İngiliz antropolog Kate Fox, İngilizleri, toplum içinde bir türlü rahat davranamayan, ancak kendi evine kapanınca huzur bulan, duygularını hemen belli edemeyen, sıkıntılarını adeta bir refleks halinde, espri yaparak, mizaha sığınarak aşmaya çalışan, çevresiyle çok samimi olamayan insanlar olarak tanımlıyor. Fox’a göre, mizah İngilizlerin hayatının ayrılmaz bir parçası; her konuya, her konuşmaya müthiş dil ustalıkları ve dahiyane buluşlarla, hemencecik bir nükte, bir iğneleme, tiye alış, alay, hiciv, espri kondurmadan duramazlar. Aslında bunu fark etmek için ünlü yazın ustaları William Shakespeare, Charles Dickens, Oscar Wilde, Virginia Woolf, Agatha Christie, George Orwell’in yapıtlarını anımsamak yeterli olsa gerek. Mizah onlarda sanki bütün konuşmaların gizli gizli altından akan, her an yeryüzüne çıkmaya hazır bir yeraltı nehri gibidir. Konuşmanız normal seyrinde giderken birden olmadık yerden bir esprinin zıplamasına hazırlıklı olmanızda yarar vardır. Bunu İngilizlerin biraz içe kapalı, özel yaşamlarına düşkün olmalarına bağlayanlar olduğu gibi, mizahı utangaçlıklarını kırmak için kullandıklarını ileri sürenler de vardır. Diğer kültürlerde mizaha sadece sınırlı zamanlarda ve belirli konularda başvurulduğu halde, İngilizlerde mizah adeta bir doğa yasasıdır: her sohbette karşısındakine takılmak, ironi yaparak, eski deyimle tarizde bulunarak kendini daha mütevazı göstermeye çalışmak, belli etmeden bir şeylerle dalga geçmek, İngilizlerin kanına işlemiş bir alışkanlık gibidir. Onlarla konuşurken, müzakere ederken bu özelliklerini önceden bilmekte yarar vardır, aksi takdirde onları yanlış anlamak, başka yorumlar çıkarma yanlışlığına düşmek de mümkündür. Tabii, karşı tarafı incitmeden mizah yapmak da bir zeka ve yetenek işidir. Satrançta “şahı dolaylı yoldan sıkıştırma” denilen bir hamle vardır. Taşlarınızdan birini yerinden oynattığınızda, birden rakip şahın önü açılmış olur. Böylece, uzakta kendi halinde duran başka bir taşınızla ona “şah çekmiş” olursunuz. İngiliz mizahı da bir bakıma buna benzer; muhatabınızın, başka bir “telden çalıyormuş” gibi görünürken, bir anda konuşmanın kendi yolunda ilerleyişine bir zeka pırıltısı ekleyerek inceden bir renk, “dokundurma” ya da sevimli bir “takılma” boyutu yarattığını görürsünüz.
Her kültürde kişinin kendine önem verdiğini belli etmesinin, başka bir deyimle kendini övmesinin bazı usülleri, yolu yordamı vardır, ama İngilizler bunu “gösterişçilik” derecesine çıkarmamaya, samimiyet sınırlarını aşmamaya çalışarak yaparlar. Haddinden fazla ciddi konuşmalar yapanları gülümseyerek izlerler. Böyle durumlarda tepkileri her an mizaha dönüşebilir. Büyük laflar eden politikacılara gösterdikleri tepkiyi de buna eklemek mümkündür. Fazla ciddileşen birine, aralarındaki dostluk elveriyorsa, gülümsemeyi bırakıp bir süre sonra “Bırak bunları şimdi” diyebilirler. Örneğin Oskar töreninde ödül kazanan bir Amerikalı konuşmasını aşırı heyecandan ağlayarak yapar, ama bir İngiliz konuşmasının sınırını bilir, duygusallığı fazla “abartmaz”.
Dünyanın en eski demokrasisini, hem de yazılı bir anayasaları bile olmadan yaşatmayı başaran İngilizler, siyasette de aşırı uçlara kaçanlardan pek hazzetmezler. Bu özellikleri sayesinde ülke tarihlerinde bir Hitler, bir Mussolini çıkmadığını, çıkanlar olsa da zaten gülünç duruma düşmekten kurtulamayacağını ileri sürerler. Peki kibarlık, nezaket sözkonusu olduğunda İngilizler nasıl insanlar? İngilizlerin kibarlıkta birçok ulusu geride bıraktıkları, kendilerine kazara çarpan birine bile “affedersiniz” dedikleri bilinir. İngilizler bolca teşekkür ederler, özür dilerler, “lütfen”i fazlaca kullanırlar, ama bunların hiçbirini içten gelerek söylemediklerini kendileri de kabul ederler.
İngilizler aslında sosyal ortamlara ilk girişlerinde pek kolayca rahat edemeyen insanlardır. Hatta bazıları ilk tanıştıkları kimseye isimlerini söylemeyi bile sohbet ilerledikten sonra hatırlarlar. Kate Fox bu özelliği, kendi mutlu dünyalarının içinde kalmayı daha çok tercih etmelerine bağlamakta, bunun İngilizleri ihtiyatlı ve çekinceli yaptığını; İngilizlerin doğuştan içten ve açık seçik davranamadıklarını, iddialarını dolaysız söyleme, harbî davranma özelliklerine sahip olmadıklarını ileri sürmektedir. İngilizlerin bu halini aslında tam da “eksi nezaket”, yani muhatabınızın hayatına bir şeylerin empoze edilmemesi, işlerine burnunuzun sokulmaması ihtiyacına saygı göstermek şeklinde tanımlayanlar da yok değildir. Olumlu ya da “artı nezaketi” ise, muhatabınızın sosyal bir ortama girmesi, onun sosyal onay görmesi ihtiyacını karşılamak olarak tanımlamak mümkün.
Antropolog bakışıyla Kate Fox, İngilizlerin, kibar olmakla birlikte, biraz soğuk, kibirli, sıkı dostluklar kuramayan, ilişkilerde belli bir mesafe koyan, aşırılıklardan hoşlanmayan insanlar olduklarını, tevazularının da sahte olabildiğini, kimi zaman muhataplarının anlamasını istedikleri şeyin aksini de söyleyebildiklerini, özel hayatlarına takıntı derecesinde bağlı olduklarını, bazan da kasıtlı olarak kendilerine övünç payı çıkarmak için, dolaylı olarak herşeyi olduğundan sade ya da önemsiz gösterdiklerini belirtmektedir. Sonuç olarak, İngilizler hakkında söylenenlerin kimilerini günümüzde diğer topluluklar için de söylemek herhalde pek yanlış olmaz. Ama yukarıda sayılan niteliklerin tümüne birden sahip olabilmek için herhalde çok özel, çok sıkı ve kim bilir belki hırpalayıcı bir eğitim sisteminden geçmiş olmak gerekir. Bütün dünyada, geniş özgürlüklere ve demokrasiye sahip olmanın yanında, mizahın, aklın ve zekanın da temsilcisi olmak herhalde başka türlü mümkün olamazdı.