Eskiden televizyon tartışma programları, bilgiye dayalı, seviyeli ve çözüm odaklı bir anlayışa sahipti. Ancak bugün gelinen noktada, bu programlar bilgilendirmek yerine kutuplaştırmaya ve ötekileştirmeye hizmet eder hale geldi. Tartışmaların özü kayboluyor, yerini bağırma, çağırma ve hatta kavgalara dönüşen bir kaos ortamı alıyor.
Günümüzde hastalandığımızda ilk aklımıza gelen şeylerden biri antibiyotik kullanmak oluyor. Nezle, grip, boğaz ağrısı ya da hafif bir enfeksiyon geçirdiğimizde çoğumuz doktora gitmeden bile antibiyotiğe sarılıyoruz. Ancak bu alışkanlık hem bireysel sağlığımızı hem de toplum sağlığını tehdit eden büyük bir sorun: Antibiyotik direnci!
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Türkiye'nin en köklü siyasi partisi olmasına rağmen son yıllarda iç çatışmalar, liderlik krizleri ve halkla olan bağlarını zayıflatma tehlikesiyle karşı karşıya. Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını taşıyan bu parti, zaman zaman önemli seçim başarıları elde etse de, bu kazanımları kalıcı bir siyaset anlayışına dönüştürmekte zorlanıyor.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün üzerinden bir hafta geçti. Kutlamalar, mesajlar, çiçekler dağıtıldı… Ama kadınlar sadece bir gün hatırlanıp, diğer 364 gün unutulmamalı!
Her geçen gün yeni bir dolandırıcılık yöntemiyle karşılaşıyoruz. İnsanlar artık arkadaşını, hatta en yakınını bile gözünü kırpmadan harcayacak kadar para hırsına kapılmış durumda. Eskiden "komşusu açken tok yatan bizden değildir" düsturuyla hareket eden bir toplumduk, şimdi ise komşunun açlığından nasıl faydalanabiliriz diye düşünenler var. Egoistlik tavan yapmış, çıkarlar her şeyin önüne geçmiş. Uyuşturucu, illegal bahis oyunları gibi yollarla nice ocaklar sönüyor, aileler parçalanıyor. Gençler daha hayatlarının baharında bu bataklıklara sürükleniyor. Bir zamanlar çocuk kahkahalarının yankılandığı sokaklar, şimdi şiddet ve suç haberleriyle dolu. Basit bir tartışma bile kanlı bir sona dönüşebiliyor. İnsanlık her yönüyle erozyona uğruyor.
Bugün baktığımızda en büyük kaybımız sadece maddi değerler değil, asıl kaybımız maneviyatımız. Para kazanma ve zengin olma hırsı gözümüzü kör etmiş, bu uğurda her türlü illegal yolu mubah sayar hale gelmişiz. Helal-haram, hak-hukuk gibi kavramlar artık birçok insanın umurunda değil. Para, adeta modern çağın tek tanrısı haline geldi. O uğurda dostluklar bozuluyor, aileler dağılıyor, kardeş kardeşi düşman belleyecek hale geliyor. Ne uğruna? Geçici bir zenginlik, bir süreliğine daha iyi yaşama hayali… Ama bu hayal uğruna yitip giden değerler bir daha geri gelmeyecek.
Peki, bu çöküşü nasıl durdurabiliriz? İnsanlığı yeniden değerlerine döndürmek için ne yapmalıyız? Belki de ilk adım, bu yozlaşmaya göz yummamak ve en azından kendi çevremizde farkındalık oluşturmaktır. Vicdanını kaybetmemiş, dürüstlüğü ve ahlakı ilke edinmiş insanların sesi daha gür çıkmalı. Dürüstlük, adalet ve vicdan gibi kavramları yaşatmak için bireysel sorumluluk almalı, ahlaki değerleri savunmalı ve yozlaşmaya karşı mücadele etmeliyiz.
İnsanlığımızı tamamen kaybetmeden, hâlâ bir şeyleri değiştirme şansımız varken harekete geçmeliyiz. Belki de önce kendimizden başlamalıyız. Küçük bir iyilik, bir dürüst davranış, bir başkasının hayatında umudu yeşertebilir. Unutmayalım, kötülüğün en büyük gücü, iyilerin sessiz kalmasıdır. Ve unutmayalım ki insanlık hâlâ bir yerlerde nefes alıyor; onu yaşatmak bizim elimizde...
Her gün karşılaştığımız sorunlara bir göz atalım:
Temizlik: Şehirlerimiz çöp içinde. Caddeler, sokak araları, parklar olması gerektiği gibi temizlenmiyor.
Altyapı: Mahalle aralarındaki yollar bozuk, kaldırımlar kırık dökük, yürümek bile eziyet haline gelmiş.
Şehir Planlaması: Plansız yapılaşma, düzensiz trafik, yeşil alanların azalması... Şehir düzeni tam bir keşmekeş.
Sağlık ve Hijyen: Kanalizasyon sistemleri yetersiz, lağım suları açıkta akıyor ve hastalıklara davetiye çıkarıyor.
Bu sorunlar vatandaşlar tarafından defalarca kez şikâyet edilmesine rağmen çözüme kavuşmuyor. Ne yazık ki bu ilgisizlik, zamanla halkın da umursamaz hale gelmesine sebep oluyor. Şikâyet etmekten bıkan insanlar, çaresizce bu olumsuzluklara alışıyor.
Trafik, sadece bir noktadan diğerine gitmek değil, aynı zamanda sorumluluk, dikkat ve empati gerektiren bir yaşam alanıdır. Hepimiz birer sürücü adayıyız, yayayız ya da yolcuyuz. Ancak ne yazık ki, trafikte her gün bilinçsiz sürücülerin sebep olduğu kazalarla karşılaşıyoruz.
Bana araç kullanmayı öğreten yaşlı ve deneyimli bir sürücü amca, yıllar önce söylediği şu sözü kulağıma küpe etmişti:
"Oğlum, aracı 90 km hızla sürersen, aracı sen kullanırsın. 90 km hızı aşarsan, araç seni kullanır. O zaman hem kendine hem de başkalarına zarar verirsin. Aracını iyi tanı, yoğun alanlarda ayağın her zaman fren pedalına yakın olsun. Hızını zaman ve yere göre ayarla."
Bu öğüdü hiç unutmadım ve şükürler olsun ki yıllardır kazasız bir sürücü olarak trafikteyim. Ancak herkesin bu bilinçte olduğunu söylemek maalesef mümkün değil.
Trafikteki Cahil ve Sorumluluk Sahibi Olmayan Sürücüler
Bugün trafikte direksiyon ve gaz pedalından başka hiçbir şeye dikkat etmeyen, aracın fren sisteminden bile bihaber olan birçok sürücü var. Bu kişiler, aracın koltuğuna oturduklarında bir trafik canavarına dönüşüyor. Özellikle yaya geçitlerinde yayalara saygı göstermeyen, hatta frene basmak yerine gaza daha fazla yüklenerek insanların hayatını tehlikeye atanlar, kelimenin tam anlamıyla birer katil!
Empati yapabilme yeteneğine sahip olan bir sürücü, yaya geçidindeki insanın yaşlı, engelli, işitme sorunu olan biri ya da sadece sıradan bir vatandaş olabileceğini bilir ve ona göre hareket eder. Ama ne yazık ki, birçok kişi hız hırsına kapılarak bu gerçekleri göz ardı ediyor.
Hızın ve Fren Mesafesinin Önemi
Birçok sürücü, fren mesafesinin hız arttıkça nasıl değiştiğini bile bilmiyor. Oysa ki:
30 km hızda fren mesafesi → 9 metre
50 km hızda fren mesafesi → 15 metre
Daha yüksek hızlarda bu mesafe çok daha fazla artar!
Üstelik, bu sadece fren mesafesi! Bir de refleks süresi (reaksiyon mesafesi) var. Ayağınızı gazdan çekip frene basana kadar geçen sürede bile ciddi bir mesafe kat ediliyor. Eğer alkollü ya da dikkatsizseniz, bu süre daha da uzuyor ve kazaların kaçınılmaz olmasına neden oluyor.
Trafik Kazaları ve Sosyal Yaralar
Her gün haberlerde trafik kazalarında hayatını kaybeden ya da yaralanan insanları görüyoruz. Bir anlık dikkatsizlik, ihmal veya hız tutkusu yüzünden ocaklar sönüyor. Çocuklar yetim, eşler dul kalıyor, annelerin ve babaların gözyaşları hiç dinmiyor. Bir anlık hız tutkusu, onlarca eve ateş düşürüyor.
Ve ne acıdır ki, bazı bilinçsiz sürücüler bu kazaları arkadaş ortamında böbürlenerek anlatıyor. Oysa ki, bilerek ve isteyerek trafik kurallarını ihlal etmek, sonucu ölüme sebep olmak kasten adam öldürmekten farksızdır!
Çözüm Ne Olmalı?
Bu trajedilerin önüne geçmek için:
Caydırıcı trafik cezaları artırılmalı. Kırmızı ışık ihlali, yaya geçidinde durmama gibi suçlarda ehliyetin süresiz alınması gibi cezalar uygulanmalı.
Trafik kuralları sıkı denetlenmeli. Özellikle sürücü kursları sadece ehliyet vermek için değil, gerçekten bilinçli sürücüler yetiştirmek için çalışmalı.
Toplumda trafik bilinci artırılmalı. Eğitim sistemine ve medyaya daha fazla sorumluluk düşüyor.
Kurallara istisnasız uyulmalı. Torpil ve istisna kabul edilmemeli, herkes aynı kurallara tabi olmalı.
Son Söz
Lütfen trafikte daha duyarlı ve bilinçli olalım. Hız tutkusu, sabırsızlık ve dikkatsizlik yüzünden daha fazla canlar gitmesin. Yayalara saygılı olalım, kurallara uyalım, sabırlı ve dikkatli araç kullanalım. Unutmayalım ki, trafik sadece bir yol değil; binlerce hayatın kesiştiği bir alan. Ve her yaptığımız hata, bir başkasının hayatına mal olabilir.
Siyaset, halkın refahı ve ülkenin geleceği için bir araç olmalıdır. Ancak günümüzde muhalefetin tutumu, yapıcı eleştiriden uzaklaşarak tamamen kaos ve çıkar çatışmalarına dönüşmüş durumda. Eskiden muhalefet, hükümetle sağlıklı bir seviyede eleştiri ve uzlaşma içinde olmayı başarabiliyordu. Bugün ise bu ahlaki duruşun yerini sert üsluplar, ötekileştirme ve siyasi ikbal hesapları almış durumda.
Siyaset, sadece siyasetçilerin değil, halkın da doğrudan sorumlu olduğu bir alandır. Özellikle Türkiye’deki seçmen davranışları incelendiğinde, siyasete olan yaklaşımın çoğu zaman “taraftar” düzeyinde kaldığını görüyoruz. Oysa vatandaş olarak görevimiz, siyasi partileri ve siyasetçileri sorgulamak, onları ülke çıkarlarına göre değerlendirmektir. Bu yazıda İsveç gibi şeffaflık ve kanaatkârlığı merkeze alan bir siyaset anlayışı ile Türkiye'deki algıyı ve davranışları karşılaştırarak, seçmen ve siyasetçi ilişkisinin nasıl olması gerektiğini tartışacağız.
Bugün Türkiye’de pek çok seçmenin siyasi partilere yaklaşımı, futbol takımı tutarcasına bağlılıktan öteye geçemiyor. Desteklediğimiz siyasi partinin tüzüğünü, vaatlerini veya ülke çıkarlarına uygunluğunu detaylıca incelemiyoruz. Bunun yerine, günlük hayatta kendi çıkarlarımıza daha uygun gelen veya ideolojik yakınlık hissettiğimiz partilere koşulsuz bağlılık gösteriyoruz. Oysa vatandaş olarak ülkemiz için asıl görevimiz şunlardır:
-Sorgulamak: Desteklediğimiz siyasi partinin tüzüğünü, vaatlerini ve geçmişteki uygulamalarını analiz etmeliyiz. Bu bilgiler kamuya açık bir şekilde paylaşılmasına rağmen maalesef çoğumuz bunları okumuyoruz.
-Objektif Olmak: Bir partinin veya siyasetçinin iyi ve kötü yanlarını dengeli bir şekilde değerlendirebilmeliyiz. Hiçbir siyasetçi kusursuz değildir.
-Ülke Çıkarını Ön Planda Tutmak: Oy verirken kendi çıkarımızı değil, ülkenin genel faydasını göz önüne almalıyız. Aksi takdirde siyaset, bireysel menfaatlerin yarıştığı bir alan haline gelir ve bu, halkın zararına işler.
İsveç gibi İskandinav ülkeleri, şeffaflık ve liyakat
Siyaset, sadece siyasetçilerin değil, halkın da doğrudan sorumlu olduğu bir alandır. Özellikle Türkiye’deki seçmen davranışları incelendiğinde, siyasete olan yaklaşımın çoğu zaman “taraftar” düzeyinde kaldığını görüyoruz. Oysa vatandaş olarak görevimiz, siyasi partileri ve siyasetçileri sorgulamak, onları ülke çıkarlarına göre değerlendirmektir. Bu yazıda İsveç gibi şeffaflık ve kanaatkârlığı merkeze alan bir siyaset anlayışı ile Türkiye'deki algıyı ve davranışları karşılaştırarak, seçmen ve siyasetçi ilişkisinin nasıl olması gerektiğini tartışacağız.
Bugün Türkiye’de pek çok seçmenin siyasi partilere yaklaşımı, futbol takımı tutarcasına bağlılıktan öteye geçemiyor. Desteklediğimiz siyasi partinin tüzüğünü, vaatlerini veya ülke çıkarlarına uygunluğunu detaylıca incelemiyoruz. Bunun yerine, günlük hayatta kendi çıkarlarımıza daha uygun gelen veya ideolojik yakınlık hissettiğimiz partilere koşulsuz bağlılık gösteriyoruz. Oysa vatandaş olarak ülkemiz için asıl görevimiz şunlardır:
-Sorgulamak: Desteklediğimiz siyasi partinin tüzüğünü, vaatlerini ve geçmişteki uygulamalarını analiz etmeliyiz. Bu bilgiler kamuya açık bir şekilde paylaşılmasına rağmen maalesef çoğumuz bunları okumuyoruz.
-Objektif Olmak: Bir partinin veya siyasetçinin iyi ve kötü yanlarını dengeli bir şekilde değerlendirebilmeliyiz. Hiçbir siyasetçi kusursuz değildir.
-Ülke Çıkarını Ön Planda Tutmak: Oy verirken kendi çıkarımızı değil, ülkenin genel faydasını göz önüne almalıyız. Aksi takdirde siyaset, bireysel menfaatlerin yarıştığı bir alan haline gelir ve bu, halkın zararına işler.
İsveç gibi İskandinav ülkeleri, şeffaflık ve liyakat
Cennet Türkiye İçin Kendimize Gelme Zamanı...
Son günlerde yaşanan bazı olaylar, vicdan ve merhametten uzaklaşmanın bizi nasıl bir toplum haline getirdiğini maalesef bir kez daha gözler önüne serdi. Bolu Kartalkaya'da yakınlarını kaybetmiş insanları telefonla arayıp hakaret edenlerden, doğal afetlerden kazanç sağlamaya çalışan fırsatçılara kadar pek çok örnek, bizleri derinden yaraladı. Bu olaylar, yalnızca bireysel ahlaksızlıklarla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda toplum olarak nerede durduğumuzu da sorgulamamıza neden oluyor.
İnsanlık Adına Utanç Veren Davranışlar
Yangın, deprem gibi felaketler zaten büyük kayıplar yaratırken; ihtiyaç malzemelerini fahiş fiyatlarla satan fırsatçılar, cenazeleri taşımak için yüksek ücret talep eden açgözlüler ve yardıma gelen gönüllülerden para isteyenler gibi insanlar toplum vicdanını sarsıyor. Bu insanlar, yalnızca kazanç hırsıyla hareket ederek insanlık onuruna zarar veriyor.
Hainlik yalnızca bunlarla da sınırlı değil:
Siyasi çıkar uğruna, milletin yaşadığı mağduriyetleri kendi avantajlarına çevirmeye çalışan politikacılar,
Et, gıda ve diğer temel tüketim maddelerine sürekli zam yapan ruhsuz tüccarlar,
Afetleri ve felaketleri kullanarak kazanç elde etme peşinde koşan açgözlü bireyler...
Tüm bu örnekler karşısında toplum olarak üzülmek ve öfkelenmek yeterli değil. Artık harekete geçme zamanı.
Bolu Kartalkaya'daki yangında 79 can kaybettik. Bu yalnızca bir yangın değildi; vicdanlarımızı yakan, ülke olarak bizi yasa boğan, ihmaller zincirinin korkunç bir sonucuydu. Böyle olaylara "doğal afet" demek yetmez. Bu, göz göre göre gelmiş bir cinayettir.
Her sabah işe giderken ya da akşam eve dönerken gördüğümüz bir gerçek var: Türkiye’nin trafiği, bir sabır testinden farksız. Sadece araç kullanmak değil, yaya olmak bile başlı başına bir meydan okuma. Özellikle kazalar, yayalara yol vermeme ve trafikte artan agresiflik, gün geçtikçe hayatımızı daha da zorlaştırıyor. Peki, bu kadar temel bir konuda neden hâlâ bu kadar gerideyiz? Gelin, hep birlikte göz atalım.
Refah düzeyinin yüksek olduğu ülkeler arasında ilk sıralarda olan İsveç’in bu refaha kavuşmasındakı en büyük etkenlerin başında, sanayi alanında yaptığı devrimler ve vergi konusunda uygulamaya koydukları sistem geliyor.
Eskiden ekonomik yönden çok zor şartlar altında bir yaşam sürdüren İsveç’in bu refaha kavuşması 70 ila 80 yıllık bir maziye sahip. Bu süre içinde yapmış oldukları ekonomik ve sosyal devrimlerle hayata geçirdikleri sistemi oturtarak bu seviyeye geldiler.
Ülkede en büyük suçların başında beyan dışı kara para. Bu konuda uygulamaya koydukları ilklerle dünyanın gündemine oturdular. Nakit para kullanımını kısıtlayan ilk ülke olarak dünyada yerini aldı. İsveç’te nakit para kullanımı hemen hemen yok denecek kadar azalmış durumda..
Ülkede vergi mükelleflerinin beyan dışı kazançlarını engellemek için, perakende satış yapan başta restoranlar olmak üzere tüm iş yerlerinin satış kasaları vergi dairesinin ana merkezine online ile bağlayarak bu şekilde beyan dışı kazancı engellemek yolunda çözüm buldular. Yani para bozdurmak için dahi olsa, kasa her açıldığında, iş yeri satış yapmış gibi hesaplanıyor ve ona göre vergilendiriliyor. Bu şekilde kara paranın önüne geçip vergilerini düzenli şekilde vermelerini sağlıyorlar. Bu yüzden beyan dışı kara para ve vergi konusunda hiç taviz verilmiyor. İsveç’te vergi oranı en düşük %35 artan gelire göre %60'a kadar çıkabiliyor. Kesilen vergiler her alanda hizmet için
İsveç’te yaşadığım şehrin Türk asıllı Süryani Belediye Başkanını Türkiye'den gelen üst düzey bir bürokrat dostum ile birlikte ziyarete gitmiştik… Belediye Başkanı bizi samimi bir şekilde karşılamasının ardından toplantı salonuna geçtik. Başkan bey ne içeceğimizi sorduktan sonra, kısa bir süreliğine yanımızdan ayrıldı… Çok geçmeden elinde kahvelerin olduğu tepsiyle yanımıza geri döndü. Bu durum karşısında şaşkınlık yaşayan misafirim: “Mehmet bey, bu şahıs gerçekten belediye başkanı mı? Bana şaka yapıyorsunuz değil mi!” diye soru yöneltti. Ben bu soruyu soracağını bekliyordum zaten… Çünkü Türkiye'de alışık olduğu Belediye Başkanları profili ile mukayese edince, ziyaretine gittiğimiz başkanımız ona inandırıcı gelmemişti… Tanışma faslından sonra, sohbet arasında, Başkan beye “misafirim bu mütevazılığınız karşısında belediye başkanı olduğunuza inanamıyor, kendisine şaka yaptığımı sanıyor” dedim…. Bunun üzerine başkan bey tebessüm ederek, ”misafirinizin beni Türkiye'deki başkan profilleri ile karşılaştırdığında, inanmaması normal” diyerek sözlerine şöyle devam etti: ”Farkındaysanız sizi makam odamda değil, toplantı salonunda ağırlıyorum… Nedenine gelince kibir ve gösterişten uzak, belediyemizde hak, hukuk ve hizmet konusunda hiçbir ayrım yapılmadan herkesin eşit olduğu göstermek için… Makam odamı sadece belediye çalışmam ve istisnai durumlarda kullanırım, tüm görüşmelerimi ve sorunu olan, ziyarete gelen misafirlerimi sade ve samimi bir ortamda bu toplantı salonunda kabul ederim. İsveç'te Belediye Başkanlığı Makamı, Türkiye'deki gibi Sekreterleri, Danışmanları, korumaları kısacası onlarca hizmetlisi olan bir israf kurumu değil. Bir belediye başkanı olarak ikram ettiğim kahveyi benim getirmem sizi şaşırtmış… Sizi anlıyorum, alışık olmadığınız bir durum… Burada herkesin görevi ve yapması gereken iş belli… Ben bir belediye başkanı olarak görevli birini; bana veya misafirlerime kahve getirmesi için zorlamam mümkün değil ve buna yasal olarak hakkım yok. Burada, Başkan dahil tüm çalışanların görevi belli, kimsenin kimseye üstünlüğü ve ayrıcalığı yok. Başkan dahil tüm belediye çalışanları, hizmet almak için vergisini kuruşu kuruşuna ödeyen vatandaşların refahı için çaba harcar, belediye başkanına hizmet etmek için değil… Türkiye'de yapıldığı gibi A veya B parti geldiğinde belediye çalışanlarını çıkarıp yerine yandaşlarını almak gibi bir olay asla mümkün değil, çünkü belediye çalışanları siyasete alet edilemez, seçimden sonra siyaset polemiği biter hizmete odaklanırız… İ
Bir süre önce rahatsızlanan Türkiye’nin İsveç Büyükelçisi Yönet Can Tezel'i makamında ziyaret ederek, geçmiş olsun dileklerinde bulundum.
Pegasus havayolu şirketi yurt dışı seferlerinde Türkiyenin şehirlerini yanlış tanitiyor, bu durum vatandaşların tepkisine neden oluyor.
İsveç'e geldiğim ilk yıllarda bulunduğum şehirde çok sayıda Türk vatandaşının yaşadığını öğrendim. Ancak her ne hikmetse İsveç'in ikliminden mi yoksa coğrafi konumundan dolayı soğuk havanın etkisinden mi anlamadım. Burada yaşayan Türklerin birbirlerinden bihaber ve kopuk yaşadıklarını gözlemledim. Birbirlerinden habersiz dağınık şekilde yaşayan insanlarımızı birlik ve beraberlik içinde bir araya getirip daha etkin bir potansiyel oluşturmak için ne yapabilirim diye düşünürken, birden aklıma bir dernek kurma fikri geldi. Hiç zaman kaybetmeden dernek kurmak için ilgili kurumlara müracaat ederek, İsveç Türk Kültür Derneği'ni kurarak çalışmalara başladım.Türk Derneği'nin kurulduğunu bulunduğum şehir ve çevresinde yaşayan tüm Türk vatandaşlarına duyurmaya çalıştım. Bir süre sonra bu insanları bir araya getirip birbirleriyle tanışabilmeleri için Derneğimizin çatısı altında müzikli güzel bir gece düzenledim. Eğlenceye 400'den fazla aile katıldı ve herkes şaşkın bir şeklide, burada bu kadar Türk vatandaşı varmıydı şaşkınlığıyla birbirlerine bakıyordu. Bu durum beni hem duygulandırdı hemde çok mutlu etti.. Geceye katılan Türk vatandaşlarımız, bana gece boyunca böyle bir organizasyona ön ayak olup birbirlerinden habersiz yaşayan bu kadar aileyi bir araya getirerek tanışmaları vesile olduğum icin gece boyunca samimi iltifat ve teşekkürler aldım. Daha sonra geçen süre icinde kurduğum dernek çatısı altında geniş bir alana yayın yapan İsveç radyo kurumundan frekans kiralayarak haftanın bir günü üç saat Türkçe radyo yayınına başladım. Radyo yayınına Türk vatandaşların yani sıra İsveçliler dahil bir çok yabacı kökenli vatandaşların ilgisini çekince, Derneğimiz adı altında Türk kültürünü daha iyi ve güzel anlatabilmek için lokal Tv yayını için arayış içine girdim. Tv kanalı için prosedüre uygun gerekli müracaatlar yapıldıktan sonra onay için yetkili merciden haber beklemeye başladım. Ancak insanlarımızı biraraya getirmek ve birlik beraberliği sıkı bir şekilde inşa ederek güçlü bir Türk toplumu potansiyeli oluşturmak için gecemi gündüzüme katarak, bazen ailemden ve işimden ödün vererek verdiğim mücadelenin karşılığı olarak motive beklerken, bazı at gözlüğü takmış Türk üyelerden hakaret anlamında ortaya atılan bir söylenti ve dedikodu tüm hevesimi kırdı.. Hakkımda çıkarılan söylenti şuydu, "Kürtten Türk Derneği Başkanı olurmu".. Güler misin, ağlar mısın.. Bu söylentinin beni en cok üzen yanı, bu söylentiyi çıkaranların Türk olması.. Mardinli olmam hasebiyle ben bu tepkiyi pkkdan beklerken, böyle güzel bir oluşuma önayak olduğum için destek, takdir ve motive beklediğim Türk arkadaşlardan gelmesi beni bir hayli üzmüştü.. Bir süre düşündükten sonra bu söylentiyi ortaya atan kişileri neden böyle bir söylenti çıkardıklarını amaçlarının ne olduğunu öğrenmek ve konuşmak icin dernegimize davet ettim. Neden böyle bir söylenti çıkardıklarını amaçlarının ne olduğunu sorduğumda önce inkar ettiler ve kem küm etmeye başlayınca bende onlara, Evet ben Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde sizler gibi aynı Bayrak altında yaşayan aynı havayı soluyan, aynı ezanı dinleyen ve gururla Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyan, 24 ay askerlik hizmetini gururla yapmış, bu güzel vatanın kürt kökenli bir vatandaşıyım.Ben bu Derneği kurarken hiç bir zaman kavmiyet düşüncesine girmeden bu adımı attım, çünkü kürt, Türk diye aramıza konan fitne ve fesat yüzünden Ülkemiz çok sıkıntılar yaşadı onlarca insanın hayatına mal oldu ve sizler gibi yanlış düşünen beyinler yüzünden bu sıkıntilar hala devam ediyor, farkında olmadan başta pkk olmak üzere terör örgütleri ve ülkemizi kaosa sürüklemek isteyen dış mihraklarin ekmeğine yağ sürüyorsunuz. Ben bu Derneğin dil, din,kimlik, kültür gözetmeksizin aynı çatı altında insanlarimizi bir araya getirerek sizin gibi düşünenleri bu yanlıştan uzaklaştırmak,Ülkemizin düşmanlarına karşı kardeşliğimizi pekiştirerek birlik ve beraberlik içinde bunlara en güzel dersi vermek için ve tüm İsveçte bu tür olusumlarin çoğalmasına örnek olması için kurulmasına önayak oldum. Kürt olmam Türk Derneği başkanı olmama ne İsveçte ne Türkiye de engel teşkil etmiyor.Ben bir kürt olarak Türk Derneğinin kurulmasına ve bunca vatandaşlarımızı dil, din ırk gözetmeden kardeşçe birlik icinde bir araya getirmeye vesile oldum, peki sizler bir Türk olarak bugüne kadar olumlu ne yaptiniz.? diye sorunca sok oldular ve cevap veremediler. lütfen şu at gözlüğünü çıkarın artık, bana bu konuda destek olup teşekkür etmeniz gerekirken, bu yanlış yaklaşım ve yanlış zihniyetinizle pkk nin ekmeğine yağ sürüyorsunuz. pkk sizler gibi düşünenlerin yanlışı ile bu hale geldi.. Yeter artık bırakın bu kavmiyetciligi ve her gördüğünüz kürde pkk li gözüyle bakmayı dedikten sonra istemeyerekte olsa özür dileyerek dernekten ayrıldılar.
Bu yaşadıgim olayı şu sebeple yazma gereği duydum. Dünyada eşi benzeri olmayan ve dört mevsimi bir arada yaşadığımız tarihiyle güzel eserlere dolu Güzel vatanımız üzerinde oynanan bu oyunları görmeyen at gözlüğü ile ortalıkta gezen insanların buna alet olması. Türkü, kürdü, lazı, cerkezi, arabi,alevi ve sunnisi ile kardeşlik duygusu icinde Çanakkale örneği ile Ülkemiz üzerinde oynanan bu kirli oyunlara karşı yek vücut olarak, birlik icinde karşı durmamız lazım. Geçmisten bu yana küresel güçler tarafından Ülkemize karşı planlanan ve bu planlara tasaron olarak hizmet eden terör örgütlerinin saldırıları yüzünden genç, kadın, çocuk ve yaşlı binlerce insanımız hayatını kaybettiği hala dün gibi hafızalarımızda ve aynı güçler bu oyunlarına hala devam ediyor maalesef. Buna rağmen bu oyunlara kör olan ve bilerek veya bilmeyerek destek olan insanlarımizin var olması hem acı hemde vahim bir vaka. Ben bu insanlarımizin bu yanlıştan dönmeleri ve gerçekleri görmeleri konusunda elimden geldiği kadar hem İsveçte hemde Türkiye de ferdi olarak mücadele vermeye çalışıyorum. Benim gibi düşünen ve mücadele veren vatanını, bayrağını seven yüzlerce duyarli insanimizin olduğundan da şüphem yok. Umarım bu yanlış icinde olan kardeşlerim de en kısa zamanda bu yanlışlarından dönerler. Kardeşi kardeşe kırdıran Kürt,Türk,alevi Sünni fitnesi oyununa gelmezler. Bizler Türkiye olarak mozaigi andıran, bir çok değişik kimlik ve kültürü Gerçekten kardeşiz,ben şahsen böyle görüyor ve böyle düşünüyorum. Bu yaşıma kadar ne toplum icinde, nede bir kurumda kürt olmam hiç sorgulanmadi aksine kürt olduğum ögrenilince daha fazla değer gördüm. Çünkü ilişkilerimde kürt kimliğimle değil, insan kimliğimle hep ön planda oldum. Kürt kimliğimi yapılan haksız bir durum karşısında duygu sömürüsü yapmadım. Çünkü bu tür haksızlıklara sadece kürtler değil diğer kimliklerde bazi kendini bilmezler tarafından maruz kalıyor.
Ülkemizde ki bu mozaik yapıyı bilen küresel güçler maalesef bu oyunlarını değişik senaryolarla kolayca icra edebiliyorlar.Hic bir gerçekligi ve dayanağı olmayan kulaktan dolma, bize empoze edilen manipülasyon ve fitne amaçlı bilgilere "çabuk gaza gelen bir millet olduğumuz" için hemen kanıyoruz. Bu yüzden bu yalanların önüne geçmek ve Ülkemiz üzerinde oynanan oyunları tüm gerçekligi ile görebilmek için başta tarihimiz olmak üzere çok okuyup araştırmamız lazım. Her söylenene inanmamak lazım.. Bu güzel vatan hepimizin içinde yaşayan tüm değişik kimlik ve kültürle hepimiz kardeşiz. Kısacası hepimiz aynı gemideyiz, oynanan oyunlara kanarak gemimiz batirmayalim atarsak hepimiz batarız. Rabbım bizleri vatansız bırakmasın Ülkemize zeval vermesin, ülkemiz üzerine kötü emelleri olanları helak etsin. Ülkeleri harap olan bu nedenle İsveç ve avrupaya iltica edenlerin durumunu gördükçe, hep su duayı ederim, Yarabbi şükürler olsun böyle güzel bir vatana sahip olduğumuz için, vatanımızı düşmanlarımizdan sen koru...