Sayfa Yükleniyor...
Yüz yaşında hayata veda eden eski Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in ardından Batı basınında peş peşe kapsamlı ve hayli ilginç yorumlar çıktı. New York Times onun bir “ikiyüzlü” olduğunu yazarken, BBC onun savunduğu “realpolitik” siyasetinin etik bulunmadığı eleştirisine yer verdi. The Economist dergisi Kissinger’in hiçbir zaman istediğini elde edemediğini ileri sürdü.
Kissinger’i Almanya’da doğduğu kentte bir konuşma yaparken izlemiştim. Nürnberg yakınında, Türklerin yoğun yaşadığı, 1938’de Nazi zulmü yüzünden ailesiyle birlikte terk etmek zorunda kaldığı Fürth kasabasında, Belediyenin ev sahipliğinde anadilinde eski hemşerilerine hitap etmiş, çocukluk anılarını, eski ve yeni Almanya izlenimlerini anlatmıştı. Yanılmıyorsam 1998 yılındaydı. Tabii, dinleyenler arasında yahudi Fürthlüler artık yok denecek kadar azdı.
Kissinger’in ardından konuşulanlara bakınca, günahının da sevabının da çok olduğunu görmek mümkün. En büyük günahı herhalde 1972’de Şili’de seçimle işbaşına gelmiş Devlet Başkanı Salvador Allende’ye karşı düzenlenen, Allende’nin de hayatına mal olan kanlı darbede oynadığı roldü. Kissinger’in payı bununla kalmamış, Şili halkının demokratik tercihini yok sayan beyanlarda da bulunmuştu. Şili halkını gerçek çıkarını bilmemekle suçluyordu. “Dış politikada ahlaka uygunluk arayanlar ne mükemmelliğe ne de emniyete kavuşur” diyordu. Bunun dışında Kissinger, Vietnam savaşının sona ermesini sağlayacak müzakereleri de yürütmüş, ABD’nin Çin’e açılımını sağlayan tarihi adımı atmış, keza 1973 Arap-İsrail savaşında devrede olmuştu. Soğuk Savaş döneminde
Yapay Zekâ’ya sormuşlar, dünyada 2024 için ne tahmin ediyorsun diye, “Silah ve sandık” diye yanıtlamış. Yani savaşların devam edeceği ve önemli seçimler yapılacağı öngörüsünde bulunmuş. Herhalde Amerika’da Trump’ın yeniden gelme ihtimali olan seçimleri kastetmiş olacak. Rusya, Hindistan ve Meksika’da da seçimler var ama ABD Başkanlık seçimleri kadar belirleyici olmayacak. Trump’ın seçimi kazanması olasılığını Yapay Zekâ savaş kadar önemli görüyor olsa gerek. Gerçekten, Trump bir daha kazanırsa ABD’de demokrasi dahil birçok şey altüst olacağa benziyor. Savaşa gelince, doğal olarak Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının süreceğini tahmin etmek zor değil. Yıl sonu yaklaşırken hâlâ devam eden İsrail’in Gazze’yi acımasız işgalinin de 2024’te barışçı biçimde sonuçlanacağını düşünmek pek mümkün görünmüyor.
Yapay Zekâ henüz insanoğlunun denetim alanının sınırlarını şimdilik aşabilmiş değil. Ama gelecek pek öyle görünmüyor, zira önümüzdeki yıl daha geniş bir uygulama ortamı bulacağı ifade edilen “otonom sistemler”in hayatımızda nasıl bir devrim yaratacağını bilemiyoruz. Umarız bu yenilikler olumlu yönde olur, dünyamızda ve ülkemizde bilim ve teknolojide insanlığın iyiliği için güzel, umut verici, ferahlatıcı gelişmeler yaşarız.
Biz yine 2024 tahminine dönersek, Yapay Zekâ’nin bilemediği ya da hesaba katmadığı ciddi gelişmeler de yaşayacağımızı, örneğin küresel ısınma tehlikesinin süreceğini, son yıllarda Avrupa ülkelerinin kâbusu haline gelen, ülkemizi de yakından ilgilendiren düzensiz göçün sorun olmaya devam edeceğini söyleyebiliriz.
Cumhuriyetimizi özel yapan en önemli fark, işgalcilere karşı kurtuluş savaşı verilerek kurulmuş olması, bağımsız olmayı ve diğer uluslarla eşit yaşamayı temel düstur olarak benimsemesi ve çağdaş uygarlığın aydınlanma yolunu seçmiş olmasıdır.
Dünya barışından sorumlu olduğunu düşündüğümüz Birleşmiş Milletler’e bağlı bir güç neden böyle davrandı? Nedeni, ne yazık ki Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinin yaklaşık 60 yıl önce 4 Mart 1964 tarihinde almış olduğu 186 sayılı karardır. Bu karar, bugüne kadar Kıbrıs Türk halkına karşı uygulanan adaletsizliklerin, Kıbrıs meselesinde yaşanan çarpıklıkların başta gelen sebebi olmuştur.
Dünya barışından sorumlu olduğunu düşündüğümüz Birleşmiş Milletler’e bağlı bir güç neden böyle davrandı? Nedeni, ne yazık ki Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinin yaklaşık 60 yıl önce 4 Mart 1964 tarihinde almış olduğu 186 sayılı karardır. Bu karar, bugüne kadar Kıbrıs Türk halkına karşı uygulanan adaletsizliklerin, Kıbrıs meselesinde yaşanan çarpıklıkların başta gelen sebebi olmuştur.
Nüans, esası bozmayan ince ayrıntı, küçük anlam veya ton farkı anlamına geliyor. Örneğin bir tiyatro oyuncusu, sözlerinin daha iyi anlaşılmasını, ellerini ve kollarını oynatmadan, sırf sesinin tonunu yükseltip alçaltarak sağlayabiliyorsa, sesine nüans vererek oynamış oluyor. Resim yaparken bir çam ağacının yeşilliğini türlü ton ve renk gölgeleriyle göstermek ustalık isteyen bir nüans tekniği sayılıyor. Diplomaside de böyle. Sözcüklerin “gölgesel” ayrımlarıyla oynayarak, çatışan çıkarların bir noktada buluşması ya da uzlaşması mümkün olabiliyor. İnsanoğlu sözcükleri bulduğu gibi zamanla onların nüanslarını da bulmuş. Ayrıntılar dünyasının zenginliğinden yararlanmış, nüanslar sayesinde kavgaları yatıştırmış. Örneğin karşıtlarının hamlelerine doğrudan “düşmanca” demek yerine, “dostlukla bağdaşmayan” gibi bir deyim kullanmayı tercih etmiş.
2023’e günler kala dünyadaki gelişmelere baktığımızda gözlerin Ukrayna üzerinde kilitlendiğini görüyoruz. Dünya liderlerinin çoğu savaşın tıkandığı görüşünde. Enerji, gıda temini, durgunluk, enflasyon, faiz gibi birçok etkenin geleceği Ukrayna’daki duruma bağlı. Rusya göründüğü kadarıyla krizi uzatmaya, Batı’nın Ukrayna’ya desteğini azaltmaya çalışıyor. Acaba Ukrayna’ya bakarken başka ihtilafları gözden kaçırıyor muyuz? Mesela Çin bu krizin yarattığı sisli ortamda Tayvan üzerinde bir hamle yapabilir mi? Hindistan ile Çin arasında Himalayalar’da bir çatışma meydana gelebilir mi?
Türkiye’nin, bugünlerde 39’uncu kuruluş yıl dönümünü kutlayan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin diğer devletlerce tanınması çağrısında bulunması, ardından Türk Devletleri Teşkilatına KKTC’nin gözlemci üye olarak kabul edilmesi, ayrıca BM Barış Gücü askerinin kuzeydeki topraklara ancak KKTC’nin yetkisi altında girebileceğinin ilan edilmesi, sevindirici, kutlanması gereken doğru adımlardır.
Ülkemiz uluslararası siyaset bakımından dünyanın en zor bölgelerinden birinde yer alıyor. Yakın tarihimiz, her dönemde karşımıza çıkan çetin engellerin örnekleriyle dolu. Bu engellerle baş ederken haliyle dışarıya karşı kullanılan üslup da kritik önem taşıyor. Cumhuriyetimizin 99'uncu yıldönümünü kutladığımız bugünlerde, biraz geriye giderek, yabancı güçlerle ve komşularla ilişkilerimizde, kurtuluş ve kuruluş yıllarında nasıl bir diplomatik dil kullanıldığını, bugünlere de ışık tutabileceği düşüncesiyle okurlara sunmak istedim. Son iki yüzyılında kendisine Avrupa’nın “çöken ve dağılan hasta devleti” nazarıyla bakılan Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı sonunda galip devletlerce işgal edilmiş, yok olma süreci başlamıştı. Devlet artık göstermelik reformlarla, idare-i maslahatla, emperyalistlere masa başında verilecek ödünlerle, Avrupa güçlerini birbirine karşı kullanma maharetiyle ya da mandacılıkla kurtarılamayacak haldeydi. Bu ölüm kalım çıkmazında Atatürk, kurtuluş için tam bağımsızlık ve esaslı bir devrim dışında bir yol kalmadığına, Batı’nın pençesinden kurtulduktan sonra Batı ile barış yapılması ve çağdaşlık yoluna girilmesi gerektiğine inanıyordu. Yıkılan Osmanlı devletinin Hariciyesi, devlet geleneklerine dayanan, iyi dil bilen diplomatlara sahip olmasına rağmen, 18nci yüzyıldan itibaren, sürekli toprak kaybeden, büyük devletlerin baskısıyla kararlar alan bir imparatorluğun, başı eğik, günü kurtarmaya çalışan bir kurumu haline gelmişti. Cumhuriyet diplomasisi ise 30 Ağustos 1922’de kazanılan büyük askeri zaferin ve bunu diplomatik kazanımlarla dünyaya kabul ettiren Lozan Barışının haklı gururu ile yola çıkıyordu. Bu iki parlak başarı ve bu başarıların gerçek kahramanı Atatürk’ün tüm dünyada kazandığı haklı saygınlık, Cumhuriyet döneminin diplomatik üslubuna da damgasını vurdu. Bu ayrıcalıklı üslupla Cumhuriyet yönetimi uzun yıllar boyunca gerçekçilikten, akılcılıktan, sağduyudan ayrılmadı. Macera peşinde koşmadı. Komşularının içişlerine karışmadı. Büyük devletlerle mesafeye dikkat ederek, bölge istikrarına katkıda bulunan bir dış siyaset izledi.
İngiltere Kraliçesi İkinci Elizabeth hakkında ölümünden sonra çok şey yazıldı. Batı’nın önde gelen demokrasileri arasında sayılan İngiltere’de, anayasal dengeler içinde önemli bir yere sahip Kraliçe, aynı zamanda geleneklerin korunmasını ve yaşatılmasını da temsil ediyordu. Ülke içinde monarşik düzen ne denli simgesel olursa olsun, onun hayatta olduğu yetmiş yıl boyunca kolonilerde İngiliz hegemonyası altında yaşanan acılar ve haksızlıklar da bir şekilde Kraliçeyle ilişkilendirilerek eleştiriliyor. Övgüde de yergide de sınır tanınmıyor. Örneğin Kraliçenin hayvanseverliğini övenler olduğu gibi, avcılık merakını öne sürerek onu hayvan katliamıyla suçlayanlar da oluyor.
Astronotlar uzaydan bakınca dünyanın hayranlık uyandırıcı, devletleri ayıran sınırların anlamsız kaldığı, harika bir mavi küre biçiminde göründüğünü söylüyor. Oysa dünya 208 farklı ülkeden oluşan, hala yüzlerce çatışmanın yaşandığı, tehlikelerle dolu bir yer. Keşke dünyamız uzaydan göründüğü gibi güllük gülistanlık olabilseydi.
İşe giderken her sabah Attila József Sokağından geçerdim. Bazen de yürürken yolum oraya takılırdı. Tuna üzerinden Aslanlı Köprüyü geçip Buda’dan Peşte yakasına geçer geçmez, önce sağa sonra sola dönünce karşıma hemen “Attila József” tabelası çıkardı. Tabelanın altında, kısacık bir ömür sürmüş bu şairin madenden kabartma bir portresi dururdu: “József Attila 1905-1937”.
Ukrayna’da dördüncü ayına giren savaş dünya ölçeğinde ciddi bir gıda ve enerji güvenliği sorunu yaratacağa benziyor. Dünyada buğdayın üçte birinden fazlasını sadece Ukrayna ve Rusya üretiyor. Bu arada Amerika Birleşik Devletlerinin savaşla ilgili tutumunda bazı gelişmeler görülüyor: Biden Yönetimi savaşın başında oluşturduğu Rusya karşıtı koalisyonun durumu pek değiştirmediğinin farkına varmaya başladı. Bu nedenle Hindistan, Brezilya, İsrail ve Körfez ülkelerini de tarafsız kalmamaya, yaptırımlara katılmaya teşvik ediyor. Ama buna istekli davrananların pek fazla olmadığı görülüyor. Asyalılar, Batılıları kendi sorunlarını dünyanın tek meselesiymiş gibi görmekle eleştiriyor.
Her yıl 9 Mayıs üye ülkelerde Avrupa Birliği Günü olarak kutlanıyor. Biz de tam üye olabilseydik herhalde bizde de kutlanırdı. Avrupa Birliği dünyada şimdiye kadar başarılmış en ileri uluslararası örgütlenme şekli. Aynı zamanda demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukuk devleti denince dünyada ilk akla gelen örnek Avrupa Birliği. Ne yazık ki bu güzellikler üye ülkeler için geçerli. Örgüte üye olabilmek için bu alanlarda birçok kriteri yerine getirmiş olmak gerekiyor.
Fahrettin Altay İzmirlilerin çok yakından tanıdığı bir isim. Fahrettin Altay Mahallesi, Fahrettin Altay metro durağı İzmir’de günlük yaşamın bir parçası. Milli Mücadelede Mustafa Kemal’in safında yer alan, 9 Eylül 1922’de İzmir’e ilk giren Süvari Kolordusunun Komutanı Fahrettin Altay’ın (1880-1974) anıları, İş Bankası Kültür Yayınları tarafından geçtiğimiz ocak ayında On Yıl Savaş ve Sonrası adıyla yeniden basıldı. İlk baskısı 1970 yılında gerçekleştirilen kitap, aynı zamanda yakın tarihimize ışık tutan önemli bir belge niteliğinde.
Macaristan’da Ukrayna savaşının gölgesinde 3 Nisan Pazar günü yapılan seçimlerde büyük bir zafer kazanan Viktor Orban’ın karşısında altı muhalefet partisinden oluşan bir blok yer aldı. Blok içinde sosyalistler ve aşırı sağcılar gibi ezeli rakipler de bulunuyordu. Bu bloğun bizdeki altı parti ittifakından farkı, hedeflerinin anayasal sistemi değiştirmek değil, sadece Orban’ı iktidardan indirmek olmasıydı. Daha önce Budapeşte Belediye Başkanlığını birleşerek almış olmaları onları cesaretlendirmişti.
İçinde bulunduğumuz mart ayı, tanınmış şairimiz Enis Behiç Koryürek’in doğumunun 130’ncu yıldönümü. Enis Behiç, aynı zamanda ünlü “Geçsin günler, haftalar, aylar, mevsimler, yıllar; sen gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses olarak kalacaksın” şarkısının güftesinin de yazarı.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline hiçbir hukuki ya da ahlaki gerekçe gösterilemez. Bağımsız ve egemen Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne yönelik bu saldırı uluslararası hukuka aykırıdır. Emperyal hevesler besleyen bir güç olması ve Avrupa’da düzeni kendi lehine değiştirme isteği hiçbir zaman Rusya’yı haklı gösteremez.
Rusya-Ukrayna gerginliği nereye varacak? Bugünlerde Moskova veya Kiev’de sokaktaki insanlara sorarsanız işgal uzak bir ihtimal. Hatta BBC muhabirinin görüştüğü bir Moskovalı, “Hani geçen yıl işgal edecektik, olmadı mı?” diye espri yapmış. Üniversitelerin jeopolitik uzmanlarından da “işgal falan olmaz” diyenler var. Batı dünyasında esen ya da estirilen hava ise tam tersine, her an işgal yaşanacağı şeklinde. Öyle ki, Ukraynalı bir yetkili “Ruslar sürprizi sever ama durum geçen yılkinden daha kötü değil” diyerek Batı basınının tutumundan rahatsızlığını dile getirdi. Olayı fazla abartmayanlardan biri de, “Rusya’nın tek istediği şey saygıdır” diyen Alman Deniz Kuvvetleri Komutanı Schönbach oldu. Ancak bu açıklamanın ardından istifa etti. Almanya ise Ukrayna’ya silah göndermeyeceğini açıkladı.
İşin aslı, Rusya’nın, kapısının eşiğine kadar genişlemekte olan NATO’dan rahatsızlık duyması. Putin, Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın NATO’ya üye yapılmasını istemiyor. Daha önce üye yapılan Doğu Avrupa ülkelerindeki silahlanmadan da endişe duyuyor. Bu arada Rus yönetiminin tarihsel olarak Ukrayna’yı kendinden bir parçaymış gibi gördüğünü de eklemek lâzım. Bütün bu nedenlerle Rusya, dünyadaki sisli ortamdan da faydalanarak, geleneksel Rus diplomasisine uygun bir tarzla, yani kuvvetlerini Ukrayna sınırına yığarak, ABD ve NATO’ya ilettiği iki belgeyle, Avrupa’da yeni bir güvenlik mimarisi kurulması önerisinde bulundu. Rusya bu belgelerde, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya üye
Mümtaz Soysal’ın yazdıkları
Dünya 2021’e Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni bir başkanla, Joe Biden’la girdi. Hayli sıkıntılı geçen ve en son Kongre’ye yapılan baskınla hatırlanan Cumhuriyetçi Trump döneminden sonra, Demokrat Biden görevi devralır almaz ABD’nin yeniden Paris İklim Sözleşmesine katılmasını sağladı, dış politikada çok taraflı diplomasiye ağırlık vermeye başladı.
Bartók, Türk ve Macar ezgilerinin melodik yapıları arasında bir bağlantı olduğuna inanıyordu. Ona göre Macar ezgileri de zengin, özgün ve renkli Orta Asya ve Kuzey Karadeniz geleneğine dayanıyordu. Macar kültüründe Asya’dan gelen, Hazar Denizinin kuzeyinden, Volga boylarında bir arada yakın yaşamış olmaktan kaynaklanan bir Türk etkisi vardı. Bartók, “Fin-Ugor’dan çok Türklere yakınız. Türklerle yarı-kardeş sayılırız” diyordu.
Ünlü Macar besteci ve piyanist BélaBartók’un aynı zamanda halk müziği alanında araştırmalar yapan bir etnomüzikolog olduğu ve bu yönüyle Türk halk ezgileri üzerinde deçalışmalar yaptığı, herhalde pek az bilinen bir özelliğidir.
Cumhuriyet’in Hariciye geleneğinden yetişmiş değerli iki büyükelçinin, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığında bulunmuş Özdem Sanberk’in ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı yapmış Sönmez Köksal’ın dış politikaya ilişkin gözlemleri, söyleşi ortamında sorulara verdikleri yanıtlar halinde, Değerler, Çıkarlar ve Dönüşüm adıyla kitaplaştırılmış. Doğan Kitap tarafından bu yıl yayınlanan 340 sayfalık eser, deneyimli teknoloji-ekonomi-güvenlik uzmanı Memduh Karakullukçu’nun moderatörlüğünde gerçekleşmiş. Kitabın editörü Gökberk Kızıltan, dostlar arasındaki bu söyleşiyi başarıyla şekillendirerek kitaba dönüştürmüş.