Sayfa Yükleniyor...
Yavaş yavaş geçmişe duyulan özlem artacak kendi içimizde. Hep, bir arayış içinde olacağız bu uyanış çağında. Doğa ile bütünleşeceğiz kimi zaman. Dünyadaki yerimizi kavramaya çalışacağız bazen. Bulabilirsek aradığımızı, kavrayabilirsek değerimizi o zaman bir olacağız milyonlarca bedeni saran. Sonra tüketen toplumların yok olmaya mahkum olduğunu göreceğiz. Üreten toplumlarınsa geleceğini inşa ettiğini bileceğiz. Bir kağıt parçasına mahkum olup paranın verdiği esaretin içine mi gömüleceğiz? Yoksa gerçek değerin kendi içimizde olduğunu mu anlayacağız? Basit düşünmek gerekir bazen; gerçek olan şeyin temelinde her zaman tohum vardır. İnsanı var eden şey de budur; insana, yaşamını sürdürmesi için gerekli olan şey de.
Konuya apayrı cümlelerle giriş yapmış olsam da aslında tarımın öneminden bahsedeceğim bugün. Bir kağıt parçasına mahkum, boynuna tasma takılmış bir zombi gibi ölmemek için. Evet, başka ülkelere bağlı kalmadan gelişmenin tek yolu; kalkınmanın temelini oluşturan yapı taşını, tohumunu bulmak olmalıdır. “Milli ekonominin temeli tarımdır” demiştir, M. Kemal Atatürk. Bu görüşü benimsiyor ve destekliyorum. Milli sınırlar çerçevesinde düşünecek olursak eğer bir ırkı bir nesli yaşatan şey doğasıdır. Doğaya salınan meyveler ve sebzeler zehirli olursa ya da çeşitli tarım ilaçları ile zehirlersek hayatınızı, elle tutulur neyimiz kalır şu dünyada? Hele bir de ithalatçı konumdaysak eğer ne yediğimizi hiç bilmiyor da olabiliriz. Günümüzde biraz böyleyiz aslında. Herkes kendi çevresinin çıtkırıldımı olmuş durumunda. Üretmektense parayla almak daha kolay geliyor. Farkında değiliz ama bir kağıt parçası yönetiyor bütün hayatımızı. Çünkü emek kelimesinin anlamını ve bize kazandırdıklarını unutmuş durumdayız. Bunu da bize pazarlamayı çok iyi bildiler ya, sesimiz soluğumuz çıkamadı. Anlayamadık çünkü nasıl bir matrisin içindeyiz. Kendi hayatımızı yazan kalem bizde değilse onu yaşamanın ne anlamı olur ki? Öyleyse kalemi elimize alma zamanımız, şu an. Daha fazla dallandırmadan önce konumuzun tohumunu idrak etmemiz gerekir. Bu uzun girişle, yeterince kafaları karıştırdığımı düşünüyorum. Öyleyse direkt dalışla başlayalım.
Milli ekonominin temeli tarımdır, dedik. Bu konuda atılan adımlarda en çok başarı; genç Cumhuriyet döneminde gerçekleşmişti. Peki nasıl girişimlerde bulundu Atatürk bu konuda? Gelin hep birlikte hatırlayalım. Tarih 18 Mayıs 1924’e tanıklık ediyordu. Atatürk, 442 sayılı köy kanunu ile yabancıların köy arazilerinde maden aramalarını ve çıkartmalarını yasakladı. Bu kanunun 87. maddesi şöyledir; “Türkiye Cumhuriyeti tabiyetinde bulunmayan gerek şahıs gerek şahıs hükmünde olan cemiyet ve şirketlerin (eşhası hususiye ve hükmüye) köylerde arazi ve emlak almaları memnudur”.
Tabi bu kanun karşısında diğer devletler durdu mu? Hayır. İngiltere, Fransa, İtalya hemen karşı çıktı bu duruma, protestolar düzenledi vs. “Lozan Antlaşmasına göre “müttefik devletler” Türkiye’de taşınmaz edinebilirdi. Bu köy kanunu da bu oturma sözleşmesine aykırıydı.” İşte bu üç devlet bu düşüncelerdeydi. Bu nedenle artan baskılar sebebi ile bu yasada düzenleme yapılmaya gidildi. Bu konu ile ilgili 22.12.1934 tarihinde çıkarılan 2644 sayılı tapu yasasının 35. Maddesi şöyledir; “tahdidi mutazammın kanuni hükümler yerinde kalmak ve karşılıklı olmak şartıyla yabancı hakiki şahıslar Türkiye’de gayrimenkul mallara temellük veya tevarus edebilecekler.” Yani kanun Lozan’a uyumlansa da yine de yabancıların gayrimenkul edinmelerine kısıtlama getirmişti. Ayrıca söz konusu yasanın 36. maddesi ise; “yabancı gerçek kişilere, bir köye bağlı olmayan bağımsız (müstakil) çiftlikleri ve köy dışında kalan araziyi” alma hakkı veriyordu. Ve bunda da kısıtlama vardı. Köy arazisi dışında otuz hektardan fazla toprağa sahip olabilmek hükümetin iznine bağlıydı ve karşılıklıydı.
Topraklarımızı satmamak birinci gayemizdi. İkinci gayemiz ise toprakları gerçek sahipleri ile buluşturmaktı.
14 Mayıs 1935 tarihinde bunun için bir girişimde bulunuldu. Atatürk’ün önderliğiyle toplanan 4. büyük kurultayda planlanan toprak reformuna bir adım atılmıştı. Bu kurultayda kabul edilen Chp programının 34.maddesinde alınan karar budur; “Her Türk çiftçisini yeterli toprak sahibi etmek partimizin ana gayelerinden biridir. Topraksız çiftçiye toprak dağıtmak için özgün istimlak kanunları çıkarmak lüzumludur.”
Yine Atatürk tesadüfen Küçükçekmece’ye doğru giderken tarlasında sabanla çift süren bir çiftçi görmüştür. Çiftçinin sabanında öküzün yanında koşulu merkeb görür. Çok şaşırır. Çiftçiye merkebin öküze denk olmadığını söyler. Çiftçi de diğer öküzünün vergi borcu karşılığı haczedildiğini söyler. Atatürk bu duruma çok sinirlenir. Heyeti Vekileyi (Günümüz Bakanlar Kurulu’nu) toplar...