Sayfa Yükleniyor...
Bu haftaki yazıma bir fıkra ile başlamak istiyorum. Temel benzin almak için benzinliğe gelmiş. O sırada benzine gelen zamla ilgili televizyonlar haber yapıyormuş. Temeli’in yanına gelip, “Benzine gelen zamla ilgili ne düşünüyorsunuz?” diye sormuşlar. Temel hiç düşünmeden, “Benim için fark etmez çünkü hep 50 liralık alıyorum” demiş.
***
Tıpkı bu fıkradaki gibi birçoğumuz için Merkez Bankası’nın faiz arttırmasının bir önemi yok. Zira faizi sadece paramıza bankaların verdiği karşılık olarak görmekteyiz. Bu, işin sadece görünen yüzü. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz gün politika faizini 475 baz puan artıran Merkez Bankası, faizleri yüzde 10.25’ten yüzde 15 seviyesine yükseltti. Bunu yapmasının en önemli sebebi enflasyonu durdurmak ve Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında değerini yükseltmek. Şunu unutmadan söyleyeyim; bankalar genelde Merkez Bankası faizinin bir kaç puan üstünde reel faiz verir. Yani bankalar da önümüzdeki günlerde faizlerini en az yüzde 17 seviyesine çıkarabilir.
***
Faiz artırım haberini ilk duyduğunuzda belki de, “Param yok ki bankaya yatırıp faiz elde edeyim; bana ne” demiş olabilirsiniz. Fakat kazın ayağı öyle değil. Malumunuz ekonomimiz bir süredir “Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” çizgisinde yol alıyor. Merkez Bankası (MB) attığı bu adım bir yandan dolardaki yükselişi ve enflasyonu hedeflerken diğer yandan yeni yatırımların önünü kesmiş oldu. Peki bunu nasıl mı yaptı?
***
Şöyle düşünün 100 milyon liranız var; bunun üzerine 50 milyon lira daha çekip fabrika kurmaya karar veriyorsunuz. Derken faizler yüzde 15’e çıkıyor. Mevduata getirilen bu faiz artışı kredi faizlerini de tetikleyerek yükselteceği için bankadan çekeceğiniz 50 milyon liraya daha fazla faiz ödeyeceksiniz. Üstüne üstlük koronavirüs salgını nedeniyle gelecek planları yapmakta zorlanılırken yüksek faizli kredi çekip sermayeye yatırmaktansa faiz artırımı kafanızı çelecek ve ‘en azından garanti kazanç’ diyerek paranızı faize yatıracaksınız.
***
Peki başka neler olabilir? Elindeki paranın üzerine banka kredisi çekip konut veya otomobil almak isteyenler hem artan kredi faizi hem de mevduata verilen yüksek faiz nedeniyle bu kararlarından vazgeçebilir, elindeki parayı faize yatırabilir. Bu da gayrimenkul ve otomobil sektöründe durağanlığa neden olur. Sermayedar yatırım yapmaktan vazgeçerse, otomobil ve konutlar satılamaz hale gelirse ortaya hızla artan bir işsizlik çıkar; esnaf kepenk indirmeye başlar.
***
Buraya kadar anlattıklarımızı özetlersek; bu faiz artırımı sonucu şirketler borç faizlerini karşılayabilmek için yatırımlarını azaltır. Vatandaşlar tasarruf politikasına geçer. Borcu olanlar daha da borçlanır. Bankalardan kredi alanlar ödemekte zorlanır. İş kurmak isteyenler risksiz ve emeksiz getiri için parayı bankaya vadeli hesaba koyup onun getirisi ile geçinmeyi tercih eder. Üretim azalır; tüm bu sonuçlar doğal şekilde sanayi ve ekonomiyi yavaşlatır.
***
En başa, yani yazımızın başlığına geri dönersek; paranız olsa da olmasa da faiz artışları veya düşüşleri; dövizdeki kur değişikliklerinin hepsi, gidecek bir işimizin olup olmamasından, yediğimiz ekmeğin fiyatına kadar hayatımızın her noktasını belirliyor. Olaylara ‘param, altınım, dolarım var veya yok’ diye bakmak kafamızı bilmeden kumun altına gömmektir. Çözüm ise düşük enflasyon, düşük kredi oranları ve güçlü Türk Lirası ile yatırımların cazip hale getirilerek istihdamın arttırılmasından geçmekte. Hepinize sağlıklı ve mutlu hafta sonları dilerim.