Türkiye’de artık hangi taşı kaldırsanız, altından bir yolsuzluk, bir şaibe, bir vurgun çıkıyor. Özellikle belediyelerde dönen bu çarpık düzen, sadece bir yönetim zafiyeti değil; aynı zamanda toplumsal vicdanın da derin bir yarasıdır.
Denetim mekanizmalarının ya eksikliği ya da işlevsizliği nedeniyle sorunlar büyüyor, sistem çürümeye yüz tutuyor. İşin en acı tarafıysa, bu mekanizmaların çoğu zaman ancak bir felaket yaşandıktan sonra harekete geçmesidir. Önlem almak yerine, hep 'yangın çıktıktan sonra' söndürmeye çalışıyoruz.
Mesela… Bolu Kartalkaya’da 78 kişi feci şekilde yanarak can verdi. Olayın ardından otellerin yangın güvenliği sorgulanmaya başlandı. Peki neden bu denetimler daha önce yapılmadı? Oteller faaliyet göstermeden önce alınması gereken önlemler neden göz ardı edildi? Cevabı çok basit: Görevini layıkıyla yapmayanlar sayesinde.
Bu ülkenin en çok para dönen kurumları belediyeler. Bu yüzden tarafsız ve bağımsız denetleme mekanizmalarının eksikliği tam anlamıyla bir felaketin habercisi. Belediyeler, halkın vergisiyle, devletin hizmet için ayırdığı ödenekle iş yapar. Oysa bugün başkan koltuğuna oturan biri, adeta kendi krallığını ilan ediyor. İstediği ihaleyi istediğine veriyor, soran yok, sorgulayan yok. Herkes birbirinin yanlışını kapatmanın derdinde.
Ve sonra ne oluyor? “Devlet malı deniz, yemeyen keriz” zihniyetiyle halkın parası, halkın umudu göz göre göre çarçur ediliyor.
Belediye başkan adaylarına bir bakın. Genellikle ya nüfuzlu ya da güçlü sermayeye sahip kişiler. Seçim kampanyalarında harcanan milyonlarca liranın, seçim kazanıldıktan sonra nasıl ve nereden çıkartılacağı ise malumun ilanı. Paravan şirketler, ahbap-çavuş ilişkileri, hatır gönül pazarlıkları… Hepsi halkın sırtından zenginleşmenin yolları.
Bu düzen böyle gelmiş, ama böyle gitmemeli.
Tüm partiler devletten hazine yardımı alıyor. O halde neden sade, şeffaf ve hesap verebilir kampanyalar yapılmıyor? Avrupa’da siyasetin nasıl yürüdüğüne bir bakalım. Gösterişsiz seçim stantlarında adaylar projelerini anlatır, halk da bilinçli bir tercihte bulunur. Bizde ise seçim zamanları adeta bir şov sahnesine dönüşüyor. Lüks araçlar, konvoylar, havada uçuşan vaatler… Halkın aklına hitap etmek yerine gözünü boyamak için uğraşıyorlar.
Dahası var. Avrupa’da siyasetçi bir şaibenin ucundan bile geçse, istifasını verir. Bizde ise, ortaya çıkmadıysa üstü örtülür. Vergisini eksik ödeyen vatandaş borcunu kapatır, bizdeyse vatandaş vergi kaçırmanın yollarını arar. İşin en can alıcı tarafıysa şu: Avrupa'da birçok insan inançsız olmasına rağmen dürüstlükten ödün vermezken, bizde Müslümanlık iddiasıyla yaşayan bir toplumda doğruluk, adalet ve kul hakkı gibi kavramlar ne yazık ki rafa kaldırılmış durumda.
Yorumu size bırakıyorum…
Peki çözüm ne?
Öncelikle güçlü ve tarafsız bir denetim mekanizması şart. Bu denetim kurumlarında da işin ehli, liyakatli, vicdanlı, rüşvetin ve yolsuzluğun yanından bile geçmeyecek insanlar yer almalı. Yapılan her ihalenin kime, nasıl, ne şartla verildiği şeffaf şekilde açıklanmalı. İhalenin başından sonuna kadar sürecin takip edilmesi, kamuoyuyla paylaşılması artık lüks değil, zorunluluktur.
Bu sadece belediyeleri değil, ülkenin ekonomisini de doğrudan etkileyen bir konu. Halkın vergisi gerçekten hizmete dönüşse, ülke kalkınır, vatandaş refaha erer. Ama bugünkü gibi çarklar döndükçe, olan hep vatandaşa olacak.
Gerçekten çok yazık…
Hem ülkemize, hem halkımıza, hem de çocuklarımızın geleceğine.
Bu sistem değişirse, bu zihniyet dönüşürse, emin olun hepimiz rahat bir nefes alırız...