Hayatın İçinden / Bir Göçmenin Sessiz Çığlığı
İsveç’te yıllardır yaşayan bir hemşehrimin gerçek hikâyesini anlatmak istiyorum bugün sizlere. Belki de çoğumuzun kulağına yabancı gelmeyecek, “ben bu filmi daha önce gördüm” dedirtecek bir öykü bu. Ama içinde öyle bir ders var ki… Keşke herkes “zamanında” anlayabilse.
1970’lerde İsveç’e göç etmişti bu arkadaşım. Yalnızdı, gençti, hırslıydı. İlk yıllarda eline geçen her işi kabul etti. Gündüz inşaatta, gece temizlikte çalıştı. 'Bir gün kendi işimi kuracağım' diyordu. Dediğini de yaptı. Önce küçük bir dükkân, sonra büyüyen işler, derken hatırı sayılır bir işletme sahibi oldu.
Ama o noktadan sonra bir şeyler ters gitmeye başladı…
Sabah 08.00’den gece yarısına kadar çalışıyordu. Hafta sonu, bayram, tatil… Böyle kavramları yoktu. Tek derdi daha çok kazanmak, daha da büyümekti. Ona “biraz dinlen, çocuklarınla ilgilen, eşinle vakit geçir, sağlığına dikkat et” dediğimizde hep aynı cümleyi tekrarlardı:
“Emekli olunca her şeyin telafisi olur.”
Zaman geçti, ama telafi gelmedi.
Bir gün eşinin onu terk ettiğini duydum. Sebep mi? Kadının söyledikleri hâlâ kulaklarımda:
“Ben artık onun için sadece rakamlardan ibaretim. Yanımda ama yok gibi. Bir eş değil, bir banka gibi davranıyor. İhtiyaçlarımı, duygularımı görmeyen bir adamla yaşayamam.”
İki çocukları vardı. Ama çocuklar da babalarını göremiyordu. Adam sabah çocuklar uyanmadan çıkıyor, gece çocuklar uyuduktan sonra dönüyordu eve. Bir süre sonra kız çocuğu evden kaçtı, kötü yollara düştü. Oğlan uyuşturucu bataklığına saplandı.
O ise hâlâ çalışıyordu.
Tüm bu felaketlere rağmen aynı düşüncedeydi:
“Emekli olunca toparlarım.”
Ve bir gün emekli oldu…
Ama o da ne? Emekliliğin üzerinden iki hafta geçmişti ki teşhis geldi:
Amansız bir hastalık.
Tatil hayalleri, geç kalınmış bir “özür”, yeniden kurulacak bağlar… Hepsi rafa kalktı. Yıllarca biriktirdiği paralar şimdi hastane masraflarına gidiyordu.
Şu an hayatta mı, değil mi, hâlâ bilmiyorum. Bildiğim tek şey var:
Bir ömür boyu kazandığı her şeyi kaybetti.
Ne İçin?
Bunu neden anlatıyorum biliyor musunuz?
Çünkü hepimiz az ya da çok bu girdaba kapılma riski taşıyoruz.
Bir ev daha alayım, bir dükkan daha açayım, şu kredi de bitsin, çocuklara daha iyi bir gelecek bırakayım derken…
Asıl görevimizi unutuyoruz:
Eş olmadan önce insan olmak.
Baba olmadan önce dost olmak.
Kazanmadan önce yaşamak.
Para kazanmak kötü değil elbet. Ama para, hayatın kendisi değil; sadece bir aracı. Amaç hâline geldiği anda insanı körleştiriyor.
Ne sevgiyi görebiliyorsun, ne çocuklarının gözündeki umudu, ne de eşinin sessiz çığlığını duyabiliyorsun.
Son Söz: Geç Kalmadan…
Hayat beklemiyor dostlar.
Emeklilik diye beklediğimiz o “mükemmel zaman” bazen hiç gelmiyor.
Ya geç kalıyoruz, ya da geç kalınmış oluyoruz…
O yüzden daha çok para değil, daha çok anı biriktirin.
Daha çok çalışmak değil, daha çok sevmek için yaşayın.
Çünkü sonunda her şey geçiyor ama bir tek geçmeyen şey: “Keşke”ler...”
- Allah hepimize sağlıklı, kanaatkâr ve sevgi dolu bir ömür nasip etsin...
Mehmet Özer
Ilkses İsveç Temsilcisi