2

Ateşe Benzin Döken Birleşmiş Milletler Kararı


  • Oluşturulma Tarihi : 28.08.2023 05:00
  • Güncelleme Tarihi :
Ateşe Benzin Döken Birleşmiş Milletler Kararı

Dünya barışından sorumlu olduğunu düşündüğümüz Birleşmiş Milletler’e bağlı bir güç neden böyle davrandı? Nedeni, ne yazık ki Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinin yaklaşık 60 yıl önce 4 Mart 1964 tarihinde almış olduğu 186 sayılı karardır. Bu karar, bugüne kadar Kıbrıs Türk halkına karşı uygulanan adaletsizliklerin, Kıbrıs meselesinde yaşanan çarpıklıkların başta gelen sebebi olmuştur.

Kıbrıs’ta 1960 yılında Londra ve Zürih Antlaşmalarıyla, Türklerle Rumların eşit ortaklığı üzerine kurulan Cumhuriyet, Türkiye ve Yunanistan arasındaki hassas Lozan dengesine dayanıyordu. Kıbrıs’ın kurucu belgelerinden Garanti Antlaşması, Türklerin veto yetkisine sahip olduğu anayasal bir federasyon biçimindeki bu devletin devamlılığının sağlanmasında, Türkiye’ye tek taraflı kullanabileceği önemli bir müdahale hakkı kazandırmıştı. Bu sayede 1878’den sonra ilk kez Türkiye adaya asker çıkarabilmişti. Osmanlı döneminden beri Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için uğraşan Rum-Yunan tarafının saldırılarına karşı Kıbrıs Türklerinin güvenceye kavuşması da bu antlaşmayla mümkün hale gelmişti.

Ancak bu yetkiler kısa zamanda Kıbrıs Rum tarafını rahatsız etti. Kurulan ortaklık Cumhuriyetini yıkarak Türkleri azınlık haline getirmek amacıyla girişimlere başlayan Rumlar 21 Aralık 1963’te Türklere karşı bütün adada saldırıya geçti. Tarihte “Kanlı Noel” olarak bildiğimiz, dünyanın gözü önünde cereyan eden bu acımasız saldırılarda Rumlar 800 Türk’ü canice öldürdüler. Türk köylerini yaktılar. Türkleri silah zoruyla anayasal kurumlardan,  hükümetten ve meclisten çıkardılar. Türk-Rum ortaklık devleti olarak kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyetini Rum Cumhuriyetine dönüştürdüler. Rum lideri Makarios 1 Ocak 1964 günü Cumhuriyet’i kuran antlaşmaları ve anayasayı tek taraflı olarak feshettiğini ilân etti. Bu gelişmeler üzerine önce Londra’da, arkasından New York’da BM Güvenlik Konseyinde toplantılar düzenlendi. 

New York’da 4 Mart’ta toplantılar sonucunda 186 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı kabul edildi. Bu karar, Kıbrıs’ta kan dökülmesini önlemek amacıyla oluşturulacak Barış Gücünün, Rumlardan oluşan “Kıbrıs Hükümeti”nin onayına bağlı olarak faaliyet göstermesini, adada kamu düzeninin yeniden sağlanmasından da Rumların sorumlu olmasını öngörüyordu. Bunun anlamı, kuzunun kurda teslim edilmesi demekti. Barış Gücünün kuruluşundaki bu büyük sakatlık, maalesef Kıbrıs yangınına benzin dökmek anlamına geliyordu. Nitekim öyle de oldu. Bu kararla birlikte Rum saldırıları pervasızca devam etti. Barış Gücünün gözleri önünde Yunanistan 1964’ten itibaren adaya sayısı 20 bine ulaşan bir kolordu getirdi.  

Bu talihsiz BM kararı, sonraki yıllarda Kıbrıs meselesini de yanlış bir perspektife oturttu. Zira artık Rum tarafının çözüme ihtiyacı kalmamıştı. Çözüm müzakereleri, Londra ve Zürih Antlaşmaları dururken, yanlış zemine, büyük devletlerin veto yetkisine sahip olduğu Birleşmiş Milletler’e çekildi. Yıllarca müzakere masasında Kıbrıs Rumları “Cumhuriyeti temsil eden Hükümet” sıfatıyla otururken, 1960’ın ortağı Türkler sadece “Cemaat” olarak temsil edilebildi. Tarafların eşitsiz statüyle katıldığı bütün görüşmelerde olduğu gibi, bu müzakerelerden de bir sonuç çıkmadı; aksine, uzayan görüşmeler Türk tarafının müzakere masasına zincirlenmesine, yıllarca izolasyon altında yaşamasına yol açtı. Öyle ki, 2004’te Rum Yönetimin haksız biçimde Avrupa Birliğine üye yapılması dahi 186 sayılı karara dayandırıldı.

Peki bu denli yanlış bir karar Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde nasıl alındı? Saldırılar başladığında Türkiye, Kıbrıs Türklerinin can güvenliğini sağlamak ve  biran önce daha fazla kan dökülmesini önlemek amacıyla, Garanti Antlaşmasından doğan müdahale hakkını kullanmak istiyordu. Güvenlik Konseyine sunulmak üzere hazırlanan ilk ABD taslağında, Ankara’nın isteği doğrultusunda, Kıbrıs’ın bağımsızlığının Londra ve Zürih Antlaşmalarından doğduğu, bu bağımsızlığın ancak bu Antlaşmalar geçerli olduğu sürece var olabileceği görüşü yer alıyordu. Yunanistan ve Makarios ise çeşitli manevralarla bu teklifin engellenmesine çalışıyordu. O dönemde Bağlantısızlar Hareketine ve Sovyetler Birliğine yakın bir tutum içinde olan Makarios, Garanti Antlaşmasından kurtulmanın bir yolu olarak, konunun, kendisine daha geniş bir hareket alanı sağlayacağını düşündüğü Birleşmiş Milletler çerçevesinde ele alınmasını sağlamış olmanın rahatlığı içindeydi. Rum tarafı BM’de “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla üye koltuğunda oturmaya devam ettiğinden, anayasal yetkilerini kullanması engellenen ve devlet organlarından zorla çıkarmış olan Türkler, Güvenlik Konseyi oturumlarına sadece vatandaş olarak katılabililiyordu.

Kıbrıs’ta üslere sahip eski sömürgeci devlet İngiltere ise, Ocak 1964’te Londra’da bir konferans toplamaya çalışmış, Makarios’un girişimleri nedeniyle buradan bir sonuç alamamıştı. İngiltere 18 Şubat’ta toplanan Güvenlik Konseyinde Kıbrıs’ta Hükümetin artık Rumlar’dan oluşan bir yönetim olduğu gerçeğini bir yana bırakarak, adadaki nüfuzunu ve askeri varlığını sürdürme gayreti içine girmişti. İngiliz üslerinin hizmete devam etmesi, İngiltere’nin Türklerden çok Rumlarla işbirliği yapmasına bağlıydı.  Geçmişte 1915 yılında Kıbrıs İngiliz sömürgesi iken, İkinci Dünya Savaşına girmesi karşılığında adayı Yunanistan’a vermeyi teklif etmemişler miydi? 1919’da Yunanistan’ın Anadolu’yu işgalinde İngiltere’nin rolü bilinmiyor muydu? Kendisine Rum darbesinden sonra Kıbrıs’ta Hükümet var mı diye sorulan İngiliz Dışişleri yetkilisi Sir Francis Vallat, “Bize Hükümet olmadığına dair bir bilgi ulaşmadı” diyordu. İngiltere’nin daha sonraki yıllarda da 1960 düzeni bozulmamış gibi davranmaya devam ettiği gözden kaçmıyordu.

pile-yolu-kktc-a-2095682

Birleşmiş Milletler’in tutumu da bundan farklı değildi. 1990 yılında İngiliz milletvekili Sir Anthony Kershaw o dönemin çelişkili manzarasını şöyle hicvetmişti: “BM Rumlara tek Kıbrıs Hükümeti gibi davranıyordu. Bunun hukuki dayanağı olarak da Rumların feshettik dedikleri antlaşmaları ve anayasayı gösteriyorlardı.”

Diğer yandan, Kıbrıs Türklerini temsilen Güvenlik Konseyinde konuşma imkânı verilen Rauf Denktaş, Kıbrıs’a barış gücü göndermek yerine, Garanti Antlaşmasında mevcut olan, garantör ülkelerin asker kontenjanını artırmak gerektiğini vurgulamıştı. Denktaş o günleri anlatırken, New York’da tasarıya Türkiye ile birlikte itiraz ettiklerini, bunu bir hafta engellemeyi başardıklarını, ancak ABD ve İngiltere’nin kendilerine “Hükümet sözcüğüne takılmayın” dediklerini, “Hükümet” ifadesinden “iki toplumlu anayasal hükümet”in anlaşılması gerektiği konusunda güvence vermeye çalıştıklarını söylemişti.

 Sonuçta karar Rum-Yunan tarafının istediği gibi çıktı. Denktaş toplantıdan gözyaşları içinde ayrıldı. Kıbrıs’ta göreve başlayan, baştan tarafsızlığını yitirmiş Barış Gücü, adaya Yunan askeri girerken, Türk köylerine saldırılar olurken seyirci kaldı. Hatta 15 Ağustos 1974’te, tıpkı Srebrenica’da yaşandığı gibi, Taşkent köyü olayında, Türklerin silahlarını toplayıp Rum polisine teslim etti; silahları bu şekilde alınan 14 yaşından büyük 84 Türk’ün Rumlar tarafından kurşuna dizilerek öldürülmelerine neden oldu.

Durumu daha iyi anlamak için, halen BM Barış Gücünün bütçesinin % 33’ünü Rum Yönetiminin, % 11’ini Yunanistan’ın ödediğini bilmek dahi yeterlidir. Bugün Barış Gücü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarında yetki sahibi değildir. Türk tarafıyla yapılmış bir statü anlaşması bulunmamaktadır. Kıbrıs Türkleri kendi güvenliklerini kendi devletlerinin çatısı altında sağlamış durumdadır.

Esasen Kıbrıs’ı yakından izleyen herkes bilmektedir ki, adada gerçek barış ve güvenliği 1974 yılından bu yana başka bir barış gücü, Türk askeri sağlamaktadır.

Ateşe Benzin Döken Birleşmiş Milletler Kararı
Şakir Fakılı
Yazarımız Kim ?

Şakir Fakılı