Sayfa Yükleniyor...
“Hakiki büyük adamlar
Güzel ağaçlara benzer
Dallarında yuvalar kurulur
Gölgesinde yorgunlar dinlenir
Çiçeklerine sürünenler
Güzel koku alırlar
Meyvesiyle açlar doyar ve yaprakları arasından
dökülen güneş damlaları toprağa hayat verir.”
Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret’ten sonra Servet-i Fünun edebiyatının ikinci büyük şairidir. 1870’te Manastır’da doğan sanatçının asıl mesleği doktorluktur. Babası Plevne’de şehit düşen Binbaşı Osman Şahabettin Bey’dir. İlk şiirleri 1885’te daha öğrencilik yıllarında Saadet gazetesinde yayımlanmaya başlamıştır. Bu şiirlerinde Muallim Naci’nin etkisiyle Divan şiirinin etkisi vardır. Daha sonra Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit Tarhan’dan etkilenerek Batı tarzı şiire yönelmiş. İhtisas yapmak üzere 1890’da Fransa’ya gönderilen Cenap Şahabettin, burada tıptan çok edebiyat alanı üzerinde kendisini geliştirir. 1894 yılında Avrupa’dan dönünce karantina idaresinde çalışır. Bundan sonra artık gerek biçim gerekse içerik yönünden Fransız şiirine benzeyen eserler kaleme almaya başlar. Bu şiirler Fikret’in ilgisini çekince, Fikret, Servet-i Fünun’da Cenap’ı öven bir yazı yayımlar. Bu olaydan sonra Cenap Şahabettin de Servet-i Fünun topluluğuna katılmaya karar verir. Tevfik Fikret ve Halit Ziya Uşaklıgil’le birlikte Servet-i Fünun edebiyatının üç önemli isminden biri olan Cenap Şahabettin, gelenekçi şairlerin en çok saldırdığı yenilikçi şairdi. Diğer Servetifünun sanatçılarının tersine bireysel şiiri tercih etmiş ve Edebiyat-ı Cedide’nin en aşırı örneklerini vermiştir.
Onun Fransa’daki Parnasizm ve Sembolizm akımlarının etkisi ile oluşturduğu manzumelerinde aynı zamanda alafrangalaştırılmış bir Osmanlı – İran zevkinin yansımaları vardır. Cenap Şahabettin, 19.YY’da Avrupa’da görülen Romantizm, Realizm, Parnasizm ve Sembolizm gibi akımları tanır. Flaubert, Verlaine ve Mallerme gibi Fransız sanatçıların etkisinde kalır. Sanatçı, Fransa’da rağbette olan Sembolizm akımının içeriğini pek kavrayamamış, bu akımdan sadece, “istiareyi ve müziği” benimsemiştir. Cenap’ın kullandığı istiarelerin taşıdıkları özellik, Türk şiirine değişik hayaller getirmelerinden ibarettir. “Saat-i senem-fam, tuf-i tesliyet, nay-i zümürrüd, ed-ı mükevkeb, …” gibi benzetmeler, Türk şiiri için değişikti. İstiare gibi, müzik de Cenab’ın şiirinin başlıca unsurlarındandır ve müzik, sembolist şiirde olduğu gibi, çok, “deruni”dir. Bundan dolayı da Cenap, müzikalite bakımından zengin bulduğu aruz veznini kullanmıştır. Bütün Servet-i Fünun şairlerinin eserlerinde olduğu gibi Cenp Şahabettin’in şiirlerinde de sembolist şiir ile kullanılan metot bakımından benzerlik görülür. “Sembolistler, Fransızca’da artık kullanılmayan, fakat müzikal değerleri olan birtakım eski kelimeleri sözlüklerden çıkarıp yeniden şiir diline sokmuşlar ve hatta bazen onlara eski anlamlarından ayrı, yeni anlamlar da yüklemişlerdir. Servet-i Fünun şairleri de aynı şeyi tekrarlamışlar, sözlüklerden bulup çıkardıkları Arapça ve Farsça eski kelimeleri şiir diline doldurmuşlardır. Ancak bu işi yaparken onların düşünceleri, şiirde müzikaliteyi arttırma isteği ile birlikte, “müptezel kelime kullanmamak, halkın ağzında her gün çiğnenen kelimelerle ilgisi mümkün mertebe kesilmiş bir vokabüler kurmaktadır”. Bu sebeple Servet-i Fünun şairleri kullandıkları kelimelere yeni anlamlar vermeye kalkmışlardır. Bir gün derste Yunanlılar’ı övüp Millî Mücadele’yi küçümseyen sözler sarf ettiği ileri sürülerek Dârülfünun öğrencileri tarafından diğer bazı hocalarla birlikte aleyhinde nümâyişler düzenlendi. Cenab’ın o sözleri söyleyip söylemediği tespit edilemediyse de önceki bazı siyasî yazıları onu suçlu bulmaya yeterli görüldü. Ali Kemal, Rıza Tevfik, Hüseyin Dâniş ve Barsamyan Efendi ile beraber Dârülfünun’daki görevinden istifa etmek zorunda bırakıldı (Eylül 1922). Bu olaylar üzerine bir çeşit inzivayı tercih eden Cenab Şahabeddin, daha çok edebiyat ve sanat konularında yazı faaliyetine devam etti. Son yıllarında yoğun bir şekilde üzerinde çalıştığı sözlüğünü tamamlayamadan 13 Şubat 1934’te beyin kanaması sonucu öldü ve Bakırköy Mezarlığı’na defnedildi.