“SİYASET HİZMETTİR, DİYET ÖDEME YERİ DEĞİL'
Türkiye siyasetinde maskelerin düştüğü, hakikatlerin gölgede bırakıldığı, adaletin ise adeta ayaklar altına alındığı bir dönemden geçiyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında açılan davalar, yargının gündeminde ciddi iddialar içeriyor: şaibeli ihaleler, yolsuzluk dosyaları, usulsüz işlemler, geçersiz diploma iddiaları, para akışları ve daha fazlası. Fakat yargı görevini yapmaya çalışırken, bir anda birileri çıkıyor ve bu süreci bir 'siyasi kumpas' olarak göstermeye çalışıyor.
Kim mi bu birileri? CHP Genel Başkanı Özgür Özel başta olmak üzere partinin üst düzey isimleri. Daha dava dosyası incelenmeden, daha tanıklar dinlenmeden, daha deliller ortaya konulmadan, başta savcı ve hakimler olmak üzere yargı mensuplarına tehditler savruluyor, halk sokağa çağrılıyor, ekonomik kaos yaratmak için boykot çağrıları yapılıyor. Bu nasıl bir siyaset anlayışıdır?
Kanunlar karşısında herkes eşittir. Ne partisi fark eder, ne koltuğu, ne de siyasi hayalleri. Suç işleyen, cezasını çeker. Kimse, adaletin üstünde değildir. Ama ne yazık ki kendini hukukun üstünde gören bir zümre türedi bu ülkede. Ucu kendilerine dokunduğunda yargı kötü, kolluk kuvvetleri zalim, devlet baskıcı ilan ediliyor. Oysa suçun rengi olmaz; ne kırmızı, ne mavi, ne siyah ne de beyaz...
CHP içindeki kurultay süreci bile şaibelerle doluyken, bu kadar cesaretle “adalet” dersi vermeye kalkmak gerçekten akıl almaz. Partililerin bile itiraf ettiği şekilde; delegelerin yönlendirilmesi, baskılar, satın almalar… Hepsi yaşandı. Ama kimse konuşmuyor. Çünkü İmamoğlu’nun önünü açmak için her şey mubah sayılıyor.
Ve gelelim işin en trajik, en utanılası kısmına: İstanbul Büyükşehir Belediyesi binası, yani Saraçhane. Burası artık bir belediye binası olmaktan çıkmış, deyim yerindeyse bir 'Harachane'ye dönmüştür. Evet, yanlış duymadınız: Haraçhane. Kamu kaynaklarının nasıl savrulduğunu, belediye imkânlarının nasıl partisel ve kişisel çıkarlar için kullanıldığını sağır sultan bile duydu. Her taşın altından bir yolsuzluk, her ihalenin içinden bir çıkar ilişkisi çıkıyor. Belediye şirketleri adeta aile çiftliği gibi yönetiliyor. Torpilli atamalar, şeffaflıktan uzak işlemler, kişisel PR çalışmaları için harcanan milyonlar… Bu mudur sosyal belediyecilik?
Belediye başkanı olmak başka, genel başkan adayı olmak başka, cumhurbaşkanlığı hayali kurmak ise bambaşka şeylerdir. Ama İmamoğlu her rolü aynı anda oynamaya kalkışıyor. Şehrin sorunlarına çözüm üretmek yerine, gündemden düşmemek için kriz üzerine kriz yaratıyor. Eleştireni tehdit ediyor, muhalefeti dışlıyor, kendi ekibinden bile şüphe eder hale gelmiş bir profil çiziyor. Sanki bir belediye başkanı değil de, kendi krallığını ilan etmiş bir siyasi aktör var karşımızda.
En acısı ise, sokakları yangın yerine çeviren olaylara göz yumulması. Ramazan ayında camilerde içki içen, tarihi mezarları tahrip eden, güvenlik güçlerine balta ve asitle saldıran kişilerin arkasında durmak nasıl bir akıldır? Bu mudur demokrasi? Kaos ortamı yaratmak icin göz göre göre suça teşvik ettikleri,suç işleyen gençlerin sicillerini temiz göstermek uğruna yapılan açıklamalar, bir toplumun adalet anlayışını zehirliyor.
Kardeşin kardeşe kefil olamadığı bir dönemde, bir kişiye körü körüne savunma yapmak, siyaset değil, akıl tutulmasıdır. Yargıya güvenmek bir zorunluluk değil, bir mecburiyettir. Hukuk süreci işlesin. Kim suçluysa cezasını çeksin. Kim masumsa aklansın. Ama daha sürecin başında yargıyı tehdit edip halkı kışkırtmak, sokaklara dökmek; kaos siyasetiyle koltuk peşinde koşmaktır. Bu ülkeye yazık değil mi?
Ülkemiz içeride ve dışarıda ağır sınavlardan geçerken, siyasi kurnazlıklarla yaratılan krizlerin kimseye faydası yok. Ne dış ülkelere şikayet etmek çözüm olur, ne de her eleştiride linç kültürüyle hareket etmek. Bu millet artık bu oyunu görüyor, bu siyaset tarzına prim vermiyor.
Gelin artık gerçeklerle yüzleşelim: Saraçhane artık bir belediye binası değil, bir siyasi kumpas merkezine dönüştü. Milletin malı üzerinden güç devşirenlerin, belediyeyi kariyer basamağına çevirenlerin maskesi düşüyor. Ve bu millet o maskenin altındaki yüzü çok iyi tanıyor.
Not: Bu yazı sadece bir siyasi eleştiri değil; halk adına, hak adına, adalet adına yükseltilmiş bir vicdan sesidir. Bugün CHP içinde ne yazık ki, siyasi ahlaktan yoksun, ağzından çıkanı tartmadan konuşan, patavatsız, saygısız ve bozuk ağızlı bir üslupla sadece gündemde kalmak için şov yapan; liyakatten ve gerçek siyaset anlayışından tamamen uzak bazı milletvekilleri türemiştir. Bunlar, militan bir dille toplumda kutuplaşmayı körükleyen, kaos ve manipülasyonla oy devşirmeye çalışan, sorumsuz açıklamalarıyla partinin kurumsal kimliğine zarar veren kişilerdir. Böyle bir zihniyetle ne toplumun güveni kazanılabilir, ne de iktidar olunabilir.
Atatürk’ün kurduğu bir partinin, onun ilkelerini uygulamayıp yalnızca kendi siyasi çıkarları ve kişisel menfaatleri uğruna enerji harcayan bu isimlerle temsil edilmesi, başlı başına bir çelişkidir. Ne zaman sıkışsalar Atatürk’ün adını dillerine dolayan, ama gerçekte onun gösterdiği yoldan sapmış bu şahıslar, sadece ismini kullanarak değil, onun fikir ve ahlakını yaşatarak siyaset yapmayı öğrenmelidir.
Gerçekten Atatürk’ü seven, onun kurduğu partiye layık olmak isteyen herkes; liyakat sahibi, ülke ve millet menfaatini önceleyen, siyaseti kariyer basamağı değil hizmet aracı olarak gören bir duruş sergilemelidir. CHP, ancak bu anlayışa sahip kadrolarla yeniden ayağa kalkabilir.
Ve son olarak şunu da sormadan edemiyorum;kendime, Özgür Özel’in Ekrem İmamoğlu hakkındaki iddialara değinmeden, gerçek payı var mı yok mu diye sorgulamadan onu bu kadar hararetli ve yanlı bir şekilde savunmasının ardında, acaba kendisini CHP Genel Başkanlığı koltuğuna taşıyan şaibeli kurultayın mimarı olan İmamoğlu'na bir diyet borcu mu yatıyor diye sormadan geçemiyorum.
Açık konuşmak gerekirse, bu kadar körü körüne sahipleniş başka türlü izah edilemez. Bu, siyasetin içinde yıllardır görmeye alıştığımız bir hesaplaşma ve diyet ödeme sahnesidir.
Mehmet Özer
İlkses İsveç Temsilcisi