Sayfa Yükleniyor...
1860 yılında İstanbul’da doğan Samipaşazade Sezai’nin Babası dönemin bürokratlarından Abdurrahman Sami Paşadır. Babasının sayesinde bütün eğitimini özel hocalardan aldı. Babası ilim ve edebiyata düşkün bir insan olduğundan, Sezai’nin yetiştiği konak dönemin bir ilim ve kültür ocağı mahiyetinde idi. Birçok Doğulu ve Batılı aydın bu konağın müdavimlerindendi. Sami Paşazade Sezai de işte böyle bir kültür ortamında yetişerek hem Doğu hem de Batı kültürünü öğrendi.
Samipaşazâde Sezai 1880 yılında Londra’ya elçilik katibi olarak gitti. Burada Avrupa edebiyatını daha geniş bir şekilde tanıma imkanını buldu. Londra’da kaldığı dört yıllık süre içinde Victor Hugo, Le Martin, Musset, Alphonse Daudet ve Pierre Loti gibi birçok Batılı aydının eserlerini okudu. İngiliz kültür ve edebiyatını yakından tanıdı, öğrendi. 1885’te Lyon’a büyükelçilik katipliğine gitmeyerek Hariciye Nezareti’nde çalışmaya başladı. 1887 yılında “Sergüzeşt” romanını, 1891’de “Küçük Şeyler”i yazdı. Bu iki eser konu olarak “esaret” konusunu ve dolaylı yoldan “hürriyet” konusunu işlediği için saray tarafından olumsuz bir tepki ile karşılandı. 1894’ten itibaren Abdullah Cevdet’in çıkardığı “İkdam” gazetesinde makale ve hikayeler yazmaya başladı.
Samipaşazade Sezai, Tanzimat’ın ikinci neslinin üçüncü önemli simasıdır. Sezai’nin kendi zamanındaki Fransız edebiyatı hareketi ile yakından meşgul olması, eserlerine daha doğal bir karakter vermiştir. Bu sebeple Sezai, Türk edebiyatının Avrupalılaşma sürecinde önemli bir rol oynamıştır.
Samipaşazade Sezai daha çok nesirleri; yani siyasi ve edebi makaleleri, küçük ve büyük hikayeleri ve hatıraları ile tanınmıştır. O nesre edebiyata heves ettiği zamanlarda şöhretli bir yazar olan Namık Kemal’in kuvvetli tesiri altında başlamıştır. Hatta bu romantik üslup Sezai’nin Batıyı tanıdıktan sonraki eserlerinden de tamamen silinmiş sayılmaz. Onun en başta Sergüzeşt adlı eseri olmak üzere, en realist küçük hikayelerinde de zaman zaman hislerine kapıldığı, duygularını başkalarına duyurmak istediği görülür. Esasen duygulu, hem de ince duygulu bir sanatkar olan Sezai’nin arada bir romantik vasıflar taşıyan şiirler mırıldanması da onun, nesrine şiirler karıştırmaya olan meylinin bir ifadesidir. Modern kısa hikâyenin kurucularından olan Sezai, en kısa ve küçük şeylerin bile hikaye konusu olabileceğini savunur. Ona göre üslup ele alınan konuya göre değişebilir ve en önemsiz olay bile güzel yazılırsa hikâye haline getirilebilir. Bütün mesele tabiatı, insanı ve insan kalbini uygun bir dil ve anlatımla tasavvur edebilmektir.
Samipaşazade Sezai hürriyet taraftarı bir sanatçı olduğundan ve yazılarında da bu özelliği gösterdiğinden dolayı sarayla sürtüşmeler yaşadı. Bu sürtüşmeler, 1901’de Paris’e kaçmasına sebep oldu. Paris’te İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleriyle tanıştı. Onlarla iş birliğine girerek Jön Türkler’e katıldı. İkinci Meşrutiyet ilan edilince İstanbul’a döndü. Aynı yıl Madrid orta elçiliğine atandı. I. Dünya Savaşı yıllarında İsviçre’de kaldı. 1921’de İstanbul’a dönünce emekliye ayrıldı. Cumhuriyet döneminde ömrünün son yıllarını sessiz, sakin bir şekilde geçirdi. “Konak” isimli bir roman yazmak istedi. Ancak bitiremeden 26 Nisan 1936 günü zatürreeden hayatını kaybederek Göksu’daki aile mezarlığına defnedildi.