Sayfa Yükleniyor...
Türkiye günlerdir; iktidarıyla, muhalefetiyle, bürokrasisiyle ve basınıyla topyekûn olarak bu davaya kilitlenmiş durumdadır. Çünkü bu dava, siyasal sonuçları açısından birçok deşifre edilmemiş küresel ilişki ağlarını açığa çıkartabilecek niteliğe sahiptir. Tabii bu ilişki ağlarını görebilecek ve anlayabilecek bir ferasete sahipsek eğer.
Açık yüreklilikle ve öncelikle şunu ifade etmeliyim ki; sanık sandalyesindeki Sarrafın nasıl tanık sandalyesine oturtulduğunu, bu süreçlerin hangi aktörler tarafından yürütüldüğünü ve buna neden göz yumulduğunu tespit etmeden ve analiz etmeden bu davayı anlamamız mümkün değildir. Sarrafın yurtdışına kaçmasına kimler göz yumduysa ve bu kaçışta kimlerin parmağı varsa, işte onlar da bu davanın yargılan(a)mayan suç ortaklarıdır.
Hayatta basit soruların basit cevapları vardır. Rıza Sarraf 1 Kasım seçimlerinden önce Başbakan Ahmet Davutoğlunun olduğu bir dönemde hükümetten -basının yazdığından hareketle- bir güvence istemesine rağmen neden Sarrafa bir güvence verilmedi? Acaba birileri ileride Sarrafın gidip itirafçı olmasının siyasal sonuçlarını bilip, bu durumdan nemalanmak mı istiyordu? Bu güvence talebinden ret cevabı almasından çok kısa bir süre sonra Sarraf 19 Mart 2016da Miamide tutuklandığında, yapılan pazarlığın sonucundan Türkiyede kimler haberdardı ve bu duruma neden sessiz kalındı.
Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İranla ilgili olarak dört kez (2006, 2007, 2008 ve 2009 yıllarında) yaptırım kararı aldı. Türkiye bu yaptırım kararlarının hiçbirisine aykırı davranmamıştır. Zaten Sarraf davası da BMnin yaptırım kararıyla ilgili değildir. Ama ABD, küresel ölçekteki algı operasyonlarıyla bu davayı uluslararası kamuoyuna farklı siyasal amaçlı imajlarla servis ederek, Türkiyeyi BMnin yaptırım kararlarına aykırı davranmış gibi lanse etti ve halen de böyle lanse etmeye devam ediyor.
Oysaki ABD, İranla ilgili olarak uyguladığı özel ambargosunu 16 Ocak 2016da resmen kaldırdı. Durum böylesine ortadayken Sarraf ABDnin özel ambargosunu deldi ve Türk yetkililerde bu duruma yardım etti. diye dava açmak, bu davanın siyasi olduğunun en açık göstergesidir.
Zira bu dava nedense ABDnin en büyük federal bölge mahkemesi olan New York Güney Bölge Federal Mahkemesinde görülmektedir. Bu mahkemede 15 Sulh Hâkimi ve 44de Ceza Hâkimi bulunmaktadır. Peki, 59 federal yargıçlı böylesi bir mahkemede Sarraf hangi suçtan dolayı sanık iken şimdi itirafçı niteliğinde bir tanık olmuştur? Rıza Sarraf ABDnin İran ambargosunu delmekten ve bundan ötürü de kara para aklayarak bankacılık sahtekârlığı yapıp ABDyi dolandırmaktan suçlanmaktadır. Bu durumdan kurtulabilmek için de Sarraf, bankacılık sahtekârlığı işini Halkbankın üzerine yıkıp tanık sıfatıyla Türkiyeye karşı yürütülen davanın Truva atı olmuştur. Meselenin özü işte budur.
Bu dava hem uluslararası hukuka hem de devletlerarası hukuka aykırıdır. Eğer bir Türk vatandaşı ABD sınırları içinde bir suç işlediyse ABD, işte o zaman ceza hukuku açısından ancak böyle bir kişiyi yargılayabilir. ABD Ülke olarak benim özel ambargo kararlarımı deldin diyerek başka ülkelerdeki vatandaşları yargılayamaz. Kaldı ki Türkiye ile ABD arasında yargılama usulü esasına yönelik karşılıklı bir devletlerarası anlaşma da yoktur. Ayrıca bu davanın görüldüğü mahkeme sözde suç delillerini Türkiye Cumhuriyetinin yetkili makamlarından mı istemiştir?
Bütün bunlar gün gibi ortadayken bu davaya hukuk süsü vermek, gerçekleri görmezlikten gelip gerçeğe savaş açmaktır. Elbette bu davada kimin ne yolsuzluğu varsa ortaya çıkartılsın ve yargılansın. Ama bu yargılama ABD mahkemelerinde değil, Türkiyedeki bağımsız Türk mahkemelerinde olmalıdır. Uluslararası ilişkiler açısından bir gerçeği de vurgulamak gerekirse o da şudur; uluslararası siyasetin bütün formları ve içeriği Hangi devletin neyi, ne zaman, hangi koşullarda ve nasıl elde edeceğiyle ilgilidir. ABD, Türkiyeden siyaseten istediğini alamayınca, bunun gerginliğiyle Sarraf davasını kullanarak Türkiyeye karşı örtük bir savaş diplomasisi dili kullanmaktadır. Herkesin bildiği gibi diplomasi; savaş yapmadan devletlerarası problemleri çözmeyi hedefleyen müzakerenin ve iletişim sürecindeki dış politikanın adıdır. Bu manada Sarraf davası ABDnin Türkiyeye karşı yürüttüğü örtük bir savaş diplomasisinin başlangıcıdır.
Bundan iki yüzyıl önce Prusyalı general ve askeri bir teorisyen olan Carl von Clausewtiz Savaş, siyasetin başka yöntemlerle devamıdır der. ABD yetmiş ülkedeki sekiz yüz tane üssüyle dünyayı hizaya çekmeye çalışırken, Türkiyenin Avrasya bloğuna yaklaşmasından epeyce bir rahatsız olmuştur. Artık ülke olarak uluslararası siyasetin yeni bir reel politik sürecine girmiş bulunuyoruz. Herkes bu sürece göre iç politikadaki gardını alsın ve ona göre kararını versin.