Türkiye sözde soykırım iddiaları konusunda 8 Mart 2005 tarihinde Ermenistan’a bir çağrıda bulunarak bir Ortak Tarih Komisyonu kurmayı önermişti. Zamanın Başbakanı Erdoğan ile Ana Muhalefet lideri Baykal, yaptıkları ortak açıklamada “Türkiye kendi tarihiyle yüzleşmekten korkmuyor, dostluk ve barış adına Ermenistan’dan da aynı tutumu bekliyoruz” dediler. Bu çağrının belki de en önemli kısmı, tarihe ortak ve barışçı bir perspektiften bakılmasını savunması ayrıca sadece Türkiye ve Ermenistan arşivlerinin değil, konuyla ilgili arşivlerin hepsinin (Almanya, Avusturya, Fransa, Rusya arşivleri, ABD Watertown Massachusetts’teki Taşnak Partisi Arşivi, Kudüs Ermeni Patrikliği Arşivi, Hınçak Partisinin Los Angeles’teki arşivi) açılmasıydı.
Türkiye’nin çekinecek bir şeyi yoktu; Osmanlı arşivleri araştırmacılara açılmış, erişim koşulları geliştirilmişti. Eleştiri gerektirecek bir durum kalmamıştı. Türk önerisi dış dünyada duyulduğunda bir anda moral üstünlük Türk tarafına geçmişti. Buna karşılık Ermeni arşivlerinde çalışma yapmak isteyen bilim insanlarına kapılar bir türlü açılmıyor, başvurulara yanıt verilmiyordu. Sürekli “Türkiye kendi geçmişiyle yüzleşmeli” diyerek siyasi algı yaratma niyetli iddialarda bulunanlar, aynı dönemlere ait kendi iç belgelerine erişimi engellemekteydi. Örneğin, uzun bir tarihe sahip Taşnak Partisinin (Ermeni Devrimci Federasyonu) ABD ve Fransa’daki arşiv belgelerini incelemek üzere yapmış olduğu sayısız başvuruya hiçbir yanıt alamayan Fransız tarihçi Maxime Gauin, “Bu siyasi örgütlenme kesinlikle bir şeyleri saklamaktadır” diyordu (EDF-Taşnak Arşivleri Hala Kapalı, 8 Temmuz 2019, AVİM, Yorum no:2019/51).
Yine de, Ermeni arşivleri kapalı olsa bile, araştırmalarını Batı ülkelerinin erişime açık arşivlerinde yapan ciddi tarihçiler, Ermeni iddiaları konusunda birçok önemli belgeye ulaşabiliyor. Bu tarihçilerden, 10 Haziran 2021’de hayata veda eden ABD vatandaşı Paul C. Helmreich, 1919 yılında düzenlenen Paris Konferansını araştırırken, büyük devletlerin Ermenistan devleti kurulması meselesine bakışıyla ilgili birçok hususu da açığa çıkarmış (From Paris to Sevres, Ohio State University Press, 1974, 376 sayfa). İşte yazarın bazı tespitleri:
Paris’te 1919 Ocak ayında Barış Konferansı toplandığında, ABD, İngiltere ve Fransa, hem bir Ermeni devleti kurma yönünde hiç olmadığı kadar kesin sözler veriyor, ama hem de hiç olmadığı kadar bu işe doğrudan bulaşmaya isteksiz davranıyorlardı. Konferans başlarken İngilizler ve Amerikalılar, Ermenilere verilmek üzere Türklerden koparılacak toprakların haritasını bile çizip hazırlamışlardı. Ama gelin görün ki arazideki şartlar çok farklıydı. Bir kere Ermeni nüfusu hiçbir yerde yüzde 30’u geçmiyordu. Ermeni olmayan unsurlar topraklarını vermek istemiyordu. Bölgede gerginlik had safhadaydı. Savaştan yeni çıkmış Müttefikler bu karışıklığın ortasına Ermeniler için asker göndermekten çekiniyordu.
Paris Konferansına Ermeni davasını savunmaya gelen kırkı aşkın heyetten oluşan çeşitli mesleklere mensup Ermeni grupları ise, durmaksızın öne sürdükleri ısrarlı ve aşırı taleplerle, kendilerine sempati duyanları dahi bıktıran büyük bir “arsızlık” içine girmişlerdi. Toprak olarak bütün Kilikya’yı, bunun yanında Van, Bitlis, Diyarbakır, Sivas, Erzurum ve Trabzon’u, hatta buradan Akdeniz’e, Karadeniz’e ve Hazar Denizine açılan limanları istemeye başlamışlardı. Ardı arkası kesilmeyen bu talepler, onlara devlet sözü vermiş Müttefiklerde tereddütler oluşmasına yol açıyordu. Galip devletler, böylesine geniş bir Ermeni devletine hayli yüksekçe bir maddi kaynak tahsisi gerekeceğinin, üstelik bununla bütün Yakın Doğu müslümanlarının ve Türklerin tepkisini çekeceklerinin farkına varmaya başladılar. Hem Ermenilere bunca toprak verildiği zaman İngiltere, Fransa ve İtalya arasında önceden yapılmış Osmanlı’yı paylaşma planları da suya düşecekti. Bu nedenle Lord Curzon’un önerisiyle Ermenilere çok daha küçük bir kara parçası verme fikrini değerlendirmeye başladılar.
Ancak Konferans boyunca Ermenilerin talepleri bitmek bilmiyordu: müttefiklerden toprağın yanında silah, cephane ve personel de istemeye başladılar. Bu gelişmeler Ermenilere karşı güvensizliği daha da artırdı. İngiliz Dışişlerinden George Kidston, 28 Kasım 1919’da, “Ermenilerin toplu katliam yapmakta en az komşuları kadar becerikli olduklarından en küçük bir şüphem kalmadı” diyordu (Br. Doc. 4:907). İngiltere bu koşullar altında bir adım daha ileri giderek, bölgede özerklik için mücadele eden gruplara verilecek desteği, “her durumun farklı koşullarına göre değerlendirme” kararı aldı. Ermeni devleti kurma hayali peşinde koşanlara bundan daha kötü bir haber olamazdı. 11 Aralık 1919’da Lloyd George ile görüştükten sonra Fransa Başbakanı Clemenceau şöyle diyordu: “Ermeniler, oturup anlaşmak, kaynaşmak bakımından tehlikeli bir halk. Çok para istiyorlar ama bir türlü tatmin olmuyorlar… Fransa Ermenistan için para dökmeye razı değil.”
Nihayet 1920 Nisan ayında San Remo’da düzenlenen toplantıda, Sevr Antlaşmasına son şekli verilerek, Ermenistan devleti için Ermenilerin istediği ve ABD Başkanı Wilson’un başlarda kabul ettiği alabildiğine geniş toprak parçası yerine, küçük ve “yaşayabilir” bir sınır kabul edildi. 1923’te Lozan Antlaşmasıyla ortada kalkacak bu antlaşmayla, Trabzon ve Erzincan dışarda bırakılıyor, buna karşılık Muş Bitlis, Van ve Erzurum Ermenistan’a dahil ediliyordu. Bu sınırları kendi kafalarına göre kağıda döken delegelerin, bu toprakların Anadolu’dan nasıl koparılacağı konusunu hesaba katmadıkları açıktı.
Helmreich kitabında bunları yazmış.
Şimdi biliyoruz ki, Ermenilerin büyük devletlere güvenerek yaptığı hesapların hiçbiri tutmadı. Oysa Balkan Savaşında Türk ordularının yenilmesi, Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşına katılması, Sarıkamış hezimeti ve Çanakkale çarpışmalarının başlamasıyla Ermeniler büyük umutlara kapılmışlardı. Türkler bir ölüm kalım mücadelesi içindeyken, ayaklanmalar çıkararak Müslüman halkı Ruslarla birlikte kılıçtan geçirdiler. Fakat güvendikleri Rusya’nın Doğu Anadolu’nun işgalini ağırdan alması, Türk ordusunun Çanakkale’de çözülmemesi, Savaşın üçüncü yılında Ekim İhtilali sonucunda Rus cephesinin tamamen çökmesi bütün hesaplarını boşa çıkardı.
Şimdi de Ermeniler ABD Başkanını kendi yanlış tarih anlatılarının yanına çektiklerini ve moral üstünlük sağladıklarını sanıyorlar. Fakat bir türlü açmadıkları Taşnak ve Hınçak Ermeni arşivlerindeki belgeler ortaya döküldüğünde aynı desteği alıp alamayacakları merak konusudur. Yukarıda değinilen arşiv belgelerinde Ermenilerin toplu katliam yaptıkları; oturup anlaşmak, konuşmak bakımından tehlikeli bir halk olduğu kaydediliyor. Kim bilir bu konularda Ermenilerin kendi arşivleri neler söylüyor? Bir türlü açmadıklarına göre bir korkuları vardır.