Sayfa Yükleniyor...
Biz mizah yönünden şanslı bir ülkeyiz. Zengin bir güldürü kültürümüz var. Meselelerin ince yönünü bulmakta, hicvetmekte diğer halklardan geri kalmayız. Nasrettin Hoca, İncili Çavuş fıkraları, Akbaba ve Gırgır gibi mizah dergileri, “acıyı bal eyleyen” halkımızın yoksulluğa ve baskılara rağmen gülmesini, güldürmesini iyi bildiğinin; tepkisini iğneli fıkralarla ortaya koyabildiğinin kanıtıdır. Güldürü üstadı Aziz Nesin dünyaca tanınmış bir yazarımızdır. “Dünün güneşiyle bugünün çamaşırını kurutmam” diyen Süleyman Demirel gibi, siyaseti hicivle kaynaştırabilen devlet adamlarımız vardır.
Tanşuğ Bleda’dan önceki dönemlerde Numan Menemencioğlu, Cevat Açıkalın ve Muharrem Nuri Birgi de nükteleriyle tanınmış büyükelçilerimizdendi. Büyükelçi Birgi’nin, 1964-67 arasında Paris’te Nato Daimi Temsilcimiz olduğu dönemde bir Konsey oturumunda Yunan Delegesine karşı yaptığı bir müdahale tıpkı Harold Macmillan’ın Birleşmiş Milletler’de Kruşçev’i zor duruma düşürmesi gibi, salonu kahkahalara boğmuştu. Ergün Sav’ın Diplo-drama-tik Anlatılar (Bilgi Yayınevi, Ankara, 1992, 202 sayfa) kitabında aktarıldığına göre, Yunanistan delegesi Christos Palamas’ın (1973 yılında bir buçuk aylığına dışişleri bakanlığı yapmıştı) Kıbrıs konusunun görüşüldüğü Konsey toplantısında yaptığı Türkiye aleyhine uzun konuşmada sarf ettiği sert sözleri Birgi önce sükûnetle izliyor. Palamas’ın hiddetini ve sözcüklerin dozunu artırması üzerine Birgi ısrarla elini kaldırarak söz istemeye başlıyor. Genel Sekreter Manlio Brosio “Sayın Büyükelçi Birgi, Yunan delegesi sözünü bitirsin, size de söz vereceğim” diyor. Palamas öfkeyle bakarken, Birgi “Ben usül hakkında söz istiyorum” diyor. Palamas “Ne usulü, Türk delegesi siyasi manevra yapmasın” diye karşılık veriyor. Büyükelçi Birgi, salondaki yoğun sigara dumanını da kastederek, “Sadece usül hakkında konuşacağım: bu salonun atmosferi çok bozuldu, nefes alınmıyor. Bir pencere açmayı öneriyorum” deyince salonda herkes kahkahayla gülmeye başlıyor. Sonuç olarak pencereler açılıyor, Palamas konuşmasına küskün bir ses tonuyla devam etmek zorunda kalıyor.
ABD’nin 19. yüzyıldaki izolasyon siyaseti dışında diplomaside bir yeri olmayan “muhteşem yalnızlık” dönemimizin başladığı 2010’ların ortalarında Budapeşte’de görevliydim. Kordiplomatik içinde başta Avrupa Birliği ülkelerinin büyükelçileri olmak üzere, kimi komşu ülke ve Arap büyükelçiler yavaş yavaş bizden uzaklaşmaya başlamıştı. Her ay düzenlenen AB Büyükelçileri yemeğine de artık davet gelmiyordu. Bilgi ve görüş alışverişi imkanımız daralmıştı. Bunun üzerine “kafa dengi” üç-dört büyükelçi ile düzenli aylık yemeklerde buluşmaya başladık. Yemeklerde hem ciddi konuları görüşüyor hem de fıkralarla esprilerle hoşça vakit geçiriyorduk. Birkaç ay sonra neşenin sağladığı ivmeyle grubumuz büyümeye başladı. Artık dokuz-on kişiyi bulmuştuk. Yemekleri sıraya koyduk, her ay bir arkadaşta toplanıyorduk. Soranlara, şaka yollu, grubumuzun “fıkra anlatma” grubu olduğunu söylüyorduk.
Ruslar, Çinliler, İngilizler de güldürü kültürü geniş halklar olarak bilinirler. Örneğin İngilizler cümlelerin arasına ne yapıp yapıp bir espri, bir iğne yerleştirirler. Uzun ciddi konuşmaların yapıldığı ortamlara pek tahammül edemez, mutlaka konuların mizaha açık bir tarafını bulurlar. Diplomatik maske üretme yeteneğinde de üstlerine yoktur; kendilerini mütevazı göstermeye çalışırken belli etmeden bir şeylerle hep dalga geçerler. Büyükelçi Tanşuğ Bleda’nın belirttiği gibi, ümitsiz durumlarda bile olumsuz bir konunun mizaha konu olacak bir yönünü bulmak mümkündür. Sonuç olarak, diplomasi ve siyasette, kültür, sağduyu, tarih bilgisi ne kadar önemliyse, mizah yeteneğinin de önemli bir sanatsal araç olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.