Bu köşeden daha önce de benzer konuları dile getirmiştim. Ancak ne yazık ki, aradan geçen zamana rağmen ülkemizde bu alanlarda herhangi bir iyileşme görmek bir yana, aksine daha da kötüye gittiğine üzülerek şahit oluyorum. Bu sebeple yeniden yazma gereği duydum. Belki bu kez bir kıvılcım oluruz, birilerinin vicdanına, kalbine dokunuruz...
Tatil için gittiğim şehirlerimizde karşılaştığım manzaralar yürek burkucu. Başta trafik keşmekeşi; kuralsız, aşırı hız yapan, adeta ölümle dans eden trafik magandaları... Yol hakkı kendinde olmadığı halde direksiyonu ile terör estiren, sabırsız, tahammülsüz, fevri tavırlarıyla trafikteki diğer insanları hem fiziksel hem de psikolojik olarak tehlikeye atan 'trafik canavarları'. Bunlar yalnızca birer trafik sorunu değil; aynı zamanda toplumsal bir bilinç, empati ve vicdan sorunu.
Sokakta, kurumlarda, her alanda karşımıza çıkan agresif, egoist ve bencil birey profili gün geçtikçe artıyor. En küçük bir anlaşmazlıkta öfke patlaması yaşanıyor, basit tartışmalar can almaya kadar varabiliyor. Güvenlik güçlerine karşı sergilenen saygısızlık, görevini hakkıyla yapmaya çalışan kamu çalışanlarına yönelik umursamazlık ve saldırganlık, toplumsal çürümenin açık işaretlerinden biri haline geldi.
Kamu kurumlarında liyakatsizlik, koltuğu sadece kendi çıkarı için işgal edenler, adalet ve sorumluluk duygusunu yitirmiş yöneticiler… Ve en acı olanı; bir zamanlar evlilik birliğini paylaşmış insanların, ayrıldıktan sonra kadına yönelik şiddetle “namus” kisvesi altında can alması. Bu vahşetlere hala tanık oluyor olmak utanç verici.
Ekonomik düzlemde de ahlaki yozlaşma aldı başını gidiyor. Keyfi fiyat artışları, aldatmacalar, insanların saf duygularını, güvenini istismar eden dolandırıcılar... Herkesin dilinde tek kelime: para. Ne vicdan kaldı, ne merhamet, ne kul hakkı... Eskiden büyüklerimizden sıkça duyduğumuz “helal lokma” sözü, şimdi sadece nostaljik bir deyim olarak raflarda yer alıyor.
Gelelim turizmin kalbi olan şehirlerimize… Antalya, Alanya ve nice gözde beldemizde yaşanan düzensizlik, plansızlık ve vurdumduymazlık içler acısı. Caddeler çukur içinde, kaldırımlar yürünemez halde, sahiller bakımsız, çöpler toplanmamış... Motosikletler her yeri istila etmiş, yeşil alanlar ilgisizlikten solmuş, şehir planlaması tamamen günü kurtarma hesabına dönmüş. Turisti misafir gibi ağırlamak yerine, onu yolunacak kaz gibi gören zihniyetle bu ülkeye ne kazandırabiliriz?
Gençliğimiz ise ayrı bir çığlık… Sosyal medya uğruna benliklerini, kişiliklerini kaybediyorlar. Daha fazla “like” almak için değerlerinden, ahlakından, ailesinden uzaklaşıyorlar. Şiddet içerikleri, ahlaka aykırı paylaşımlar, dış görünüşe indirgenmiş kimlikler... Oysa bizler, örfüne, adetlerine, büyüklerine saygılı; paylaşmayı bilen, misafirperver, vicdan ve merhamet sahibi bir millet olarak bilinirdik. Ne oldu bize?
Elbette genelleme yapmak istemem. Hâlâ bu ülkenin değerlerini yaşatmaya çalışan, ahlakını yitirmemiş, kalbiyle, vicdanıyla yaşayan güzel insanlar var. Bu umut ışıkları sönmedikçe, hâlâ umut vardır. İşte bu nedenle yazıyorum. Belki bir kişi daha uyanır, bir kişi daha elini taşın altına koyar. Belki birlikte el ele verirsek, bu yozlaşmanın önüne geçebiliriz. Her birimizin sorumluluğu var; bu ülke bizim, bu topraklar bizim, bu geleceğin sahibi çocuklar bizim...
Unutmayalım: Biz susarsak, yozlaşma konuşur. Biz duyarsak, vicdan kazanır.
Mehmet Özer
İlkses İsveç Temsilcisi