Geçen hafta tahıl koridoru anlaşması tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye gündeminin odak noktası oldu. Dünya çapında gıda krizinin eşiğinden dönülmesini sağlayan anlaşmanın birleşmiş Milletlerin yanı sıra önemli diplomatik mimarlarından birisi de Türkiye oldu. Elbette dünya çapında açlık gibi bir tehlikenin önlenmesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde devletimizin diplomasi başarısı ile gurur duyduk.
Bu anlaşma sayesinde savaş nedeniyle Ukrayna ve Rusya’da kalan 22 milyon ton tahıl özellikle Afrika ülkelerine ihraç edilebilecektir. Güvenli tahıl koridoru sayesinde tahıl fiyatlarının yükselmesine neden olan gıda krizinin hafiflemesi sağlanacaktır. Küresel ölçekte Tahıl Koridoru anlaşması hayati öneme sahiptir mutlaka. Ama çiftçi bir aileden gelen ve halen de babadan kalma tarım arazileri sayesinde tahıl tarımı alanında yaşanan tüm sorunları bizzat yaşamaktayım. Sizlere kendi memleketim olan Konya, Kadınhanı, Atlantı Ovası’nı anlatmak istiyorum. Atlantı tahıl üretimi açısından oldukça verimli geniş arazilere sahiptir. Ilgın Çavuşçu Gölü barajı sayesinde Devlet Su İşlerine ait kanal sistemi ile sulanabilmektedir. Tabi son yıllarda yaşanan kuraklık sayesinde buradan sulama da yeterli ölçüde gerçekleştirilememektedir. Suyun yeterli olmadığı zaman yeraltı kuyularından fahiş elektrik parası ödenerek sulama yapılabilmektedir. Sulama açısında imkânlar yeterli olarak kullanılabilirse çiftçinin yüzünü güldürecek iyi verim alınabilmektedir. Ancak kuyulardan sulama yapabilmek için yüklüce elektrik parası çiftçinin belini bükmektedir. Örneğin, elektrik parasından bu yıl korktuğumuz için mısır yerine nispeten daha az su isteyen ayçiçeği ektik. Buğday ekilen tarlalarda çok pahalı ve yeterli ve zamanında destek alamadığımız için alt gübre atılamadı ve bu da verimin yarı yarıya düşmesine neden oldu. Onca emek verilmişken maddi imkânsızlık nedeniyle maksimum verim sağlayamamak çok acıdır. Tabii masraflar sadece gübre, elektrik ile bitmiyor, tohum, ilaç, mazot, biçer, kamyon gibi üretim maliyetleri de geçen yıllara göre yaklaşık yüzde yüz elli artmıştır. Yüksek enflasyon sayesinde çiftçinin aldığı destekler adeta üç kuruş çerez parası gibi desem yine karşılığını bulmuyor, zira kuruyemiş de pahalı gıda ürünlerinden biri olmuştur.
Her yıl taban fiyatlar açıklanıyor çiftçi ürününü satıyor, birkaç ay sonra bu ürünlerin fiyatları artıyor. Sonuçta kar eden çiftçi olmuyor tüccar oluyor. Yıllardır bu kısır döngü devam ediyor. Bu konu ile ilgili medyada konuşulan konular genellikle tüketicinin makarnayı daha ucuza yeme imkanı olup olmayacağı üzerine yoğunlaşıyor, yerli üreticinin ürünlerinin yine yaptığı masrafa göre değer görmeyeceği konusu tali bir olgu olarak kalıyor. Toplumda diğer kesimlerin enflasyona ezdirilmemesi için ücret zamları ve de gıda ürünlerine gelen zamların gerilemesi gerektiği konuşulurken, çiftçinin de enflasyon karşısında borçlarını ödeyecek gücü olması, geçinecek para kazanması ve de yeni hasat döneminde masrafları karşılayacak cebinde para kalması gerekiyor.
Oysa tahıl koridoru hem Türkiye için hem dünya için tarımda kendine yeterliliğin önemini bir kez daha gözler önüne seriyor. Öncelikle çiftçinin maksimum verim almasını sağlayıcı desteklerin sembollük düzeyden, masraflar hesaplanarak reel verilere dayanarak ödenmesi gerekiyor. Hasat sonrası ise taban fiyatlarının ürün maliyetleri göz önünde bulundurularak çiftçinin emeğinden kazanç sağlamasına yönelik olmalıdır ve de tüccarın birkaç ay sonra asıl karı cebine indirmesinin önü alınmalıdır.