Sayfa Yükleniyor...
Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 hava savunma sistemi, küresel kapitalist sisteme verilmiş bir cevaptır. 400 km menzilli ve 600 km radar algısı olan bu sistem, ülkemiz için aynı zamanda kendi savunma sanayimizin başlangıcı açısından da bir milat olabilir. Hava savunma sisteminin yazılımını Ruslar ile birlikte yapacağız. Bundan dolayı, Türk hava savunma sistemi açısından kısmen daha iyi boyutlara ulaştığımızı da ifade edebiliriz.
Kendi parasını ödediğimiz F-35’leri vermeyen Amerika’ya nasıl güvenebiliriz? Ayrıca bunu kısmen Trump’ta kendi ağzıyla itiraf etti. Özellikle bu konuda Obama döneminin aldığı yanlış tutumu herkesin gözü önünde dile getirmedi mi? S-400’ler; hava savunmamız da düşman diye nitelendirebileceğimiz unsurları, Yunanistan sınırını geçmeden fark etmektedir. Ve bu fark etmeyi 10 sn içinde algılamaktadır. Bu durumdan Amerika neden rahatsız?
Kendi ulusal çıkarları için NATO’yu kullanan Amerika, artık istediği gibi at koşturamayacağının farkındadır. Elbette Türkiye’nin de elinde önemli iki kozu vardır. Bunlardan biri “Kürecik” diğeri ise “İncirliktir.” Kürecik üssü çok önemlidir. Kimse bu konuda Türkiye’nin elinin boş olduğunu zannetmesin.
Birileri S-400’e karşı çıkmak için, “bu seferde Ruslara mı bağımlı kalacağız” diyebilir. Ama parasını verip alamadığımız
Sonuç olarak bir daha anladık ki, Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla hep birlikte Türkiye’yiz. Hepimiz devletimizin bekası için ruhunu teslim etmekten çekinmeyen aziz bir milletiz. Bunun örneğini dün Çanakkale’de, bugün de 15 Temmuz’da gördük...
Allah birliğimize zeval vermesin.
15 Temmuz’un bir diğer sembolü de içi insan dolu olan kamyoneti süren çarşaflı bacımız. Çarşaflı ablamız şoför koltuğunda, hemen yanında ise tesettürü olmayan başka bir ablamız. Biz bütün farklı düşüncelerimizle birlikte tek milletiz. Farklı düşünebilir veya yaşayabiliriz ama mesele devlet, millet, bayrak ve din olunca yekvücut oluyoruz.
Askeri literatüre yeni bir kavramı da kazandırmış olduk. Dünyada ilk defa HÖH (Halk Özel Harekât) teşkilatını da kurmuş olduk. 15 Temmuz gecesi gösterilen üstün başarı sonrasında genciyle-yaşlısıyla, kadını ve erkeğiyle hepimizin vatan savunmasında bir asker olduğunu göstermiş olduk.
Bu gecenin en önemli sonuçlarından birisi de mazlumların umudu ve dirilişin örneği oluşumuzdur. Darbenin hemen akabinde Suriye’ye yaptığımız Fırat Kalkanı operasyonu ile birlikte Türk Ordusunun her daim 18 yaşında olduğunu bütün dünyaya ilan ettik.
Fiili işgal
“Milletimizi meydanlara ve havaalanlarına davet ediyorum.”
15 Temmuz gecesini bahsederken Cumhurbaşkanımıza özel ve geniş bir alan ayırmakta fayda var. Zira o geceyi büyük bir kahramanlıkla yöneten kendileri oldu. Türkiye’de maalesef defalarca darbe oldu. Ama böylesi bir dik duruşu ilk defa gördük.
Bu sefer hainlerin karşısında şehit olmayı şeref sayan milletin has evladı vardı. Bu sefer, öleceksek adam gibi ölelim diyen bir “Başkomutan” vardı. Yurt dışına gitme tekliflerini elinin tersiyle iten “adam gibi adam” bir lider vardı. O liderin dik duruşu, milletin desteğini ve teveccühünü almış oldu.
Darbenin yaşandığı ilk saatler olmasına rağmen büyük bir cesaret örneği sergileyerek milleti meydanlara davet etti. Düşünün ki, kaldığı otel, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Gazi Meclis bombalanmış. Havalimanları ele geçirilmiş ve boğaz köprüleri tutulmuş bir halde. Buna rağmen korkmadan, çekinmeden “yiğit bir duruş” sergiledi.
Cumhurbaşkanımızın bu duruşu sayesinde ülke büyük bir felaketten kurtuldu. Öyle bir hal oluştu ki Recep Tayyip Erdoğan’ın kaderi artık ülkenin kaderi haline geldi. Böylesi bir lidere sahip olduğumuz için ne kadar şükretsek azdır. Mazlumun umudu ama zalimin de bir numaralı düşmanı haline geldi. Biz dualarımızla birlikte liderimizin her daim yanındayız.
O gece akıtılan bir damla kanın dahi hesabını soracağına inancımız tamdır. FETÖ ile mücadelesinde takındığı tavır ve
“Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi. Senin uğrunda ölen ordu, budur ya Rabbi. Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın, Galip et çünkü bu son ordusudur İslam’ın!”
Ne de güzel özetlemiş, Yahya Kemal Beyatlı. Ezanın susmaması için her daim ölmeyi şeref sayan, bu uğurda gazi ve şehit olan İslam’ın son ordusu! Bu dizeleri her okuyuşumuzda; tüylerimiz diken diken olur, içimiz kıpırdar ve ne yapacağımızı bilemezdik…
Zaten içten içe dinleyip imrenirdik. Ve ah çekerdik yıllarca. Keşke o cenk meydanında biz de olabilseydik. Dinlemek yerine yaşasaydık o muazzam anları; ruhumuzu, Rabbimizin rızası için feda edebilseydik… Var mıdır bundan başka şeref sahibi!
Olmadık, olamadık diye yakınıp dururduk. Her daim efsane ve kahraman olarak durdular zihnimizde. Küçüklüğümüzün efsaneleri, büyüdüğümüzde kahraman olarak durdu bir köşede. Örnek aldığımız, onlar gibi olabilmek için can attığımız aziz ve şanlı neferlerdi…
“Bana dua edin, size icabet edeyim. (Mü’min, 40/60)”
Kalbimizi ferahlatan, Rabbimizin ayetleri oldu. Bana dua edin, size icabet edeyim diyen bir Rabbimiz var. Bu ayet-i kerimeden güç
“Bir insan çıkar, on tane sırtlanın arasına dalar, hiç çekinmeden. Hayatını feda eder, gözünü kırpmadan… Ülkenin kaderini değiştirmek için can verir, şan alır…”
Ömer Halis Demir; ruhun şad, makamın yüce olsun.
15 Temmuz 2017. Ruhumuzu; aziz milletin bekası için -hiç düşünmeden- feda ettiğimiz günün yıl dönümü. Bugün, 250 şehidin adını tarih sayfasına altın harflerle yazdırdığı mukaddes gün. Bugün, mürekkebi milletin aziz kanıyla yazılmış şanlı destanımızın gün dönümü. Ve bugün, ederi 1 dolar olan şeref yoksunu hainlerden kurtulduğumuz o altın gün…
“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? ‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın!”
Bu aziz millet; bedeninde taşıdığı her bir hücresiyle, vatan, millet, bayrak ve din kavramlarıyla hemhal. Aziz tarihi bunun örnekleriyle dolu. İki saat içerisinde işgal edileceği planlanan Çanakkale Savaşına bakın. O savaşta verilen yüz binlerce şehidimizi hatırlayalım. Üzerinden neredeyse bir asır geçmiş olmasına rağmen, Çanakkale Destanı konuşulmaya ve örnek alınmaya devam ediyor.
Annelerin ninnilerinde dahi, ceddimizin şanlı kahramanlık öyküleri vardır. Çocuk yaşına geldiğimizde ise bize anlatılanlar hep kahramanlık hikâyeleri olmuştur. Milletimiz, bu kahramanlık
Eğer bir ülkedeki ordu, bütün bu sıralananları az anlamış ya da pas geçmişse kendi ülkesinin gerçek ordusu olamaz. Peki, ne olur? Bir kamuflaj ile örtülmüş yabancılaşmanın dışavurumu olur. Ülkesinin temel gerçekliğine yabancılaşmış her ordu kamuflaj ordusudur. Kamuflajdaki rütbe ise yaptırım gerçekliğinin liyakatsiz yansımasıdır. Bu yansıma; hakikate, vicdana, ortak temel değerlere değmiyorsa kuru ve yavan bir gösteri ordusuna dönüşür. Bu niteliklere sahip olduğundan ötürü; aziz milletimiz, bugün böyle bir ordunun içinden tasfiye olanları 15 Temmuz’da bütün çıplaklığı ile gördü. Ama şükürler olsun ki, milletimizin bağrından çıkmış kıymetli ordumuzun asil üyeleri, ordumuzu aslına rücu ettirmeyi başarabilmiştir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin asli misyonu; her türlü haksızlığa ve adaletsizliğe ‘anayasanın kendine verdiği yasal çerçeve içerisinde’ karşı çıkmak olmalıdır. Zaten Türk Silahlı Kuvvetleri de bunu fazlasıyla yapmaya gayret ediyor. Zira ben yaptığım kısacık askerlik sürecinde buna fazlasıyla şahit oldum. Allah’ın izniyle ordumuz emin ellerdedir…
Şükürler olsun ki artık ordumuz, maalesef bir dönemki uygulamalarıyla milletimizin vicdanını yaralayan bazı uygulamalardan vazgeçmiştir. Ama daha önce bu uygulamaları yapanlarında aslında bu milletin gerçek kahramanları olmadığını, 15 Temmuz’da da görmüş olduk. Artık Türkiye
Ömrümüzden geçip giden bir yılı daha uğurluyoruz. Ömrümüzden bir yıl daha, dünyadan uzaklaşıp ahirete doğru yol alıyor. Kaderimizde ne olduğunu bilemediğimiz için yeni bir yılı karşılıyoruz. Bizlere düşen görev, nefsimizi hesaba çekmek ve ahiretimiz için ne yaptığımızı şu şekilde sual etmektir: Ey nefis, geçen bir sene içerisinde neler yaptın? Günlerin nasıl geçti? İyilik mi yaptın, kötülük mü?
Yıl sona erdi. Bu yılın sonunda iki tür insan topluluğunu müşahede edebiliyoruz. Birinci gruptaki insanlar; salih amel işleyip bu amelin karşılığında Rabbimizin katında elde edecekleri sevaplar için seviniyorlar. Bu grubun sevinmeleri gayet normaldir. Bir diğer grup ise; güzel amel işlemeyip, günah ve haramlara dalmış olmasına rağmen mutludurlar. Bu insanlarımız; nefsini hesaba çekip, günlerini boş yere geçirdiği için pişman olacağına sevinmeye devam ediyor. Aslında hepimizin bu ikinci gruptaki Müslümanlar için üzülüp, onlara bolca duacı olması gerekiyor…
Mümin; ameline bakar, düşünür ve güçlü bir şekilde nefsine hesap sorar:
Günleri ve geçmiş yılı nasıl geçirdim? Zamanımı nerede harcadım? Rabbim ile bağım nasıl? Farzları yerine getirdim mi? Haramlardan sakındım mı? Kendime ve ailem hususunda takvalı oldum mu? Murakabe ehli olabildim
Bir önceki yazımızda “sosyal ağları” ele alıp, bilinçli “sosyal medya” kullanımı noktasında bazı değerlendirmelerde bulunmuştuk. Bu yazımızda ise, “Zillet İttifakı” tarafından sosyal mecralarda oluşturulanbazı algı operasyonlarına değinmek istiyorum.
Bazı bölgelerde gördüğümüz tutum ve davranışlar, Cumhur İttifakı meselesinde resmin bütününe odaklanamadığımızı gösteriyor. Zira Sayın Cumhurbaşkanımızın; Devlet Bey’e yapacağı jesti, her türlü şahsi menfaatlerimizin üstünde tutmalıyız. Cumhur İttifakının gerçekleştiği illerde; aday adayı olup seçilemeyen arkadaşlar, siyasal irade tarafından aday gösterilen ismi canı gönülden desteklemelidir. Çünkü partimizin oluşturduğu siyasi ahlak ve dava şuuru bunu gerektiriyor.
Ülkemiz, İslam’ın son kalesi. Böylesi büyük bir öneme sahip olan bir yere “Hakkın rızasını kazanma amacıyla” hizmet üretme gayreti taşıyan her bir adaya, mutlak irade –zaman içerisinde- her türlü imkânı sağlayacaktır, bundan şüphem yok. Bugün olmazsa dahi bir sonraki seçimlerde bayrağı devralma sırası size gelecektir. Zira siyaset uzun soluklu ve kaygan zeminlidir. Aday adayı olan kardeşlerimize düşen; kırgınlıkları bir tarafa bırakarak halis bir niyetle davaya odaklanmaktır. Aksi bir tutum, davayı dava yapan bütün ulvi değerlerin ayaklar altına alınması demektir. Davayı ayaklar altına alan bir siyasi profilin ise uzun ömürlü olması beklenemez…
Başarı için gereken en önemli faktör, hedefe yönelik atılan adımların istikametidir. Hiçbir başarı, istikametten uzak veya tesadüfi oluşmamıştır. Kurulduğu ilk günden bu yana türlü zaferlerin altına imzasını atan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin altında yatan başarının temel nedeni de budur.
Siyasiler genellikle “vizyon sahibi, güçlü ekiplerden” rahatsız olurlar. AK Parti ise, gelişen dünya teknolojisini iyi okuyan ve buna yönelik stratejiler belirleyen güçlü bir ekipten oluşuyor. Tabi bu mutfağın oluşumunu sağlayan liderin kendisidir. Bundan dolayıdır ki, mutfakta oluşturulan bu politikalar, Recep Tayyip Erdoğan gibi bir liderin sunumuyla dünya kamuoyunu etkileme gücüne sahip oluyor.
Yerel seçimler öncesi, “sosyal medya” ağlarını siyasal propaganda aracı olarak kullanılacağını ilan eden AK Parti, yine bir ilke imza atmış oldu. Bu imzanın etkisi diğer bütün partilere de yansıyacağı aşikâr. Bu durum “güçlü bir mutfağın” oluşmasını isteyen liderin başarısıdır…
Bir iletişim bilimci olarak bazı hususları hatırlatmak istiyorum. Öncelikle bu ağlarda medya hesabı bulunmayan; aday adayı, aday, teşkilat mensubu ve bütün dava arkadaşlarımızın ivedi bir şekilde bu mecradaki yerlerini almalıdır. Ancak; açılan bu hesapları doğru ve şuurlu bir şekilde kullanmamız gerekiyor.
Gelişiyle birlikte; şirki, zulmü, adaletsizliği, kadına ve insana değer vermeyi öğreten Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimize; semada güneş doğup, yıldızlar parladıkça salât ve selam olsun. Ümmetin bu yanık kalbi, varlığınızın şükrüne sonsuz kere feda olsun… Anam, babam sana feda olsun ya Resulullah! Bu günkü yazımızı vesile kılarak; âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazreti Peygamberin (s.a.v) Veda Hutbesi’nde ifade ettiği bazı nasihatleri tekraren dile getirelim. Ola ki halimize nazar eder ve kalbimizi eşsiz nuruyla tekrar inşa eder… Birçok işimiz yarım, bereketsiz veya faydasız oluyor. Bunun temel sebebi, o gül yüzlü sultanımızın da (s.a.v) ifade ettiği gibi, “Her işte daima ‘Allah’a hamd-u sena’ etmek gerekir” düsturunu unuttuğumuz içindir. Elbette bu durumu tetikleyen bazı azılı düşmanlarımız var. Bunlar; “nefis, şehvet ve şeytan üçlüsüdür.” Veda Hutbesi’nde de ifade ettiği gibi (s.a.v); “Nefis, insanı her zaman şerre yöneltmek ister. Bu sebeple nefislerin şerrinden Allah’a sığınmak lazımdır.” Onun için dikkat etmeli, bu üçlüye karşı sürekli Rabbimize sığınmaya devam etmeliyiz. Çünkü O’ndan (cc) başka bir sığınağımız veya sahibimiz yok… Batı menşeli modern cahiliye gelenekleriyle etrafımız kuşatılmış durumda. Medeniyetin sözde beşiği olan Batı, Hazreti Resulullah’ın (s.a.v) getirdiği eşsiz nasihatleri köreltmek ve İslam’ın içini boşaltmak için elinden geleni yapıyor. Bu niyetle, cahiliye devrinde kalan bazı
Mart seçimleri öncesi siyasi arenada beklenmedik gelişmeler cereyan ediyor. Devlet Bey’in, “yerel seçimlerde ittifak yok” çıkışı, Cumhur İttifakı’na gönül vermiş milyonları üzmüştür. Çünkü bu ittifak, milletin gönlünde yeşeren umutların yansıması sonucu ortaya çıkmıştı. Sayın Cumhurbaşkanımız ile Sayın Bahçeli’nin; 15 Temmuz ve sonrasında, kardeşçe kenetlenerek bu ülkeye olan katkılarını inkâr etmemiz mümkün değil. Her iki lidere de sonsuz teşekkürler. Lakin BM’de dünya beşten büyüktür diye meydan okuyup İsrail’e kafa tutan, Amerika’ya siyaseten haddini bildirip ümmetin duasını alan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmuştur.
Mart ayında yapılacak olan yerel seçimlere gelecek olursak...
Başkan adayları belirlenirken; toplumsal algı bağlamında ve seçmen nezdinde satın alınabilir bir imajının olup olmadığına dikkat etmemiz gerekiyor. Öyle ki, bir şirketi iyi yöneten bir yönetici, bir futbol kulübünü şirket gibi yönetirse her zaman başarılı olmayabilir. Ki bu başarısızlığın örneğini hep birlikte müşahede edebiliyoruz…
Belediye başkan adaylarımız çok yüksek donanımlara sahip olabilir. Ama bu ölçüt ilgili seçim bölgesinde başkan olabilmesi için yeterli bir gerekçe ve seçimi kazanması içinde güçlü bir veri değildir. Aday
Türkiye’nin İdlib krizindeki diplomatik hamlesi, kısa vadedeki bir süreçte orta doğuda kartların yeniden karılmasını gündeme getirebilir. Hem de ivedi bir şekilde… AB ülkelerinin ve BM’nin bu krizde Türkiye’ye teşekkür etmesi, tamamen insani sebeplerden kaynaklı değildir. Bilakis sığınmacı sorunundan dolayı kendilerine gelebilecek yüzbinlerin hatta milyonların önünün kesilmiş olmasıdır. Türkiye’nin sığınmacı sorununda sınırlarını açacağı korkusu, AB ülkeleri ile BM’nin Türkiye’ye kerhen destek vermeye itmiştir.
Bundan sonraki süreçte Deyrezor’da dış politika hamleleri, tıpkı İdlib krizindeki gibi benzer bir şekilde diplomatik çabalarla devam edecektir. Artık bundan sonra eski Türkiye’nin sıkışmış bir mantaliteye hapsolmuş dış politika hamleleri olmayacaktır. Türkiye’yi izlemeye devam edin. Özellikle mazlum milletler bu izleyişi daha da sıklaştırsın. Çünkü kurulmakta olan yenidünya düzeninde Türkiye’nin rolü çok büyük olacaktır.
Şunu unutmayalım ki; İdlib’e inisiyatif kullanan ülkeler, Suriye’yi yönetir. Suriye’yi yöneten güçlerde Orta Doğu’yu yönetir. Orta Doğu’yu yöneten bu güçlerde dünyayı yönetme becerisine sahip olurlar.
Sadece petrol rezervlerinin ne kadarının Orta Doğu’da olduğunu bilmek bile bu durumu anlamaya yeterde artar bile…
Hemen yanı başımız, Suriye. Resmi olmayan rakamlara göre bir milyon insanın hayatını kaybettiği bir ateş çemberi. Bu ateş çemberinde canlı olarak yanan çocuk ve bebek sayısı ise yüzbinleri geçti. Rakamların bu korkunçluğuna rağmen, ateşe benzin dökmek isteyen caniler, kendi menfaatleri uğruna bütün Suriye’yi oluşturmak istedikleri ateş çemberinde yakmak istiyorlar…
İdlib; Türkiye sınırına yakın olmasından dolayı Suriyeli kardeşlerimizin güvenli bir şekilde nefes alabildikleri nadir kentlerden biri. Kent; yerleşim yerinin güvenli olmasından dolayı, zorunlu göçlerle birlikte yaklaşık 4 milyon sivilin yaşadığı bir sığınak oldu.
Mazlumların sığınağı olan bu kente olası bir operasyon ihtimali, yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine ve milyonlarca insanın göç etmesine sebep olacaktı. Operasyon ile birlikte; Hatay üzerinden yaklaşık 3 milyon kardeşimizi daha misafir edecek ve bu misafirlerin Avrupa’ya geçişlerine müsaade edecektik…
Bu insanlık dramına, insani ve İslami bakıp ona göre gayret eden tek ülke Türkiye oldu. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde yoğun ve üstün bir diplomasi trafiği yaşadık. Bu gayretin neticesinde, Suriye’deki ateş çemberi durdu, yüzbinlerce Müslümanın katledilmesinin önüne geçildi. İdlib’te yaşayan mazlumlar, “ne zaman öldürüleceğiz” endişesini yaşamayarak, huzurlu bir şekilde uyuyabildiler…
Soğuk savaş döneminden kalma iki kutuplu dünyada, ezilen ulusların temsilciliğini Tayyip Bey yapıyor. Bazı ülkelerin devlet başkanları ise bu küresel güçlere kurşun sıkabilmek için Tayyip Bey’in arkasına sığınıyor. Çünkü; kendi ülkeleri, ulusal güvenlikleri açısından ciddi anlamda abluka altına alınmışlardır. Sadece Almanya’da dahi Amerika’nın kaç tane askeri üssünün olduğunu bilmek bu ablukayı anlamak için yeterde artar bile…
Almanya; Türkiye ile Rusya’nın stratejik ortaklığını, kendi dış politikası açısından ne kadar önemli olduğunun farkına vardı. Bu farkındalığın sonucu olarak yavaş yavaş Türkiye ile yakınlaşmaya çalışıyor. Bu durumun birçok ekonomik ve politik nedenleri var. Örneğin; Rusya’nın doğalgaz vanalarını kapatması halinde Almanya’da kaç fabrika çalışabilir?
Almanya, Türkiye’nin jeostratejik önemini bildiği gibi, Rusya üzerindeki Türkiye’nin reel politik konumunu da iyice öğrenmiştir.
Ülke olarak küresel güçlerle girdiğimiz bu savaşta kesinlikle taviz vermememiz gerekiyor. Eğer taviz verirsek, şu anki diplomatik, politik ve kısmen de ekonomik kazanımların hepsini kaybederiz. Bunun farkında olarak yeni bir siyaset algısı oluşturmalıyız. Tıpkı yeni bir sisteme adım attığımız gibi.
Amerika ile bir ekonomi savaşı veriyoruz. Bu savaşla birlikte Amerika, Türkiye düşmanlığını artık taşeron örgütleri üzerinden değil direkt kendi yapıyor. Çünkü taşeron olarak kullandıkları bütün örgüt ve organizasyonları yerle bir ettik.
46 ülkede büyükelçiliği bulunmayan ABD; dünyanın kabadayılığı rolünü üstlenirken, git gide yalnızlaşmaktadır. Amerika’nın bu tutumu, Avrupa piyasaları açısından da olumsuz olarak değerlendirilmektedir. Çünkü Amerika artık kendi ekonomik krizini dolar basarak kapatamayacağını çok iyi biliyor. Bunun için de sürekli olarak yeni yeni krizler oluşturarak bu açığı kapatmak istiyor. 242 yıllık bir devlet olan ABD, büyük devlet olamamanın handikabını yaşamaktadır. Çünkü, büyük devlet olmak bir vizyon sahibi olmaktır.
Piyasaların bu durumu, dalgalı kur sisteminden kaynaklanmaktadır. Açıkçası dalgalı kur sistemi, kısmen ülkelerin ekonomi büyümesini sağlamakla birlikte, bu büyümenin cari açık vermesine de sebep oluyor. Zira daha önceki büyümemizde ülkemize giren dolar girdisi, yüksek faiz taaddüdü şartıyla girmiştir. Türkiye; sermaye hareketlerini daha düzenli bir disiplinle kontrol edebilirse, süreç içerisinde bu dolar krizini muhakkak aşacaktır.
Amerika; rahip Andrew Brunson’u, elde etmek istediği bir krizin taşeronu olarak kullanmaktadır. Garip bir şekilde, Tarsus’ta Süryani kilisesini isteyen
Yıllar sonra; tarihçilerin “Milletin Destanı” olarak anlatacağı, edebiyatçıların ise bu destanı kitaplaştıracağı önemli günlerden geçiyoruz. Dünyanın dört bir yanında zulüm gören Müslümanların hayır duasıyla yazılan bu destanın baş kahramanı, Recep Tayyip Erdoğan olmuştur. İzmir’de, Cumhurbaşkanımızın yemin töreniyle birlikte 101 pare top atışının yapılması dünyaya verilen çok güzel bir mesaj oldu. Külliyede ise Diyanet İşleri Başkanımızın ettiği duayla birlikte yeni sisteme ‘Bismillah’ demiş olduk.
Son yıllarda çok kritik ve hayati önem arz eden süreçler atlattık. Askeri, ekonomik, psikolojik darbeler ve birçok şehrimizde gerçekleştirilen alçak terör saldırılar. Bu saldırılarla birlikte bizi püskürtmeye ve ideallerimizden vazgeçirtmeye çalıştılar. Yapılan bu eylemlerin her biri toplumun kılcal damarlarını hedef alan, kaos ve kargaşa temelli işleyişlerdi. Her türlü imkana sahip olmaları onları galip edeceklerini sanıyorlardı. Ama bu millet, vatanı uğruna tankın önüne yatan kahramanlarla doluydu. O kahramanların feraseti ve anaların duası bu ayak oyunlarının önüne geçmiş ve engellemiştir. Bununla birlikte ülkemizin yerlileşmesine olanak sağlamış ve bölgesinde söz sahibi bir ülke konumuna getirmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanımızın açıkladığı kabineye baktığımız da gözetilen tek dengenin “Millet” olduğunu görüyoruz.
24 Haziran seçimleri öncesi meydanlar bir hayli hareketli. Hareketli olduğu kadar da ülke ekonomisi üzerinde ciddi bir bereketi var. Tabi bu bereketi dolar yükselsin de ülke batsın anlayışıyla nida edenler anlamaz, bilmez.
24 Haziran seçimleri öncesi meydanlar bir hayli hareketli. Hareketli olduğu kadar da ülke ekonomisi üzerinde ciddi bir bereketi var. Tabi bu bereketi dolar yükselsin de ülke batsın anlayışıyla nida edenler anlamaz, bilmez.
Cumhurbaşkanımız; şayet bir gün milletimiz tamam derse ancak o zaman biz kenara çekiliriz diyerek bazılarına çok güzel bir mesaj verdi. Bu mesaj meşruiyetin yegâne kaynağının millet olması gerektiğini ifade eden harika bir tespittir. Tayyip Bey; kendi meşruiyetinin temelini milletin oluşturduğunu ifade ederek, Türkiye üzerinde egemenlik kurmaya çalışan güçlere de meydan okumuştur. Hem de korkmadan, çekinmeden, gür bir sesle
Son günlerde popülerlik kazanan toplumsal mutabakat kavramı kime, neye ve hangi olaya göre değerlendiriliyor? Ülkemizde askeri darbe olup yönetime el mi konuldu? Veya Allah korusun topraklarımız işgal altına mı alındı? Nedir bu geniş mutabakat yaygarası...
Türk siyasetinde; oyun kurucu iki siyasi aktörün, sağ gösterip sol vuruşuna şahit olduk. Siyasetin tıkandığı durumlarda ve herkesin bağıra bağıra esip gürlediği bir ülke coğrafyasında sandığın hakemliği nokta koyucu tek mekanizmadır. Bir öğrencinin sınav sonucunda aldığı puan onun gerçeğidir. Aynı şekilde sandığın hakemliği sonucu siyasal partilerimizin aldığı oy oranı da o partinin siyasal gerçeğidir. Çünkü sandık mekanizmasından başka bir ölçütümüz yoktur
İttifak; birlikte hareket etmek üzere anlaşmak, bağlaşma, birleşme, birlik ve oy birliği demektir. Cumhur ise, halk ve topluluk anlamlarına gelir. Dolayısıyla Cumhur İttifakı; halkın anlaşması ve birlik haline gelmesi demektir.