Sayfa Yükleniyor...
Rusya-Ukrayna gerginliği nereye varacak? Bugünlerde Moskova veya Kiev’de sokaktaki insanlara sorarsanız işgal uzak bir ihtimal. Hatta BBC muhabirinin görüştüğü bir Moskovalı, “Hani geçen yıl işgal edecektik, olmadı mı?” diye espri yapmış. Üniversitelerin jeopolitik uzmanlarından da “işgal falan olmaz” diyenler var. Batı dünyasında esen ya da estirilen hava ise tam tersine, her an işgal yaşanacağı şeklinde. Öyle ki, Ukraynalı bir yetkili “Ruslar sürprizi sever ama durum geçen yılkinden daha kötü değil” diyerek Batı basınının tutumundan rahatsızlığını dile getirdi. Olayı fazla abartmayanlardan biri de, “Rusya’nın tek istediği şey saygıdır” diyen Alman Deniz Kuvvetleri Komutanı Schönbach oldu. Ancak bu açıklamanın ardından istifa etti. Almanya ise Ukrayna’ya silah göndermeyeceğini açıkladı.
İşin aslı, Rusya’nın, kapısının eşiğine kadar genişlemekte olan NATO’dan rahatsızlık duyması. Putin, Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın NATO’ya üye yapılmasını istemiyor. Daha önce üye yapılan Doğu Avrupa ülkelerindeki silahlanmadan da endişe duyuyor. Bu arada Rus yönetiminin tarihsel olarak Ukrayna’yı kendinden bir parçaymış gibi gördüğünü de eklemek lâzım. Bütün bu nedenlerle Rusya, dünyadaki sisli ortamdan da faydalanarak, geleneksel Rus diplomasisine uygun bir tarzla, yani kuvvetlerini Ukrayna sınırına yığarak, ABD ve NATO’ya ilettiği iki belgeyle, Avrupa’da yeni bir güvenlik mimarisi kurulması önerisinde bulundu. Rusya bu belgelerde, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya üye yapılmasına ilişkin 2008 Bükreş Doruk kararından dönülmesini, Rusya’ya yakın ülkelerdeki kuvvetlerin geri çekilmesini ve Batı’nın Orta Asya’ya ve Kafkasya’ya karışmamasını istiyordu. NATO’nun bu belgelere vereceği yanıt merakla bekleniyor. Doğal olarak Batı dünyası Ukrayna’nın bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygı gösterilmesini istiyor.
Rusya Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini 1994 Budapeşte anlaşmasıyla tanımış olduğu halde, 2014’te Kırım’ı işgal ve ilhak ederek Batı dünyasında büyük tepki çekmişti. Ukrayna’nın doğusunda Donbas bölgesinde Rusya’nın, 2014’ten beri ayrılıkçı güçleri desteklemek suretiyle yarattığı istikrarsızlık, gerilimin dozunu daha da artırmaktaydı.
Bütün bunları düşündüğümüzde, Rusya’nın son krizdeki tutumunu, diplomaside “brinkmanship” denilen yönteme benzetmek mümkün; yani ihtilafı bilinçli biçimde iyice gererek meseleleri “uçurumun kenarına” kadar getirmek, böylece karşı tarafın “ilkgözünü kırpan”, yani geri adım atan taraf olmasını sağlamak, ondan istediğini koparmak ve oyunu kazanmak. Gözünü kırpma deyimini özellikle bu krizde gözlemciler için cazip hale getiren ise, soyadı Almanca’da göz kırpmak anlamına gelen ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken. Tabiatıyla onun diplomatik diyalog dışında, böyle bir oyunun içinde olduğu söylenemez. İşin diplomatik boyutuna bakarsak, krizin çözülmesi için bugüne kadar yürütülen temaslardan henüz bir sonuç alınamadı. Ancak görüşme kanallarının açık tutulmuş olması önemli bir gelişme sayılmalı. Bu çerçevede, Blinken’in Rus karşıtı Lavrov’la Cenevre’de yaptığı son görüşme diplomatik çevrelerde olumlu karşılandı. Belki de bu diyalog bizi bir Biden-Putin doruk toplantısına götürecek.
Avrupa Birliğindeki hava, ABD’ye güvensizlik şeklinde ortaya çıkıyor. Rusya da ABD ve NATO’yu muhatap alıyor. Çin ise gelişmeleri şimdilik sessizlikle izliyor. Çin bir yandan ABD ile rakip, diğer yandan Ukrayna ile sıkı ilişkiler geliştirmiş, Rusya’yı da karşısına almak istemiyor. Bu arada bölgeden basına ulaşan istihbarat raporları işgal tehlikesine işaret etmeye devam ediyor. İngilizler Rusların işgal hükümeti kurmak için Moskova’ya bağlı Ukraynalı siyasetçilerle temas halinde olduğunu ileri sürüyor.
Bunalım büyürken Washington Post’ta çıkan bir yorumda, Ukrayna’ya İHA/SİHA satışı nedeniyle krizden Türkiye sorumlu tutuldu. Bunun hayli abartmalı olduğu ortada. Türkiye tabiatıyla NATO üyesi ve Kırım’ın Rusya tarafından ilhakını tanımıyor. Rusya ve Ukrayna Karadeniz’e sahildar komşularımız. Bunalımın Karadeniz’e yansıması ise konunun ciddi bir boyutu olarak karşımıza çıkıyor. Bu durumda Montrö Antlaşmasının Türkiye’ye verdiği yetkilerin hassasiyetle değerlendirilmesi gerekecek. Türkiye’nin elinde önemli bir koz sayılabilecek bu yetkileri, sıcak ortamın daha fazla körüklenmemesi ve barışçı iklimin gelişmesi için kullanması mümkün olabilir. Çok taraflı diplomasiye katkı vererek de Türkiye, kurumsal diplomasiyi ustalıkla kullanması halinde, ülkemizin kuzeyinde oluşan ve başımızı ağrıtan bu tehdidin yatışmasına destek sağlayabilir.