaşıp Türkiye’ye geldi. Ne kadar uzak olsak da ne kadar ayrışsak da Türkiye’nin gönüllerde bıraktığı iz çok başka…

 

“Türkiye, benim ikinci vatanım…” derken gözleri doldu. Osmanlı döneminden beri İsveç ile Türkiye arasındaki dostluk bağlarından söz etti. İsveç mutfağında Türkiye’den taşınan yemek kültüründen, İsveç dilinde yer etmiş onlarca Türkçe kelimeden bahsetti. Ve 40 yıldır Türkiye’ye gidip geldiğini söyledi gururla…

 

İş için, ticaret için, tatil için demişti. Bir dönem Türk bir ortakla iş bile kurmak istemiş ancak kötü niyetini fark edip vazgeçmiş. Ama yine de kırılmamış, küsüp gitmemiş. Çünkü o Türkiye’yi sadece bir iş kapısı değil, kalbinde yer edinmiş bir sevda olarak görüyordu.

 

 “Alanya’da evim var artık” dedi.

“Yılın 10 ayını bu cennet ülkede geçiriyorum.”

 

Derin bir nefes aldı ve devam etti…

40 yıl önceki Türkiye’yi anlatırken adeta geçmiş zamanın masallarını mırıldanıyordu:

 

 “İnsanlar nezaket sahibiydi. Dürüsttü, merhametliydi.

Yardım etme konusunda birbirleriyle yarışırlardı.

Misafirperverlikleri dillere destandı.

Ahlak, ticarette de sokakta da her yerde pusulalarıydı.”

 

Ama sonra sesi ağırlaştı…

 

“Şimdi ise üzülerek görüyorum ki…

Saygı yapmacık, sevgi sahte.

Ticari ahlak yerle bir…

Dolandırıcılık, çıkarcılık, bencillik zirvede.

Kolay para kazanmak uğruna her türlü değeri ayaklar altına almışlar.

Vicdan ölmüş, merhamet rafa kalkmış.

Kimse işini layıkıyla yapmıyor.

Herkesin tek derdi para…”

 

Sözleri yüzümde acı bir tebessüm bıraktı.

Daha çok kazanalım derken sağlıktan, huzurdan, canlardan olduğumuzu söyledi. Denetimsizlik yüzünden ölümlerin sıradanlaştığını anlattı:

 

“Yediği yemekten zehirlenen,

Düşen bir çukurda can veren,

Elektrik kaçağıyla ölen insanlar…

Bunlar kader değil, ihmaldir” dedi.

 

Sonra döndü camdan dışarı baktı. Bulutların üzerinde süzülürken içini dökmeye devam etti:

 

 “Siz cennette yaşıyorsunuz.

Dört mevsimin aynı anda yaşandığı tek ülke Türkiye.

Deniz, güneş, doğa… Dünyanın tüm güzellikleri sizde var.

O yüzden herkesin gözü Türkiye’de.

Fırsatını bulsalar akbaba gibi üşüşecekler.

Bu yüzden ülkenize sahip çıkın dostum!”

 

En önemli uyarıyı ise sona saklamıştı:

 

 “Sistem var ama uygulayan yok.

Kural tanımazlık, adam kayırma, rüşvet…

Sabırsızlık ve kolay gaza gelme…

Öğrenmeden, araştırmadan, sorgulamadan harekete geçmek…

Bedelini hep masumlar ödüyor!”

 

Uçak piste yaklaşırken, “Bir dahaki sefere kaldığımız yerden devam ederiz” dedi. El sıkıştık, iyi dileklerde bulunup ayrıldık.

 

O yaşlı adamın sözleri, hem içimi ısıttı hem de yaraladı…

 

Çünkü ne söylediyse harfi harfine doğruydu.

 

Biz dünyanın cennetine sahibiz,

ama bazen farkında bile değiliz…

 

Ne olur…

İnsanımız düzelsin, değerlerimiz yeniden hayat bulsun.

Vicdan, dürüstlük, merhamet yeniden tahtına otursun.

 

O zaman işte…

Türkiye sadece coğrafi olarak değil,

yaşanacak gerçek bir cennet olur.

 

Ve belki de bir gün…

Bizim de gözlerimiz dolarak söyleyeceğimiz tek cümle şu olur:

 

“İyi ki Türkiye’de yaşıyorum…”

Bir Uçak Yolculuğunda Ayna Tutan Gerçekler...
Mehmet Özer
Yazarımız Kim ?

Mehmet Özer