Seksen altı milyonluk bir nüfusa sahip, iki kıtayı birbirine bağlayan, üç tarafı denizlerle çevrili ve dört mevsimli güzel olan bir coğrafyada yaşıyoruz. Bizans Devleti’nden, Osmanlı Devleti’ne kadar büyük imparatorluklara ev sahipliği yapmış, müthiş bir tarihi geçmişi olan toprakların üzerinde yaşıyoruz. Bu kadar değerli toprakların üzerinde yaşıyoruz ama hakkını veriyor muyuz acaba? Toplum ve toplumu oluşturan bireyler ülkenin değerini pek anlamıyor maalesef. Mesela ülkedeki ticari ahlak çok azaldı, çoğu insanın tek düşüncesi ise ben kazanayım da gerisi pek önemli değil düşüncesinde(!)
Serbest piyasa denilen olgu var ve olması da gerekiyor muhakkak ama serbest piyasa var diye, bir tamircinin, bir arabanın tamirini yüz bine yaparken, diğer tamircinin iki yüz bin istemesi pek ahlaklı değildir, yapılan iş çok farklı ve ustaların meziyeti anlamında, uçurum olacak kadar fark olsaydı belki bir nebze kabul edilebilirdi ama yine de iki katı, hatta üç katı bir talepte bulunmak ise bildiğiniz kazıklamaktır. Araba tamircilerini örnek gösterdim ama esnaflar, kuaförler, fabrikatörler, zenginler, taksiciler, özel hastaneler, özel doktorlar ve aklınıza gelecek kim varsa aynı yolu yapıyor güzel ülkemizde.
Evet güzel ülkemiz diyoruz ama ülkeyi güzelleştiren de çirkinleştiren de yine insanlardır, üçkağıtçıların, katillerin, mafyanın adeta kuyudan benzin gibi fışkırdığı bir yer olmasın ülkemiz. Gelecek nesiller için saf, temiz ve insanlara ahlaki değerlerin güzelliğini anlatacak ve öğrenecek nesiller gereklidir çünkü ülkede müthiş bir özenticilik hayatı başladı, gideceği yolun finalini görebilmek için yolda ne görürse görsün her şey mübahtır anlayışıyla gidilemez ve herkesin kendine çeki düzen vermesi zorunluluktur. Geri kalmış ülkelere baktığımızda ise ahlaki olarak hiçbir değerlerinin olmadığını görebiliyoruz ve herkes o yoldan yürümeye çalışıyor, böyle olunca da herkes bir çukurun içinde debeleniyor.
Herkes zengin olmak, iyi bir hayat ve istediği gibi yaşamak ister ama bazen de insanların karşısına o fırsatlar çıkmıyor, çıkmayınca da farklı yollara başvurmaktan çekinmiyorlar. Bunun en büyük etkisi ise kanunlar, kanunları uygulayacak savcı ve yargıçların detaylı çalışmaması, kolluk kuvvetleri, eğitim sistemi gibi kurumların eksik çalışması ise ülkenin freni boşalan kamyona benzemesine neden olur. Devlet ve devlet kurumlarından her şeyi beklememek lazım, toplumunda kendine dikkat etmesi lazım çünkü toplum sabun gibi olursa, hiçbir kanun tutmaz.
Bir geminin içindeyiz ve gemi su alıyor, herkes kendi derdine düşmüş ve kimse de geminin deliğini kapatalım demiyor veya bana ne diğerlerinden, ben yükümü aldım diyor(!) Toplum yanlış ama toplumu yöneten meclistekilerin de temiz olması lazım, siyasi partiler, siyasetçiler ve bürokratlar kötüyse şayet, ülkenin ayağı çamurdan eksik olmaz. Adaletin ince bir terazi gibi çalışması gerekiyor, eğer eksik çalışırsa terazinin yanlış çalıştığını gören herkes, o yanlış terazi ile başkalarına adaletini sağlamaya çalışır. Bu adalet ise ancak adaletsizliktir ama adalet öyle bir hal almıştır ki artık, herkes adaletsizliği adalet gibi görür. İşte bu durum ise ülke ve toplum için bir faciadır, herkesin her şeyi mübah gördüğü ve en kötü olaylara bile tepkisiz kalınması, insani ve toplumsal tükenmişliğe sebebiyet verir. Bu da ülkenin temeline dinamit koyulması gibidir.